Matematikçi Teğmen Bedenci Polis

Ahmet İNCE gordesgazetesi@gmail.com

PKK terörü bütün azgınlığı ile devam ediyor. Tabii olarak devletin mücadelesi de. Hayatın bütün renklerini, siyaset kaygılarının içinde soldurmuş bir toplumuz. Canlar toprağa düşerken, soluk nazarlarla bakıyoruz yaşananlara.
            1 can, 2 can derken tek hanelerde. Sonra iki hanelilere ve ardından üç haneli canlara yanmaya başladık. Renkler kaybolmaya yüz tutmaya görsün. Acılar işlemiyor, duygular kangrenleşiyor.
            Seçim sonrası Diyarbakır merkezli olmak üzere, terör kafa tutmaya ara vermiyor. 3 polis ve 1 teğmen şehit oluyor. Yıllardır olduğu gibi, onların hikâyeleri düşüyor gazete ve televizyonlara.
            Duygularım kangren oldu bu konuda diye, çook yıllar önce yazmıştım. Fakat yine de dikkat kesilmeden yapamıyorum. Şehitlerin genel ortalamasına bakıldığında Anadolu'da düşük gelirli ailelerinin çocukları.
            Bu defa, yüreğimi yakan bir ayrıntı var şehitler listesinde. Artık onların ismini zikredecek mecali bulamıyorum kendimde. İsmiyle yazsam ne olacak sanki. Aynı kaderi, aynı kahrolmuşluğu yaşayan bu insanların, biri de bir bini de bir.
            Şehit düşen polislerden birisi Beden Eğitimi öğretmeni. Yıllardır ataması yapılamamış. İş, aş diye polisliğe başvurmuş. Mesleğin tehlikesi, zorlukları hiçbir şey yerine gelmiş onun için. İşsizlikten, eşsizlikten daha tehlikeli ne olabilir mecburiyetine düşmüş.
            Şehit teğmen ise matematikçi. Bir üniversitenin Matematik bölümünü bitirmiş. Öğretmen bile değil. Sadece matematikçi. Bir işe yaramıyor. İş bulması asla mümkün değil. Nasıl zorluklar içinde okumuş. Ailesi nasıl fakirmiş, gazetelerden öğreniyoruz.
            Kısa süre önce Türk Silahlı Kuvvetlerine sözleşmeli olarak katılmış. Bunca yıl üniversite okuduktan, matematikçi olmak işe yaramadıktan sonra iş ve aş derdine düşmüş. Böylece asker olmuş.
            Terör belasıyla bunalan, aşırı siyasallaşmayla renklerini kaybeden bir toplumda; bedenci polisle, matematikçi teğmenin bize haykırdığı devasa bir dert var. Hüzünle ifade etmeliyim ki bu devasa dert, kimsenin umurunda değil.
            Bugün kaç üniversite var ülkemizde. İlçelere kadar açtık hani. Sanırım 100'ün üzerinde. Devletin var, vakıfların var. Parayla okunan Kıbrıs üniversiteleri var. Puanın düşükte olsa, bir miktar paran da varsa girebileceğin bir üniversite var.
            Girebileceğin yere giriyorsun. Yeteneğini, geleceğini, üretkenliğini hesaba katan bir sistem asla mevcut değil. Önemli olan, girip bir diploma almak. O genç hayaliyle, kendine üniversite mezunu etiketini yapıştırıp iş arayacaksın.
            İşte hayallerle gerçekler, o zaman ortaya çıkıyor.
            Acı bir gerçektir, istisnaları bir kenara bırakırsak, üniversiteler artık birer yüksek lise haline gelmiştir. Eğitim sisteminin bütün çarpıklıklarını, üniversitelerin bünyesinde görmek mümkündür.
            Rektör seçimlerinden, akademik kadroya kadar çarpık bir düzen söz konusudur.
