Devlet!
Devlet nedir diye sorulduğunda çeşitli tariflerle karşılaşırsınız. Tarih boyunca, düşünürler, siyaset adamları, felsefeciler değişik tanımlar yapmıştır. Ben onlara girmeyeceğim.
Bugünlerde sıkça devlet kavramı üzerine konuşuyoruz. Onun bekasından bahsediyoruz. Devletin ne olduğunu ve ne olabileceğini size yakın tarihimizin iki olayı ile anlatmak istiyorum.
Börekçizade Rifat kimdir bilir misiniz?
Yılmaz Özdil, yeni çıkan kitabı Adam'da, enfes üslubuyla onu şöyle anlatıyor: 'Sivas kongresi tamamlanmış, Ankara'ya dönmüşlerdi. Elde avuçta ne varsa tükenmişti. Ekmek almak için fırına ödeyecek paraları bile yoktu. Sofraya bulgurdan başka koyacak yemek kalmamıştı.
Mustafa Kemal bankalara borçlanmayı reddediyordu. Özel kalem müdürü Mazhar Müfit Kansu; kürklü mantosunu sattı, satılabilecek bi o kalmıştı, anca birkaç gün daha idare edebileceklerdi. Kapı çalındı..
İçeriye giren asker, müftü efendinin geldiğini söyledi. Eyvah! dedi Mazhar Müfit.. Çekmecesini açtı, kahve vardı ama sadece iki tek kesme şeker kalmıştı. Sigara bitmişti, misafir ağırlayabilecek durumda değildi. N'aapsın? Olduğu kadar gari, buyursunlar' dedi.
Börekçizade Rifat Efendi odaya girdi, masanın etrafındaki iskemleye ilişti. Mazhar Müfit, Mustafa Kemal için sakladığı iki tek kesme şekere kıyamadı. zannedersem sade kahve içersiniz değil mi?' diye sordu. Müftü efendi tebessüm etti, zahmet etmeyin kahve içmiyorum' dedi., sigara da kullanmıyorsunuz değil mi? Onu da kullanmam..'
Hâlbuki hem kahve içtiğini hem sigara içtiğini, elbette Mazhar Müfitte biliyordu.
Müftü efendi fazla vaktinizi almayayım' diyerek söze girdi. Biraz sıkıntıda olduğunuzu duyduk' dedi. Demesine kalmadan, Mazhar Müfit gayet ters bir el işaretiyle müftünün sözünü kesti. Paramız var' diyerek, masanın arkasındaki küçük kasayı gösterdi.
Bozuntuya vermek istemiyordu ama kasada sadece 48 kuruş vardı. Paltodan geriye o kadarı kalmıştı.
Müftü efendi elini sol iç cebine soktu, mendil çıkardı. Katlanmış minik bir çıkın haline getirilmişti. Masaya koydu. Açtı. 1200 lira vardı. Kendi çocuklarına bile yük olmamak için, eşi Samiye hanımla birlikte biriktirdikleri cenaze parasıydı.
Bu mübarek memleket.. Kuvayı Milliyecinin sırtından çıkarıp sattığı paltosuyla, yurtsever müftünün kefen parasıyla kuruldu'. (Yılmaz Özdil-Adam- sf: 36,37)
Mehmet Rıfat Börekçi 1860 doğumludur. Mili mücadele döneminde Ankara müftüsü idi. Şeyhülislam Dürrizade'nin verdiği, 'Kuvayı Milliyecilerin katledilmesinin caiz ve görev' olduğuna dair fetvaya tepki gösterdi.
Karşılık olarak, milli mücadeleye dinen onay veren ünlü Ankara fetvasını yayınladı. Padişah tarafından görevden alındı, idama mahkûm edildi. TBMM'de 1. dönem Muğla milletvekilliği yaptı. 1924 yılında kurulan Diyanet İşleri'nin ilk başkanı oldu. 1941'de vefat edene kadar bu görevini sürdürdü.
Demem o ki devletin temel harcı sağlam olacak. İman, inanç, fedakârlık, aşkla pişmiş çamuru olacak.
Devam ediyorum. Şimdi Ali Kemal'den bahsetmek istiyorum. Kimdir Ali Kemal?
Gazeteciydi. Bir İngiliz'le evlenmiş. Milli mücadele yıllarında Türkiye'ye dönmüştü. İngiliz Muhipler Cemiyetinin kurucusuydu. Milli mücadeleye karşı çıkarak, ateşli yazılar yazmıştı. Bir yazısında Mustafa Kemal için şöyle diyordu: 'Medeniyet dünyasını aleyhimize çevirmek için Anadolu'da havsalaya sığmaz delilikler, cinayetler işliyor. Eyy Müslüman kardeşlerimiz, teşkilat-ı milliyeye aldanmayınız, Bolşevik kafası taşıyan serserilerdir bunlar..'
Ali Kemal, Müşir Zeki Paşanın kızı Sabiha ile ikinci evliliğini yaptı. Öldürülünce, eşi oğluyla birlikte İsviçre'ye gitti. Sabiha Hanım oğlunun tahsiline özen gösterdi. Hukuk tahsili yaptı. Sonra Memlekete döneceğim diye tutturdu. Seni orada yaşatmazlar dedi annesi. Dinlemedi.
Trene binip Ankara'ya geldi. İngilizce, Almanca, Fransızca bilen donanımlı bir gençti. Dışişleri Bakanlığının memuriyet sınavına girdi ve kazandı. Evet, bu genç, gazeteci Ali Kemal'in oğlu Zeki Kuneralp idi.
Bundan sonrasını yine Yılmaz Özdil'in üslubuyla dinleyelim: 'Cumhurbaşkanımız, İsmet İnönü'ydü. Dışişlerini kazananların dosyalarını getirdiler, masasına bıraktılar. Birinin üzerinde (menfi) notunu gördü. 'İşe alınması uygun değildir' yazıyordu. Açtı dosyayı, okudu. Kırmızı kalemle belirtilmişti, Ali Kemal'in oğluydu.
Çizdi menfinin üzerini, müspet (olumlu) yazdı. Muvafık değildirin üstünü, muvafakat ediyorum' diye yazdı ve imzaladı. Sonra şöyle dedi: 'Devlete kin yakışmaz, biz bu Cumhuriyeti kanla kurduk ama insanla büyüteceğiz'
İnönü dosyayı ilgilisine uzatırken de ekledi: 'Ben bunu Gazi'den öğrendim.' (a.g.e, sf 13)
Yani devlet kucaklar, kin gütmez. Ehliyete yani liyakate değer verir. Adaletle hükmeder. Dolayısıyla devlet bir ruhtur aynı zamanda.
İnançla, imanla, aşkla, ruhla liyakatle kurduk bu devleti.
Geçirilen bunca badireye rağmen, hala ayaktayız. Sıradan bir tesadüf sanmasın kimse.
Peki, bu devletin kıymetini bildik mi? Akılsızlıklarımız, izansızlıklarımız, heveslerimiz ve taassuplarımızla uzun zamandır onu örselemeye devam ediyoruz. İdeolojilerle, fantezilerle güya onu ele geçirmeye çalışıyoruz. Ruhuna, imanına, dirliğine darbeler vuruyoruz. Kafamıza göre nesiller yetiştirmeye çalışıyoruz. Devlet benden yana olsun, benden yana olanlarla dolsun uğraşına giriyoruz.
Devlet; yol, su, elektrik, baraj, metro, köprü değildir yalnızca' Devlet adalettir, devlet ruhtur, devlet kucaklamadır, devlet aşktır, devlet harçtır, devlet liyakattır, devlet devlettir yani..
Not: Zeki Güneralp; Paris, Bern, Londra, Madrid Büyükelçiliği görevlerinde bulundu. Dışişleri Bakanlığı müsteşarı oldu. Madrid'de Asala terör örgütünün saldırısına uğradı. Kendisi otomobilde değildi. Saldırıda eşi Necla Kuneralp, emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve İspanyol makam şoförü Antonio Torres hayatını kaybetti.
Zeki Kuneralp'in oğlu da babasının yolundan yürüdü. Stockholm ve Seul Büyükelçiliği yaptı. AB daimi temsilciliği ve Dünya Ticaret Örgütü daimi temsilcimiz oldu'