Kan Damarları Kesilince!!
70'li yıllar, ülkede şiddet ve terörün tüm azgınlığı ile devam ettiği yıllardı. Dönemin şartlarını, iliklerine kadar yaşamış bir insanım. Buna rağmen, fikir ve düşünce adına en verimli geçirdiğim yıllardır diyebilirim.
Aslında, biraz garip gelebilir insana bu durum. Bir yanda ülkeyi baştanbaşa saran şiddet ve terör ortamının içinde olacaksınız, bir yandan da fikir ve düşünce namına en verimli yıllarınızı yaşayacaksınız.
Konuyu biraz açmak istiyorum.
70'li yılların yarıdan fazlasını İstanbul'da geçirdim. Fikirtepe Atatürk Eğitim Enstitüsünde okuyorum. Fikirtepe, Osmanlı padişahlarının ilim sohbetlerine katıldığı bir semtin ismi. Bu yönüyle tarihi bir mirası var.
Atatürk Eğitim Enstitüsü, işte bu Fikirtepe'nin kadim tarihi üzerine kurulmuş bir yüksekokul idi. Milli Eğitime en nadide öğretmenler bu okuldan yetişirdi. Ankara Gazi ve Fikirtepe Atatürk Eğitim Enstitüsü fikir, sanat ve ilim hayatına çok sayıda kıymetli isim kazandırmıştır.
Pedagoji bölümü vardı. Belli süre öğretmenlik yapmak şartıyla, bu bölüme giriyordunuz. Milli Eğitim müfettişleri bu bölümden çıkardı. Fikirtepe'nin pedagoji bölümü, ilim sahibi devasa hocalarıyla ünlüydü.
Onların başında da Seyit Ahmet Arvasi hoca geliyordu.
Mesleki formasyonunu ve kariyerini anlatmaya gerek görmüyorum. Aile geleneğinden gelen müthiş hassasiyetleri vardı. Aynı zamanda İslami konularda derin bir vukufiyet sahibiydi.
Arvasi hoca sadece öğretim üyesi değil, kelimenin tam anlamıyla bir âlimdi.
Bir hatırayı burada nakletmek istiyorum.
İdeolojilerin gençliği adeta zehirlediği dönemlerdi. Pedagoji bölümünün öğrencileri ekseriyetle sol görüşlüydü. Arvasi hocaya tavır alıyorlardı. Bir gün dersinde, ilginç bir eylem yaptılar.
Hoca derse girdiğinde, tüm öğrenciler kendisine sırtını döndü.
Hiçbir tepki vermeyen Arvasi hoca, dersini anlatmaya koyuldu. Kısa süre sonra, bir öğrencinin hocasına sırt dönmesinin psikolojik analizini yapmaya başladı. Söze şöyle başladı: 'Haklısınız çocuklar! Aynı hocayı defalarca dinlemekten usandığınızı biliyorum..'
Arvasi hoca anlatıyordu, öğrenciler ise sırtı dönük mecburen dinliyorlardı. Dersin sonuna doğru, müthiş bir şey oldu. Kaç yönlü bilimsel analizle sırt dönmenin' gerçeğini anlatan Arvasi hocaya, öğrenciler yüzlerini yavaş yavaş çevirmeye başladı.
Ders saati bittiğinde tüm öğrencilerin yüzü hocaya dönüktü. Teşekkür edip hoca çıktığında, kendini protesto eden sol görüşlü öğrenciler yerinden kıpırdayamıyordu.
Benim bölümüm olmamasına rağmen, iznini alıp çok sayıda dersine dinleyici olarak katıldım. 4 yıl boyunca kendisinin müdavimiydik ve haftanın en az iki gününde evindeki sohbetlere gidiyorduk.
Bizim bölümün üstadı Muhittin Arar, bir gün hazırlan' bu akşam hocaya gidiyoruz dedi.
Arvasi hocayı dinlemek ve soru sormak için, çok okumanız gerekiyordu. Evet, o yıllarda müthiş okuyordum. Buna anormal okumak diyebilirim. Sadece ben değil, bu yola sevdalı tüm arkadaşlarımız öyleydi.
O akşam, İslam dünyasındaki gelişmeleri konuştu hoca. Müthiş değerlendirmeler yaptı. Biz de çok sayıda soru sorduk. Sıkılmadan ve üşenmeden cevap verdi. Sonra bugün beni hala titreten, bir tespitte bulundu. Şöyle dedi:
'Bugün İslam dünyasının kan damarları kesilmiştir. Çünkü mütefekkirleri yok. Müslümanlar mütefekkir yetiştiremiyor..'
Bu dersleri dinlediğimde henüz 2223 yaşlarındayım. Söylenenleri anlıyorum, anlıyor gibi oluyorum.
Aradan yıllar geçti. Okumaya, düşünmeye, akletmeye, fikretmeye devam ettim. 70 yıllarda Arvasi hocanın tespitinin ne anlama geldiğini, hakkıyla idrak etmeye başladım.
Mütefekkir, tefekkür eden demektir. Tefekkür, fikirden gelir. Fikir sahibi olabilmek için bilgi sahibi olmak lazımdır. Bilgiyi fikre götürecek olan yol akıldır. Akıl, akledebildiği ölçüde geçerlidir.
Mütefekkir hayatı bir bütün halinde okuyan ve yorumlayan insandır. Dolayısıyla ufuk açar, istikamet gösterir. Sizi iyi ve güzele sevk eder.
Bugün Müslüman dünyasının perişan halini gördükçe, şunu söyleyebiliyorum: Kan damarları kesilmiş bir toplum nasıl yaşayabilir?
Akıl iptal edilmiş, fikir rafa kaldırılmış, bilgi hor görülmüş, akletme unutulmuş, tefekkür itibarsızlaştırılmış, tezekkür bilinmemiş..
Yerlerine neler ihdas edilmiş peki?
Akıl yerine bağnazlık, fikir yerine siyaset, bilgi yerine menfaat, akletme yerine hamaset, tefekkür yerine nutuk, tezekkür yerine taraftarlık'
Bugün yaşanan acılar, bir sonuçtur. En 45 asrın biriktirdiği yanlışların, kusurların ve günahların biriktirdiği bir sonuçtur.
Şimdi buraya tafsilat yazmaya kalksam, kocaman bir kitap olur.
Ancak geçtiğimiz günlerde yaşadığımız bir vakıa ile maksadımı daha iyi anlatabileceğimi umuyorum.
Prof. Dr. Aziz Sancar'ın Nobel Kimya ödülünü kazanması, hepimizi gururlandırdı. Böyle bir ödüle layık görülmek, bizi millet olarak mutlu etti. Ancak ödüle layık görülen bilimsel çalışmaya, genelde kafa yorulmadı.
Gördes; bu bilimsel çalışmaya ve ödüle ses versin diyerek, bir sunum yaptım. Paylaşmak istedim, dikkat çekmeyi düşündüm. Güzel tepkiler aldım. Başarılı bir çalışma oldu, bu yönüyle mutluyum.
Fakat hüznümü ve kahrımı, bu konu vesilesiyle dile getirmek zorundayım.
Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda acaba ne yaptı. Kaç okulunda böyle bir toplantı tertipleyip çocuklarımıza anlattı.
Nerede bu ülkenin üniversiteleri? Aziz Sancar hocanın buluşuyla ilgili kaç konferans düzenledi, kaç makale yazıldı.
Diyanet İşleri Başkanlığı habersiz mi? Bu buluş, en azından bir Cuma hutbesinde anlatılmalıydı.
40 yıl sonra, Arvasi hocamın sözleri bir kez daha yüreğime batıyor.
Hızla dünyevileşen, siyaset konuşmaktan siyasi tartışmalardan zevk alan, bilgi yerine kanaat sahibi olmayı tercih eden, aklını hocaya şeyhe teslim eden, okuduğunu bile anlayamayan bir toplum, Aziz Sancar'ı Nobel'e götüren buluşlara niye kafa yorsun'
En güzel yollar, köprüler, metrolar, alış veriş merkezleri, otomobiller, evler, teknolojiler sizin olabilir.
Ancak zihinsel inkişafınız, his dünyanız kupkuruysa asla mutlu olamazsınız.
Müslüman toplumlar keşke, tefekküre her şeyden daha fazla yatırım yapabilse.