At Üzerinde Orak Biçenler!!

Ahmet İNCE gordesgazetesi@gmail.com

Ben, 10 yaşından itibaren çarşıda büyüdüm. Bir esnaf çocuğu idim. Piyasayı, ticareti, toplumu yakından tanıma imkânı buldum. Hayatımdan bir 50 yıl geçti. Kitapların yazmadığını, okulların öğretmediğini burada öğrendim.
            Paha biçilmez tecrübelerdi yaşadıklarım.
            70'li yılların sonuna doğru, piyasa bir haberle çalkalandı. İş düzeni olarak herkesin gıpta ettiği bir isimdi. Çocuklarıyla beraber ticari hayatta inkişaf etmişlerdi. Yılları, güçlerine güç katarak geçiriyorlardı.
            Önce işleri bozulmuş diye çalkalandı ortalık. Kimse inanamadı. Sonra birbiri ardınca geldi haberler. Çöküşü akla bile getirilmeyecek, adı bile edilmeyecek olan o isim yıkılmıştı. Mülkler birbiri ardınca elden gitmeye başladı.
            Aile dağıldı, çarşının yıllardır imrenerek baktığı o adam, sonunda Bağ-Kur maaşıyla yetinmek zorunda kaldı.
            O günlerde, Zeybek amcanın (Mustafa Zeybek) dükkânında oturuyoruz. Çarşının ağır topları var. Ben çok gencim ancak olay fevkalade dikkatimi çekiyor. Konuşuyorlar ve dikkatle onları dinliyorum.
            Esas soru ‘hayretle' başlıyor aralarında. Ne oldu, nasıl oldu gibisinden. Yorumlar var, kanaatler var ancak birbirlerini tatmin edemiyorlar. Sonunda Zeybek amca söze girdi: 'Ben ona bir keresinde söyledim. Dikkat et, ‘senin oğlanlar at üzerinde orak biçiyor' dedim.'
            O söz kıymık gibi beynime saplandı hemen. 'At üstünde orak biçmek'
            Bu deyim, Yörük kültürünün önemli ifadelerinden bir tanesidir. Gördes yöresinde sıkça kullanılır. Belki bir kitaba, belki bin nasihate bedel bir deyimdir.
            Bir baba, bir ata bin bir güçlük ve zahmetlerden sonra bir iş düzeni kurar. Göz kamaştırıcı bir varlık ve potansiyel ortaya çıkarır. Derken çocuklar gelir ardından. Ancak onlar, kurulu bir düzene yani varlığın üzerine oturur.
            Ata, baba zahmetle ve zorlukla elde ettikleri düzenin kıymetini bilir. Bu yüzden prensipler, değerler, her şeyden önemlidir onlar için. Çocuklarına bunu anlatıp öğretebildikleri ölçüde, kurulu düzen devam eder gelişir.
            Aksi halde; ikinci kuşaklar varlığın kıymetini idrak edemediklerinden, her şeyin kudretten olduğunu sanır. Prensipleri, değerleri dikkate almaz. İşte bu noktadan sonra geriye gidiş başlar.
            Ticari hayat böyledir, aile hayatı böyledir, toplum hayatı, devlet hayatı böyledir.
            Sahip olduğunuz değerlerin, varlıkların kıymetini bilerek yaşayacak ve çalışacaksınız. Bilmediniz mi, ‘at üzerinde orak biçmeye' başlarsınız. Ve bu kaçınılmaz olan sonun başlangıcı demektir.
            At üzerinde orak biçerseniz ne olur?
            Ekin tanesinin yarısı,  sapın tamamı tarlada kalır. Varlığınıza güvenerek terlemek istemiyorsunuz, malım var mülküm var diyerek, at üzerinde bu işi yapacağınızı iddia ediyorsunuz.
            Bir zamanlar Türk ve Japon heyetleri arasında kalkınma üzerine görüşmeler yapılmış. Bizimkiler, Japon mucizesinin yani kalkınmasının nasıl gerçekleştiğini sormuşlar. Adamlar şöyle cevap vermiş:
            'Biz çocuklarımızı köprülerden, tünellerden, metrolardan, hızlı trenlerden yani teknolojik harikalarımızdan önce, Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine götürürüz. Bir ulus olarak, 2. Dünya savaşında yaşadıklarımızı anlatırız.'
            Japonların sistemi gayet açık ve net değil mi? Adamlar, ‘çocukları at üzerinde orak biçmesin' diye, bakın işe nereden başlıyorlar. Ulaştıkları düzenin acılarını, sıkıntılarını çocuklarına öğretiyorlar. Bir şuur veriyorlar. Sonradan gelenler, öncekilerin yolundan yürümeye devam ediyor.
            Yani çok çalışmak, prensiplerden vazgeçmemek, araştırmak, üretmek, rekabet etmek..
            Japon otomotiv devi Toyata'nın, hayat hikâyesini bir yazıda okumuştum. Bir imparatorluğun sahibi o. Hala 60 metrekarelik evde oturuyormuş ve hala pirinç lapası yiyormuş.
            Bizim Nagazaki'miz, Hiroşima'mız yok. Fakat Çanakkale'miz var, Kurtuluş savaşımız var. Bu devleti bir mucize olarak nasıl kurduğumuz ve bugünlere nasıl geldiğimiz gerçeği var.
            Biliyor muyuz kıymetini. İdrak ediyor muyuz varlığını.
            Akılsızlıklarımızı, mantıksızlıklarımızı, ilkesizliklerimizi, maziye sırt çervişlerimizi yazmaya kalksam roman olur.
            Ama şunu yazabilirim kısaca; bir yanda halk, bir yanda siyasetçiler ‘at üzerinde orak biçmeye' başlamışlarsa, istikbale kaygıyla bakarım'