Bunun Adı Yanmak!
Bu yıl bir başka. Hele Ağustos ayı, daha bir başka. Ülkenin dört bir yanından yangın haberleri geliyor. Özellikle Marmara, Akdeniz ve Ege bölgelerinde yangınlar birbiri ardınca patlıyor.
Eskiden, adı üstünde orman yangınıydı. Fakat bu yıl onun da ötesine geçti. Araziler yanıyor. Köyler yanıyor, şehirler yanıyor. Hasadı yapılmış ürünler yanıyor. Hayvanlar telef oluyor. Hep aynı avuntu ile avunuyoruz; şükür ki can kaybımız yok.
Ağaçlar kaç yılda yenilenir. Bitki örtüsü eski ahengine kavuşabilir mi? Bin bir çeşit böcek, o topraklara yeniden gelebilir mi? Maddi hasarlar, zaman içerisinde tolere edilebilir. Ya saydıklarım? İşte asıl kaybımız orada yatıyor.
Yetkililerin yaptığı açıklamalarda sebepler hep aynı.
Anız, piknik, sigara, elektrik telleri, trafo vesair..
Al o sebepleri tek tek incele, temelinde insan var.
Duyarsızlığımız, akılsızlığımız, izansızlığımız ve diğerleri hepsi iç içe.
Bu yıl farklı bir yıl. Yaz mevsimi, görülmemiş bir zorluk veriyor. Haziran girdiğinden beri, 2,5 aydır devam eden anormal sıcaklıklar var. Tarım arazileri, ormanlar çatır çatır kurudu. Nem oranları hızla aşağıya düştü. İklim değişikliği, aslında olası felaketlerin habercisiydi.
Bu yüzden, ülkede bir seferberlik ilan edilmesi gerekiyordu.
Kim yapacak, elbette yetkililer.
Ama yapılmadı. Mevcut iklim şartları bunu gerektiriyordu. Aş taşınca, kepçeye paha biçilmiyor. Aynen öyle oldu. Bu konuda idari bir zafiyet var. Öngörmek, ona göre tedbir almak, ehliyetli kadroların işidir. Demek ki bu konuda da ciddi bir zafiyet söz konusu.
Camilerde hutbeler Filistin’le yattı, Filistin’le kalktı. Aslında ormanlarımız ve topraklarımız için, her hafta uyarı yapılmalıydı. Denetimler sıklaştırılmalı, engelleyici önlemler alınmalıydı. Yetersiz kaldık.
Gördes’teki yangınları bizzat yaşadık. Karayakup mahallesi yandı mesela. Etrafında orman yok, ağaç yok. Ancak tarlalar tutuştu. Olacak şey değildi amma oldu. Mahalle bu yangınla, tarihe karıştı gitti. Bölgemizde binlerce zeytin ağacı yandı kül oldu.
Her şeyin başı insan.
Yanıyoruz hem de cayır cayır. Aslında yakan ne biliyor musunuz? Cehaletimiz, görgüsüzlüğümüz, disiplinsizliğimiz, duyarsızlığımız.
Gidin Kent Ormanına. İçinizde biraz duygu varsa kahrolursunuz. Biraları içmişler, şişelerini de kırmışlar. Sonra da oraya buraya atmışlar. Bu sıcakta, bu nemsizlikte o cam parçaları, ateşleme görevi görüyor. Sonrada yangın nasıl çıktı diyoruz.
Sigara izmaritini sokağa, caddeye atmaya alışmış bir toplumuz. Yolculuklarda nereye atıyoruz? Tabii ki yol kenarına. Piknik yapıyoruz, tedbir almadan bırakıp gidiyoruz. Anız yakmayın diye bağırıyorlar yakıyoruz. Elektrik tellerinden kaç facia yaşandı. İlgili şirketler hiçbir tedbir almıyor. Üstelik onları denetleyen ve zorlayan idari bir mekanizmada yok.
Laf başı geldi mi; vatan Millet Sakarya nutku atan çok. Din iman hikâyelerinin bir sürü müşterisi var. Hele milliyetçilik dedin mi, mangalda kül bırakmıyorlar. İş ormanlarımıza gelince, kimsede tık yok.
Bu nasıl bir toplum?
Ormanlarına gözü gibi bakmayan, onu kutsal bir emanet olarak kabul etmeyen, üstelik kül edip kavuran bir toplum, millet olabilir mi acaba?
Her işimiz böyle. Arabesk bir toplum olduk. Hangi işimizi doğru yapıyoruz ki ormanlarımızı koruyabilelim
Ormanlarımız yanıyor. Tabiat örtüsü yanıyor. Hayvanlarımız yanıyor. Ağaçlarımız yanıyor. Sonra da diyoruz ki ciğerlerimiz yanıyor. Ne güzel tanımlama değil mi. Teselliyi ardından veriyorlar hemen; “Çok şükür can kaybı yok.”
Sevsinler sizin açıklamalarınızı.
Lütfen dikkat beyler!
Ormanlarımızı biz yakıyoruz biz. Cehaletimizle, görgüsüzlüğümüzle, duyarsızlığımızla, akılsızlığımızla, izansızlığımızla…