Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Kader Risalesi!

27 Şubat 2020 - 16:16

Geçen hafta, 'Kader Der Geçersin' başlığıyla yazdım. Hiç tanımadığım isimler aradı. Meraklı sorular vardı ve aslında can acıtıcıydı. Asırlardır sürdürülen bir dini gelenek söz konusuydu ve o yazı, Kur'an'a ters sözde bir inancı sorguluyordu. Asırlardır hiçbir âlim bilmedi de siz mi biliyorsunuz, tarzında sorular dikkat çekiciydi.
            Kader ve kadere iman konusunda, aslında yeni bir şey değildi söylediklerim. Nebimiz, ashabı ve hatta tabiinden olanlar, asla bugünkü manada kaderden ve kadere imandan bahsetmediler. Muhammed Aleyhisselamdan çok sonraları, siyasi kavga ve kaygılarla kader ve benzeri konular geliştirildi, Müslümanların hayatına sokuldu.
            Nasıl sokuldu, neler oldu, onları da sırası gelince tarihi kaynaklarını vererek anlatacağım elbette. Fakat önce, geçen hafta söz verdiğim üzere; Kur'anda geleneksel görüşün aksine, bir kader ve kadere iman bahsinin olmadığını, belgeleriyle anlatacağım demiştim.
            Şimdi konuya girmek istiyorum.
            Size tarihi ve tarihi olduğu kadar, altın kıymetinde bir belgeden bahsedeceğim. Bu belgenin adı: KADER RİSALESİ
            Risale, Hasan el Basri tarafından yazılmış. Doğum yılı Hicri:21. İslam'ın en erken 1. asrında yaşamış. Selefle beraber olmuş, tabiinden dikkat çeken fıkıh ve tefsir âlimi. Hicri 70 ile 85 yılları arasında hüküm süren; Emevi Halifesi Mervan'ın mektubuna, cevap olarak yazılmış bu risale.
            Başta kader konusu olmak üzere, nebi-resul ve sünnet kavramlarının ne olduğunu, Kur'an hakikatiyle anlatan şaheser bir manifesto adeta. Bugün Müslümanların okuması, üzerinde düşünmesi ve asırlardır hangi yalanlara inandırıldığını öğrenmesi bakımından, emsalsiz bir eserdir, belgedir.
            Bu risalenin orijinal metni, İstanbul Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Fazıl Ahmet Paşa Koleksiyonundadır (297.4/000 1589-039). Bu belgeyi ilk keşfeden Ritter olmuştur. 1933 yılında Almanya'da, Der İslam dergisinde yayınlanmıştır. Daha sonra Muhammet Amare tarafından Kahire'de, Macid Fahri tarafından da Beyrut'ta neşredilmiştir.
            1954 yılında, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Lütfi Doğan ve Yaşar Kutluay tarafından, Kader Risalesi Türkçeye çevrildi. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde; Süleyman Uludağ tarafından, Hasan el Basri başlığıyla bu risaleye yer verildi. 2012 yılında Mustafa İslamoğlu tarafından, Kader Risalesinin tercüme ve şerhi yapıldı.
            Bu bilgilerden sonra, Mervan'ın Hasan el Basri'ye yazdığı mektuba geçmek istiyorum:
            'Müminlerin emiri Mervandan Hasan el Basriye!
            'Söze gelirsek; Müminlerin emiri, kader konusunda senin hakkında öyle bir duyum aldı ki daha önce kimseden böyle bir şey duymamıştı. Müminlerin emiri, sahabeden konuyu senin gibi düşünüp bu konuda böyle konuşan başka birisini bilmemekle birlikte; senin iyi işler yapan biri olduğunu, din konusunda faziletini, derin düşünme hususunda bilgi ve isteğini ise iyi bilmektedir.
            Müminlerin emiri senin böyle düşündüğüne inanmadı. Ona bu konuda görüşünün bulunduğu bir yazı yaz. Bu görüşü Kur'an'dan tasdik eden ayetlere mi, Resullullah'ın ashabından bir rivayete mi yoksa kendi görüşüne mi dayandırdın görelim.
            Gerçekten bu konuyu, senden önce böyle konuşup tartışan birini duymadık. Müminlerin emirine görüşünü ulaştır ve konuyu iyice izah et. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.'
            Hasan El Basri'nin, Kader Risalesi olarak bilinen cevabi mektubu tam 5,5 sayfadır. Toplam satır sayısı ise 186'dır. Hasan El Basri 5,5 sayfalık ve 186 satırlık mektubunun, tam 90 yerinde 105 ayet nakletmiştir. Sayfa başına ortalama 16–17 ayet demektir bu. Dolayısıyla kendini değil ayetleri konuşturmuş, tüm yorumlarını ayetlere dayandırmıştır. Daha dikkat çekici olanı, ayetlerin haricinde hiçbir rivayet nakletmemiştir.
            Sahabe hayatta. İslam'ı selefle teneffüs eden bir âlim Hasan El Basri. Dinin bütün umdeleri henüz berrak. Orijinalliği hayatın içinde. Bu şartlarda yazıyor mektubunu. Peki, bundan daha sağlam ve emin bir belge olabilir mi? Bu mektubun günümüze kadar ulaşması, bir mucize mi diye kendime soruyorum.
            Mektupta ayetlerin dışında, hiçbir delil gösterilmiyor. Bunu önemsiyorum. Bunun bir sebebinin olması lazım. Şu görüşler, bu sebebi ne kadar net açıklıyor:
            'Hasan El Basri'nin yaklaşımı; risale incelendiğinde anlaşılacağı üzere, Allah'ın kitabı ile Resul'ün sünnetini ayırt etmemesinden kaynaklanıyordu. O, sünnet deyince Kur'an'ı, Kur'an deyince sünneti kastediyordu. Yani ‘Kur'an ve Sünnet' değil, ‘Kur'an/Sünnet' algısına sahipti. Ve dahi ashabın yaklaşımının da böyle olduğunu söylüyordu.' (bkz, Prof. Dr. Zeki Bayraktar, Hasan el Basri'nin Sünnet Anlayışı, Kitap ve Hikmet Dergisi, sayı:21, sf:43)
             Hasan El Basri mektubuna giriş yaptıktan sonra,  şöyle başlıyor:
            'Ey müminlerin emiri! Biz Allah'ın emrine göre iş yapan, hikmetine göre davranan ve Resulünün sünnetine uyan selefin devrine yetiştik.
            Onlar hakkı inkâr etmiyor, batılı da hak olarak görmüyorlardı. Rab olarak, sadece gerçek Rab olan Allah'a bağlanmışlardı. ONLAR SADECE ALLAH'IN KİTABINDA YAZDIĞINI DELİL OLARAK GETİRİRLERDİ.'
            Allah'ın emrine göre iş yapan kim? Allah'ın hikmetine göre davranan kim? Resulün sünnetine uyan kim? Kitaptan başka yerde delil aramayan kim? Kim, kimmiş? Hasan el Basri'nin, ‘devrine yetiştik' dediği sahabe. Demek ki Muhammed Aleyhisselam da, Kur'an'dan başka yerde ve kaynakta delil aramamıştır.
            Siyasi amaçlarla ve Müslümanları boyunduruk altına sokmak için; var edilen kader ve kadere iman inancının, sahabe döneminde adı bile geçmiyordu. Risaledeki şu satırları, dikkatinize sunmak istiyorum:
            'Allah şöyle buyuruyor: ‘cinleri ve insanları, kulluğu sadece bana yapsınlar diye yarattım. Onlardan ne bir nimet beklerim nede beni doyurmalarını isterim.' (Zariyat, 56–57)Allah insanlara onları yaratma sebebinden dolayı, kendisine kullukta bulunmalarını emreder.
            Allah insanı bir iş için yaratacak da sonra kulları ile o iş arasına girip, bu işe mani olacak. Bu mümkün değildir. Çünkü Allah şöyle buyurur: ‘Allah hiçbir kuluna haksızlık yapmaz' (Enfal, 51) SELEFTEN GEÇİP GİDEN HİÇ KİMSE BU GÖRÜŞÜ İNKÂR ETMEMİŞ VE BUNU TARTIŞMAMIŞTI. ONLAR BU HUSUSTA AYNI GÖRÜŞTEYDİLER.
            Bizim bu konuyu ortaya atmamız, diğer insanların sapkın arzularına uymaları ve büyük günahlar işleyerek, Allah'ın kitabını tahrif etmeleri üzerine gerçekleşti. Oysa Allah'ın dini bir takım kuruntulardan oluşmamaktadır. Allah şöyle demektedir: ‘Ne sizin kuruntularınız ne de Ehl-i Kitabın kuruntuları geçerlidir. Kötülüğü kim yaparsa cezasını görür.'(Nisa,123)
            ALLAH'IN KİTABINDAN DELİL GETİRİLEREK SÖYLENMEYEN HER SÖZ SAPIKLIKTIR. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır: ‘De ki eğer doğru kimselerseniz delilinizi getirin' ((Kasas, 75)''
            Evet, Allah'ın kitabından delil getirilerek söylenmeyen her söz sapıklıktır. Müslümanlar asırlardır böylesi bir duruma, cebren ve hile ile mahkûm edilmişlerdir. Siyaset en hassas ve en mukaddes değerleri mahvetmiştir. Dolayısıyla benim geçen hafta yazdığım görüşler, tarihi bir gerçekliğin ifadesiydi.
