Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Aziz İstanbul

24 Ekim 2016 - 13:23

Geçen ay iki günlüğüne İstanbul'u ziyaret ettim. İyi ki ziyaret etmişim. Mekke'yi, Medine'yi ve dahî Paris'i ziyaret etmiş gibi hissettim kendimi. Ebu Eyyub el- Ensari'yi ziyaret edince Medine'yi; Sultan Ahmed'i, Ayasofya'yı ziyaret edince Mekke'yi ve Beyoğlu'nu gezince Paris'i görmüş, gezmiş gibi oldum. Ve şu kanıya vardım: İstanbul'un yarı sit alanı haline getirilmesi gerekir. Her adımında tarihten bir parçayla karşılaşıyorsunuz. Kültürel ve tabii güzellik olarak Dünya'da İstanbul'dan daha zengin bir şehir var mıdır bilemiyorum? Ortasında deniz geçen, Bizans'a ve Osmanlı'ya pay-i tahtlık yapan, faklı kültürleri böylesine bir arada tutabilen başka bir şehir? Onun için olsa gerektir ki; dünya tek bir devletten ibaret olsa idi İstanbul o devletin başkenti olurdu demiş Napolyon.
Eğer yanlış hatırlamıyorsam Tanpınar, Osmanlı'ya bir yönüyle kızıyordu. Koca bir Bizans İmparatorluğu bakiyesi üzerinde oturduğu halde bu bakiyeden yeterince istifade edemediğinden dert yanıyordu. Galiba bu kızgınlığı günümüz için de geçerli. Mesela Cami mimarisinde yeni tarzlar oluşturamadık. Bütün camilerimiz birbirinin kopyası gibi. Muazzam gökdelenler diktik, dikelim de nihayetinde ihtiyaçtır; fakat bütün binalarımız birbirine benziyor. Beyoğlu'nu görünce neden biz de ikinci bir Beyoğlu inşa edemedik diye sormadan edemiyor? Beyoğlu'ndaki eski mimariyi çok şükür ki korumuşuz. Yeni yapılan yapılarda da dışı ve içi daha estetize edilmiş, mimarisi bize has binalar yapılamaz mı? İnşallah bir gün yapılır. Önemli olan şartları sağlamak.
Bir Mimar Sinan İmparatorluğun İmparatorluk olduğu dönemde doğdu. Baki zirvenin şairidir. Kanuni muhteşemdir, bu ihtişamını biraz da İmparatorluğun ihtişamından almaktadır. Demek ki sanat, siyaset, mimari, ekonomi, edebiyat hep birbiriyle bağlantılı şeyler. Demek ki Muhteşem Süleyman zamanında bu ilişki sağlıklı yürümüş ve bir de bunun üzerine İmparatorluk psikolojisi eklenince işte o zaman parlak bir medeniyet ve kültür inşa edilmiş.  İmparatorluk mimarîsi imparatorluğun kendisine benziyor; şiiri, sanatı, zaferi, yenilgisi benzediği gibi.
Bu vadide azıcık Tanpınar'a kulak verelim mi? Bakalım ne diyor Beş Şehir yazarı Tanpınar:
'Çok defa düşünürüm; Bakî ile Sinan acaba dost oldular mı? Süleymaniye'nin yapıldığı yıllarda Bakî yirmi beşle otuz arasında genç bir molla idi. Bir yıl kadar da Süleymaniye binalarının inşasına nezaret etmişti. Kim bilir, belki de Türkçeyi o kadar kudretle bükmesini burada, nizamını yakından bilmediği bu sanatın göz ö-nünde, çıldırtıcı bir sağlamlıkla yükselişini göre göre öğrenmiştir. 1572'de, hocası ve hâmisi Kadızade ile Halep'ten döndüğü zaman elbetteki ilk Cuma namazını, bir vakitler temelleri arasında dolaştığı bu camide kılmış, onun bitmiş kemerlerine, sütunlarına, şaşırtıcı mihrabına, Evliya Çelebi'nin kendisine has buluşu ile genişliğini, mermer döşemelerinin beyazlığını, "harem-i beyaz", "ak yayla" diye anlatmağa çalıştığı ve billura benzettiği avlusuna, zafer kasidesi kapılarına uzun uzun bakmıştı. Belki de bütün imparatorluğun gururu olan mimara koşmuş, ellerine sarılmış:
"- İlâhî Sinan! Ey susan taşın ve konuşan hacimlerin şairi; ey maddenin uykusuna kendi nabzının ahengini hepimizin imanıyla beraber geçiren! Aydınlığı en bilgili terkiplerde eritilmiş madenler gibi yumuşatıp ondan zaferlerimize hil'atler biçen! Sen bu şehre bütün dünyanın kıskanacağı bir cami yapmakla kalmadın; insan düşüncesinin erişilmesi güç hadlerinden birini tespit ettin." demiştir. Hayır, elbette ki Bakî böyle şişkin, böyle taklit dille konuşmazdı; ona daha basit, çok basit ve çok güzel, bir duaya benzer şeyler söylemiştir.'
Andre Gide Bursa'da Yeşil Cami'yi ziyaret ettiğinde hayranlığını gizleyemiyor ve günlüğüne şu cümleyi yazıyor: 'Burada zarif bir tanrı oturuyor ey cami!' Gide Yeşil Cami için böyle bir teşbihte bulunuyor. Ben de teşbihimi mazur görürseniz Süleymaniye için şöyle bir teşbihte bulunmak istiyorum: Karşıdan Süleymaniye'ye bakınca sanki Mona Lisa oturmuş da boğazı seyrediyor.
Hz. Ebu Eyyub-ı Ensari'yi Evliya Çelebi'den dinleyelim: 'Sahabe-i kiramdan ve Ensar'dan olup hadis rivayetçisidir. Hz. Peygamber Mekke'den Medine'ye hicret ettiklerinde Resulullah'ın devesini Cebrail yularından çekip bu Ebu Eyyub evi önüne çökertmişti. Hz. Risaleti, bu Ebu Eyyub evine misafir alıp kendisi başka bir eve göçtü. Hâlâ Hz. Peygamber'in kabr-i şerifi bu Ebu Eyyub'un evinin yeridir ki, Hz. Ebubekir, Resul-i Kibriya'yı orada defnetti. Bu Ebu Eyyub, Peygamberimizin böyle bir dostudur.'
Peygamberimizi misafir eden zat şimdi bizim misafirimiz. Bu kutlu misafiri ziyaret ettiğimde Medine'yi ziyaret etmiş gibi oldum.
Yahya Kemal Beyatlı, Topkapı Sarayı'nda yaptığı gezintiler sonucunda bir hakikat keşfettiğini nakleder. Bu devletin iki mânevî temeli vardır. Birincisi Fatih'in Ayasofya minaresinden okuttuğu Ezan ki hala okunur. İkincisi Yavuz Sultan Selim'in Hırka-i Saadet önünde okutmaya başladığı ve 400 yıldır okunan Kuran-ı Kerim'dir. Yahya Kemal güzel söylemiş fakat bir hususa değinmek istiyorum. Ara sıra Ayasofya'nın ibadete açılıp açılmaması ile ilgili tartışmalar yapılıyor. İşin siyasî boyutu nedir bilemiyorum ama benim âcizane görüşüm Ayasofya'nın mevcut müze statüsünün devam ettirilmesidir. Hem İslam'ın diğer kültürlerle bir arada yaşanabilirliğini göstermesi açısından hem de Ayasofya'yı her gün ziyaret eden binlerce yerli ve yabancı turistin yapacağı ekonomik katkı açısından mevcut uygulama devam ettirilmeli diye düşünüyorum.
Ne yalan söyleyeyim, İstanbul'a gitmeden önce Osmanlı hakkında olumsuz fikirlere sahiptim. Fakat İstanbul'u ziyaret ettikten sonra bu fikirlerimin bir kısmı değişti ve bu dâhil bütün genellemelerin yanlış olduğuna inandığım halde şöyle genel bir kanıya vardım: Osmanlı İstanbul'dur.
Bir İstanbul yazısı Nedim'in İstanbul Kasidesi olmadan eksik kalır. O halde onunla bitirelim.
 
Bu şehr-i Stanbul ki bi-misl ü behadır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşid-i cihan-tab ile tartılsa sezadır.
Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbal
Bir bağ-ı İremdir ki gülü izz ü aladır.
Altında mı üstünde midir cennet-i a'la
El-hak bu ne halet bu ne hoş ab u havadır.
Her bağçesi bir çemenistan-ı letafet
Her gûşesi bir meclis-i pür feyz ü safadır.
İnsaf değildir anı dünyaya değişmek
Gülzarların cennete teşbih hatadır.
Herkes erişir anda muradına anınçün
Dergâhları melce-i erbab-ı recadır.
Kalay-ı ma'arif satılır sûklarında
Bazar-ı hüner ma'den-i ilm-u ulemadır.
Cami'lerinin her biri bir kûh-ı tecelli
Ebru-yı melek andaki mihrab-ı du'adır.
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envar
Kandilleri meh gibi leb-riz-i ziyadır.
Ser-çeşmeleri olmada insana revan-bahş
Germ abeleri cana safa cisme şifadır.
Hep halkının etvarı pesendide vü makbul
Derler ki biraz dilberi bi-mihr ü vefadır.

Bu yazı 1324 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum