Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Kadere İman Etmek mi?

16 Mayıs 2017 - 19:55

Kader konusu aslında, insanlığın var olduğu günden bugüne, en çok tartıştığı meseledir. Âlimler, siyasetçiler, felsefeciler, tarihçiler, filozoflar bu konu üzerinde çok tartışmış ve çok konuşmuşlardır.
            Günümüzde yapılan Kur'an ve din - fıtrat araştırmaları,  kader konusunun tartışıldığı kadar karmaşık olmadığını ortaya koymuştur. O çalışmaları yıllardır takip ediyorum.
            Kadere iman konusunun bir dini tarafı var, bir de beşeri tarafı. Daha açık bir ifade kullanayım. Kader inancı hayatımızı, yani yaşam biçimimizi nasıl etkiliyor?
            Konuya buradan girmek istiyorum. Müslümanların hayatında kader konusu, imanın şartları arasında kabul edilmiştir. Sünni mezheplerin tamamı ve Şiada kesintisiz bu görüş hâkimdir. Kaldı ki günümüzün diğer dinlerinde de, benzer görüşün geçerli olduğunu söylemek mümkündür.
            Bugün imanın şartlarından birisi kabul edilen, kader konusunun ana çerçevesi şöyledir: Yaratılışımız ve hayatımız Allah'ın yazdığı bir senaryoya göre işlemektedir.(fatalite) Her insan, dünya hayatında yazılmış senaryoyu oynayan bir aktördür.
            Dolayısıyla insan; dünyada başına gelenleri bu ilahi senaryo çerçevesinde kabul etmeli, isyankâr olmamalıdır. Aksini yaparsa, imanını kaybeder.
            Şimdi şunu açık ve net söylemek durumundayım. Bu görüşü dinin içine sokup, iman akidesi yapmak, Kur'anı reddetmek demektir. Ziyadesiyle de Allah'a muhalefettir.
            Anlatayım o zaman.
            Kur'an'da iman esasları anlatan 3 ayet vardır. Bakara–177, Bakara- 285 ve Nisa–136 ayetlerinin dışında iman esasları ile ilgili başka ayet yoktur. Şimdi Bakara suresi 177. ayete bakalım:
            ' İYİLİK, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik: ‘Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlerine iman edenlerin'''''
            Bakara suresi 285. ayete göz atalım:  ' Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti. Müminlerde iman ettiler. Her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler'..'
            Nisa suresi 136. ayet şöyledir: 'Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını,, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.'
            Peki, nasıl oldu da kader konusu imanın şartları arasına sokuldu?
            Kısaca belli başlıklar altında açıklamam lazım. Ayetlerin kelime anlamları üzerinde oynama yapıldı. Arapçada ‘ölçme, ölçü' anlamına gelen 'gadr' kelimesine, bugünkü 'kader anlamını verdiler. İsterseniz örneklendireyim:
            'Şüphesiz ki Allah her şey için bir ölçü koymuştur.' (Talak–3)
            'Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.' (Kamer–49)
            'Allah'ın işi, tam belirlenmiş bir ölçüye göredir.' (Ahzab–38)
            Şimdi bu ayetlerdeki 'ölçü' anlamı yerine, bugünkü ‘kader' anlamını koyarsanız ne olur? Şu olur, Kur'an'ın geri kalan kısmını reddetmiş olursunuz. Neden mi?
            Pek çok ayette, Allah yaratılışımızın sırrını, bir imtihan olarak açıklıyor. Yani bu dünyada imtihana tabiyiz. O zaman, şunu söyleyebiliriz. Sonucu önceden bilinen bir şeyin imtihanı olur mu?
            Mesela Necm suresi 19. ayette, Rabbimiz şöyle diyor: 'Hakikaten insan için, kendi çalıştığından başkası yoktur.'
            Merak edenler için daha çok şeyler söyleyebilirim Kur'an'dan. Yunus peygamberin olayı, Musa'nın Firavunla görüşmesini anlatan ayetler, Bedir'de yaşananları zikreden ayetlere dikkatlice bakıldığında, Rabbimizin bizim için önceden bir senaryo yazmadığı açık ve net biçimde anlaşılacaktır.