            YÖK, Tıp Fakülteleri için baraj getirmeye hazırlanıyor. Bunu sırasıyla mühendislik ve hukuk fakültelerinin takip etmesi bekleniyor. Kısaca anlamını söyleyeyim. Hekim yetiştiremiyoruz. Sıradanlaşmaya başlamış. Mühendislikler aynı şekilde. Hukuk Fakültelerinde daha vahim bir durum var.
            Diploma veren fakat hekim, mühendis, hukukçu inşa edemeyen bir garip üniversite gerçeği ile karşı karşıyayız.
            Öyle fakülteler var, hayatın içinde hiçbir karşılığı yok. Genç mezun oluyor, piyasaya çıkıyor. Hayretler içinde şaşa kalıyor. Bunca yılın heba olduğunu görüyor. Mesela mühendis titri var isminin önünde. Ancak onun mühendisliğiyle ilgili bir tek iş alanı bulunmuyor.
             Mesela, öyle fakülteler görüyoruz hiç talebesi yok, bazılarının üç beş mevcudu var. Aynı fakültenin en az 8–10 öğretim üyesi kadrosu, öğrencisiz eğitimine devam ediyor.
            Öğrencisi bulunan fakülteler var. Onların da öğretim üyeleri yok.
            Hayatın pratiği içinde, ülkenin bu devasa çarpıklığını en net gözlemleyenlerdenim. Diplomasının işe yaramadığını anlayıp, hayata inatla sarılan gençleri görüyorum. Ancak bunlar, mevcudun içinde çok az yer tutuyor. Geri kalanları ise aileleriyle beraber bunalım yaşıyor.
            Hangisini anlatsam acaba?
            Bir öğretmen arkadaşım. Oğlu coğrafya öğretmeni. Ataması imkânsız gibi. Kaç yıl geçmiş böylece. Madene sokabilir miyiz diye, yardım istiyor benden.
            Bir tanıdığım, çocuğu avukat. Bolluğundan piyasaya tutunmak mesele haline gelmiş. Ne yapalım diye kaygılar içerisinde.
            Maden mühendisi akrabalarım var, jeoloji mühendisi tanıdıklarım var. Aileleri her kapıyı çalıyor. Her kapıya diz çöküyor. Çocuklarına iş arıyor.
            Geçenlerde geldi bir dostum. Yeğeni, enerji mühendisi imiş. İş arıyorlar. Filan yere, ne olur telefon edelim dedi. O gün ilk defa böyle bir mühendislik olduğunu duydum. İstedikleri yere telefon ettim.
            Öncelikle, bu nasıl bir mühendislik diye sordum. Çünkü çok merak ettim. Aldığım cevap beni titretti. Türkiye'de henüz karşılığı olmayan bir mühendislik imiş.
            Netice itibarıyla binlerce, yüz binlerce gencimiz bu dramı yaşıyor. Hukukçular şaşkın, öğretmenler bekliyor, mühendisler ne işe yarıyorum diye sorguluyor, ziraatçılar başka ne iş yapabilirimin derdinde. Vesaire vesaire..
            Bugün bu gençlerle birlikte aileleri de büyük dert yaşıyor. Şu ana kadar bu gençlerin aile yapıları; ekonomik olarak, moral olarak bu evlatlarına kucak açabilecek özellikte. Ancak bu gençlerin kuracağı aile düzenleri, öncekiler kadar güçlü olamayacak.
             Partilerin oy oranlarının, iktidarın gücünün ve diğer siyasal tartışmaların çok ötesinde, esaslı bir derttir eğitim sistemiz.
            Zaman bu yönüyle ülkenin aleyhine çalışıyor.
            Farkında mıyız? Farkındayız, ancak siyasi kaygılarla görmezden geliyoruz. Bu çarpık sistemin mağduru olan gençler, aileler kendi başının çaresine bakmakla meşgul.
            Matematik okudu. Bir işe yaramadı. Teğmen oldu, şehit düştü. Beden Eğitim öğretmeni oldu. Ataması yapılmadı. Polis oldu, şehit düştü.
             Bu tür konuları yazmanın bir işe yaramadığını bile bile, bana da bunları yazmak düştü.