            Kaza ve kadere iman ha? Olmayanı var ettiler. Olmadığını, Hasan El Basri Risalesinde anlatmaya devam ediyor:
            'Allah şöyle buyuruyor: ‘Fuhşun açığına da gizlisine de yaklaşmayın..' (En'am, 151) Allah'ın yasakladığı O'ndan değildir. Allah kızacağı şeye razı olmaz. Razı olacağı şeye de kızmaz. Çünkü Allah şöyle buyurur: ‘Ayetleri görmezlikten gelirseniz (kâfirlik ederseniz) bilin ki Allah'ın size ihtiyacı yoktur ama kullarının kâfirlik etmesine de rızası yoktur. Eğer görevlerinizi yerine getirirseniz O'nu memnun edersiniz..' (Zümer, 7)
            Eğer küfür, Allah'ın kazası ve kaderi olsa bunu işleyenden razı olması gerekirdi. Allah'ın kendi razı olmayacağı bir şeyi, kaza olarak belirlemesi mümkün değildir. Haksızlık ve zulüm Allah'ın kazasından olamaz O'nun kazası; ma'rufu, adaleti, güzel davranışı, yakınlara veren el olmayı emretmesi, çirkinliği, kötülüğü ve aşırılıkları yasaklamasıdır. O şöyle buyurur: ‘Rabbin kararını vermiştir; O'ndan başkasına kulluk etmeyeceksiniz'' (İsra, 23)'
            Ayetlerdeki ‘gadr' kelimesini; fatalitenin karşılığı olan kader/ alın yazısı ile eş tutup, kadere iman maddesi çıkaranların yanlışlığını, Hasan Basri risalesinde şöyle anlatıyor:
            'Allah Teala, cahil gafillerin iddia ettiği gibi kullarına bir şeyi alenen yasaklayıp sonra gizliden gizliye onun sonucunu belirlemiş değildir. Eğer böyle olsaydı, O: ‘Ne yaparsanız yapın' (Fussilet, 40) değil, size kader kıldığımı yapın derdi. Ya da ‘' İmanı tercih eden inanıp güvensin, görmezlikten gelmeyi tercih eden de kafir olsun..' (Kehf, 29) değil de benim tercih ettiğim inanıp güvensin, yine benim tercih ettiğim kâfir olsun derdi.
            Zira yüce olan Allah şöyle buyurur: ‘Allah'ın emri ölçülü biçilidir' (Ahzab, 38) Onun emri ölçüsüdür. Ölçüsü de emridir. O, çirkinliği ve kötülüğü emretmez. Bu iddiada bulunan topluluğu Allah şöyle ayıplamıştır: ‘Bir edepsizlik yaptılar mı atalarımızdan böyle gördük, Allah bizden böyle istemiştir derler. De ki Allah çirkin davranışları emretmez. Allah hakkında bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?' (Müddessir, 37)'
            Hicri 1. asırdan bahsediyoruz. Hasan El Basri tahriften söz ediyor. Tahrif, Kur'an'ın lafzıyla ilgili değil. Ayetlere verilmek istenen yanlış anlamalardan kaynaklanmaktadır. O asırda bile bunlar olabiliyorsa, bugüne hiç şaşırmamak lazımdır. Risalede bu konuya da yer verilmiş. Şöyle diyor Hasan el Basri:
            'Tartışma konusu yaptıkları diğer bir ayet ise şöyledir: ‘Allah'ın onayı olmadan kimse inanıp güvenmiş (mümin) sayılmaz' (Yunus, 100) Buradaki onay, özgür bırakmadır. Kişiyi iman konusunda özgür bırakan, ona imana girme gücünü vermiş olur. Allah şöyle demiştir: ‘Biz hangi elçiyi gönderdiysek, bizim bilgimiz altında kendisine boyun eğilsin diye göndermişizdir..' (Nisa, 64)
            Allah kendisine boyun eğilsin diye bir elçi gönderecek de sonra boyun eğene engel olacak. Bu düşünce Allah'ın hikmeti, adaleti ve vasıflarından ne kadar da uzaktır.'
            Geleneksel kader anlayışı, Kur'an'ın pek çok ayetine muhalefet etmiştir. Bunlardan bir tanesi de, insanın imtihana tabi olmasıdır. Risaledeki şu bölüm, konuyu net biçimde dile getirmiş:
            'Ayrıca Allah'ın şu sözünü de tartıştılar: ‘'Eğer tercihi Allah yapsaydı, elbette bunların hepsini doğru yolda toplardı. Sakın kendini bilmezlerden (cahillerden) olma' (En'am, 35) Allah Teala, bu sözüyle Nebisine, Müslüman olmayan müşriklerden ötürü üzülmesi sebebiyle sitem etmektedir. Çünkü O şöyle buyurur: ‘Bu söze (Kur'an'a) inanmazlarsa üzülüyor, arkalarından kendini tüketecek gibi oluyorsun..' (Kehf, 6)
            Allah, bu ayetlerinde Nebisine kendi gücünden bahsetmiş, tercihi kendi yapmış olsa onları itaate gücünün yettiğinden bahsetmiştir. Bu konuda Allah'ı aciz bırakacak bir şey yoktur. Ancak Allah, onları imtihan etmek ve herkesi yaptığına göre mükâfatlandırmak istemiştir. O şöyle buyurur: ‘Eğer tercihi Rabbin yapsaydı yeryüzünde bulunan herkes, eksiksiz inanıp güvenirdi. Böyleyken inanıp güvenenlerden olsunlar diye, onlara baskı mı uygulayacaksın?' (Yunus, 99)'
            Şimdi okuyucularımdan bir istirhamım olacak.
            Bu yazıyı okuduktan sonra; geçen hafta yazdığım 'Kader Der Geçersin' başlıklı yazıyı, bir kez daha okur musunuz??

Bu yazı 1519 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum