Filozof Rıza Tevfik
Tarihin en uzun soluklu milletiyiz. Asya steplerinden dünyanın dört bir yanına yayılmış, yurtlar edinmişiz. Devletler kurmuş, devletler yıkmışız. Binlerce yıldır devam eden, bir serüvendir bizimkisi.
Söz ve kelam, bizim için olmazsa olmazdır. Bu yüzden şairlerimiz, ozanlarımız can damarımızdır. Hicranlarımızı, coşkularımızı onlar dile getirir. Söyleyemediklerimizi, haykıramadıklarımızı onlar söyler.
Tenkit, hiciv, taşlama onların sesinde adresine gider. Belki bu yüzden; en çok onlar çile çeker, en çok onlar zulme uğrar. Çünkü yaşadıkları devrin siyasi, dini, ideolojik ikliminden kurtulamazlar.
Aslında bizim için önemli olan; onların söylediği sözdür. Bazen bir kelimedir, bazen bir mısradır, bazen bir dörtlüktür. En zor şartlarda, en imkânsız zamanlarda onlarla ayağa kalkarız. Bir mısra, bir dörtlük bazen yeniden dirilişin, eşsiz bir zaferin silahı olur.
Buna rağmen, toplumsal bir hastalığımız vardır. Şairlerimizi ve ozanlarımızı, sahip oldukları dünya görüşü ile değerlendiririz. Ne hüzündür ki onların dini, siyasi ve ideolojik tercihini ön plana çıkararak, ustalıklarını ve sanatlarını görmezden geliriz.
Necip Fazıl şiirin ustasıdır. Ancak dini söylem yönüyle, bir kesim tarafından görmezden gelinir. Nazım Hikmet de şiirin ustasıdır. İdeolojik tarafından bakıldığında, onu da bir kesim görmezden gelir.
Aslında dikkat kesilmemiz gereken, kulak vermemiz gereken onların sözüdür, sanatıdır.
Yakın tarihimizin böyle bir usta şairi var. Bugün pek bilinmeyen ve hatırlanmayan bir söz ustası o: Filozof Rıza Tevfik.
1868 yılında Rumeli'de doğdu. Tıbbiyeyi bitirdi. Felsefe okudu, İstanbul Üniversitesinde felsefe profesörüydü. Uzun boylu, güçlü kuvvetli heybetli bir adamdı. 7 lisan bildiği kayıtlara düşmüştür. Devlet görevlerinde bulundu.
Fakat en önemli tarafı şairliği idi. Sözün, kelamın ustasıydı. Hece vezniyle yazdığı koşmaları, divanları, hicivleri bir şaheser olarak yıllarca dillerde dolaşmıştır. Bir imparatorluğun en uzun yüzyılında yaşamış, devrin şartlarından aşırı derecede etkilenmiştir.
Bu en uzun yüzyıl, bin bir siyasi çıkmazın yaşandığı, harplerle ve kırılmalarla dolu bir zaman dilimidir. Sevr antlaşmasına, hükümet tarafından murahhas üye olarak gönderilmesi, en büyük talihsizliği olmuştur.
Bir dönem ittihatçılarla beraber olmuş. Bir dönem, Sultan 2. Abdülhamit'ten özür dilemiştir. 'Abdülhamit'in Ruhaniyetinden İstimdat' başlıklı hicviyesini, bu sebepten yazmıştır. Gün olmuş, milli mücadeleye inanmamış, gün olmuş hicran dolu itiraflarda bulunmuştur. 20 yıllık sürgünden sonra yurda dönmüş; hesaplaşmaya değil, helalleşmeye geldim demiştir.
İlginç bir yönü daha vardır. Mizacına uygun olmalı ki Bektaşiliğe girmiş ve 'Baba' olmuştur.
Nükteleri, hicivleri ve şiirleriyle bugün Rıza Tevfik gibilerini arıyor gibiyim. Mesela aşağıdaki Rubai ona aittir:
Kusursuz ve temiz bir özüm kaldı
Yaşamakta arzum ve gözüm kaldı
Çok teessüf ederim, bu memlekette
Henüz söylenmedik çok sözüm kaldı.
Kendisiyle yapılan bir röportajda çeşitli sorular soruldu.
Sizce dünyada en mukaddes şey nedir?
'Hukuk ve haysiyet-i beşer'
En çok sevdiğiniz hayvan hangisidir?
'Söyleyemem, nezaketsizlik olur.'
Nasıl ölmek istersiniz?
'Geç olsun da güç olmasın'
Devrin hükümetini eleştiren şu hicviyesindeki, söyleyiş kudretine bakalım:
Milletin feryadı sarsarken arşı
Bana boru gelir hürriyet marşı
Hükümet değil bu, Aynalıçarşı
Orada sırıtan birkaç simadır.
Rıza Tevfik'in karakteristik eserlerinden birisi de, 'Sorma Hocam' başlıklı şiiridir.
Bana sual sorma, cevap müşküldür
Her sırrı ben sana açamam hocam
Hakkın hazinesi darı değildir
Cami avlusunda saçamam hocam
Kaydi ahiretle düşmem mihnete
Ben burada memurum şimdi hizmete
Hayvan otlatırken gidip cennete
Sana hülle donu biçemem hocam
Miracı anlatma, eşek değilim
Bildiğin kadar da melek değilim
Günahkâr insanım ördek değilim
Bu ağır gövdeyle uçamam hocam
Halka korku verme velvele salıp
Dünya ve ahiret bu köhne kalıp
Ben softa değilim cübbemi alıp
İmaret imaret göçemem hocam
Ölümden ürker mi tez ölen kimse
Çoktan mazhar oldum ben hak nefese
Bu demi sürerken ecel gelirse
İşimi bırakıp kaçamam hocam
Şarabı menetme, o değil hüner
Aşıkım badesiz pek başım döner
Gönlümde muhabbet ateşi söner
Özürüm var, sade su içemem hocam
Narı cehennemi önüme serme
Günahımı döküp kaygular verme
Kitapta yerini bana gösterme
Ben pek o yazıyı seçemem hocam
Feylosof Rızayım dinsiz anlama
Dini ben öğrettim kendi babama
Her ipte oynadım cambazım amma
Sırat köprüsünü geçemem hocam.