            Rabbimiz her şeyi yaratmış, insanı yaratmış ve bir imtihana tabi tutmaktadır. İnsan ölümlüdür ve Rabbine döndürülüp hesaba çekilecektir. Hayat dediğimiz süre içerisinde, bütün yaptıklarını Allah takdir etmektedir.
            Konyalı Mehmet Vehbi Efendi, Kur'an'ın bu gerçekliğini tefsirinde mükemmel şekilde ifade ediyor: 'Allah; varı var, yoku yok bilir.'
            Kadere iman, başka nasıl girdi Müslümanların hayatına? Kur'an'ın söylemediğini, anlam tahrifatıyla söyletmeye çalışanlar, yetersizliği görünce hadise sarıldılar. Peygamberin asla söyleyemeyeceği sözleri uydurdular. Çünkü o peygamber, kendisine vahyedileni (ne bir eksik, ne bir fazla) bildirmeye mecburdur ve Allah'ın bu konuda ikazına muhataptır.
            Başka? Mezhepler, meşrepler, cemaatler vasıtasıyla yaptılar. Kader konusunu iman haline getirerek, aracılığa zemin hazırladılar.
            Tarih boyunca toplumlara hükmetmenin, yönetmenin, sömürmenin vasıtası haline geldi kader konusu. Günahları, kusurları, basiretsizlikleri, hataları, akılsızlıkları, izansızlıkları örten kalın bir şal oldu.
            Asırlarca bu vakıadan; siyasetçiler, din istismarcıları, sömürücüler büyük rant elde ettiler. Toplumlar zorbalıklara, zulümlere, istismarlara, sömürülmelere, adaletsizliklere 'kader' diye rıza göstermek zorunda bırakıldılar.
            Bu kapıyı tarihte Emeviler açtı. Birkaç örnek vermek istiyorum.
            Muaviye, Küfelilere şöyle seslenmişti: 'Küfeliler!  Siz namaz kılmadığınız, zekât vermediğiniz ve hac etmediğiniz için mi sizinle savaştığımı sanıyorsunuz? Biliyorum ki bunları yapıyorsunuz. Size emretmek, sizi yönetmek için savaşıyorum. Bunu (iktidarı) Allah bana verdiği halde, siz kerih görüyorsunuz..'
            Ünlü Emevi valisi Haccac da Basralılara şöyle demişti: 'Vallahi insanlara bir kapıyı tutmalarını emretsem, onlar da başka kapıyı tutsalar, onların kanları Allah tarafından helal olur..'
            Emevilerin Müslümanların hayatına soktuğu illetli bir anlayıştır bu. Cebriyecilik yani kadercilik / fatalite dediğimiz bu anlayış, ne yazık ki günümüze kadar imanın bir şartı olarak geldi. O dönemlerde Hasan Basri gibi bir âlim, bu anlayışa karşı çıktığı için çok zulüm gördü. Sonraki asırlarda benzerleri yaşandı.
            Netice itibarıyla; asırlar boyunca Müslümanlar, böyle bir kader anlayışının kıskacında kıvranıp durdu. En çok onlar öldürüldü, en çok onlar sömürüldü, en çok onlar adaletsizliğe uğradı, en çok onlar basiretsiz idareciler tarafından yönetildi, en çok onların zenginlik kaynakları yağmalandı. En çok onların dini duyguları istismar edildi.
            Onlar bunları yaşarken, ağızlarına sıkıştırılmış bir tıkaç vardı: KADERE İMAN!
            Kısa bir not düşeyim. Konu belki daha iyi anlaşılır. Irak'ın işgalini, Bush nasıl açıklamıştı: Bu işgal, Tanrının bize bir vahyidir.
            Ne güzel değil mi? Onlar için de önceden yazılmış bir senaryoyu oynamak var. İşgalde hayatını kaybeden 1 milyon Iraklı Müslüman için de kaderine razı olmak var.
            Yazımı Mehmet Akif'in şu mısraları ile bitirmek istiyorum:
            O ihtişamı elinden niçin bıraktın da,
            Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
            'Kadermiş' öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;
            Belanı istedin, Allah verdi, doğrusu bu.
            Talep nasılsa, tabii, netice öyle çıkar,
            Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?
            'Çalış' dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
            Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
            Sonunda bir de ‘tevekkül' sokup araya,
            Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!

Bu yazı 1345 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum