Eski Gördes'te Çocukluk Oyunları
İlkokulu Eski Gördes’te 1952-53 öğretim yılında bitirdim. Okulda, “Yağ Satarım/Bal Satarım”, “Mendil Kapmaca”, “Yakan Top” gibi oyunlar oynardık. Okul dışı oyunlarımız çok daha çeşitliydi. Bugünün çocuklarınca, oynanması bir yana, adı dahi işitilmemiş onlarca oyun… İlk akla gelenler: “Kazık”, “Düğme”, “Taşını Dik”, “Dana Çevirme”, “Aşık” “Uzun Eşek”,“Fındık”, “Sigara Kağıdı”, “Çelikçomak”, “Körebe”, “Saklambaç”, “Seksek”, “Birdirbir”…
KAZIK: Kazık oyunu çay kıyısındaki ılgın ya da meşelerden yaptığımız yaklaşık 30 cm. büyüklüğündeki ucu sivriltilmiş kazıklarla yumuşak toprakta oynanırdı. Evimizin önündeki arsa böyle bir topraktı. Oyunculardan birisi kazığını havadan atarak kol ve bilek gücüyle toprağa saplar, diğer oyuncu ya da oyuncular, sırayla kendi kazıklarını yere saplarken öteki oyuncuların yere saplı kazıklarını devirmeye çalışırlardı. Saplanmış kazığı devirebilen kendi kazığının da saplanması koşuluyla o kazığı alırdı. Bunun gibi, kendi kazığını yere saplarken ötekilerin yerdeki saplanmamış kazıklarını bir karış öteye götürtebilenler de bu kazığı sahiplenirlerdi.
AŞIK: Geceleri, karanlıkta, sokakta Aşık oyunu oynardık. Mahallenin çocukları iki gruba ayrılır, bir grup, elindeki aşık kemiğini diğer gruba kaptırmadan sokağın bir yerinden kararlaştırılan öteki bir yerine götürmek isterdi. Kemik kimin elindeyse karşı takım onun başına üşüşür, oyuncuyu yere yıkarak elindeki kemiği zorla almaya çalışırdı. Oyunda şaşırtmacalar olur, bazen yanlış çocuğun peşine düşülür, kemik bir gruptan diğerine gider gelir ve sonunda kemiği sokağın işaretli noktasına götüren grup oyunu kazanırdı.
SİGARA KÂĞIDI: Dönemin resimli/yazılı karton kapaklı Kulüp, Yenice, Yeni Harman, Hanımeli, Bahar, Sipahi vb. yerli sigaraların kapaklarıyla oynanırdı. Çocukluğumuzda yabancı sigara yoktu. Yerli sigaraların karton kapaklarını biriktirirdik. Oyuncular, bu karton kapakları yere çizilen bir dairenin içine üst üste koyar ve elimizdeki kaydıraklarla belli bir uzaklıktan atış yaparak bu karton kapakları dairenin içinden çıkarmaya çalışırdık. Başarabilen bu sigara kapaklarına sahip olurdu. Her sigara kartonunun ayrı bir değeri vardı. Diyelim bir Yeni Harman, üç Yenice’ye bedeldi.
Sigara kartonlarıyla oynanan başka bir oyun şöyleydi: Oyuncular sırasıyla sigara kartonunu bir duvara değdirerek yaklaşık 1 metre yükseklikten yere bırakırlar; kâğıtlar yerde birikir ve sonunda bir kâğıt diğerlerinin üzerine düşer ve bu atışı yapan yerdeki bütün sigara kartonlarını kazanmış olurdu.
TAŞINI DİK: Sigara Kâğıdı oyununa benzer bir oyundu. Ebe çocuğun yere çizili bir daire içerisine koyduğu yuvarlak taşı diğer oyuncular kaydıraklarla vurup daire dışına çıkarmaya çalışırlardı. Taş vurulduğunda ebe çocuk taşı yerine dikerken atış yapmış olanlar ebeye yakalanmadan ayaklarıyla boştaki kaydıraklarına bastıklarında yeni atışlara hak kazanırlardı. Yakalanan ebe olurdu. Dairedeki taşın vurulmadığı durumlarda kıyıdan köşeden sızıp boştaki kaydırağına ebeye yakalanmaksızın dokunan oyuncu da atışa hak kazanırdı.
DANA ÇEVİRMEK: Biz topaç çevirmeye “Dana Çevirmek” derdik. Çam kozalağına benzer ince ucu çivili bir topacı çivisinden başlayarak kaytan denilen bir sicimle sarar ve topacı, ipini çekerek havadan yere fırlatır, çivisinin üzerinde döndürürdük. Dananın düzgün dönmesi için üstü biraz oyulur ve buraya balmumu doldurularak daha iyi bir denge sağlanırdı.
FINDIK: Fındık oyunu da şöyleydi: Oyuncular yaklaşık 10 kadar fındığı yere bir sıra halinde dizer, sonra sırasıyla belli bir uzaklıktan attıkları fındıklarla bunları vurmaya çalışırlardı. Vuran dizili ve atılı fındıkların tümünü alırdı.
ÇELİKÇOMAK: Çelikçomak’ta, eldeki uzun tahta çomakla, yerdeki kısa tahta çelik iki hareketle havaya kaldırılır ve aynı anda uzun çomakla kuvvetlice vurularak uzaklara fırlatılırdı.
FUTBOL: Tabii asıl ana oyunumuz, ayaktopu (futbol) oynardık. Futbol sahamız “Eski Mektep”in üst bahçesiydi. Burası aynı zamanda bayram yerimizdi. Salıncaklarımız, dönme dolabımız da burada kurulur, bayramlarımızı burada kutlardık. Bunlar erkek çocuklarının oyunları. Kızlar daha çok seksek, yakan top, ip atlama, saklambaç gibi oyunlar oynarlardı.
Yılbaşlarında tombala oynanırdı. Uzun kış gecelerinde evlerde darı patlatılır, ipek helva yapılır, soba üstünde kestane kızartılır, “yüksük bulmaca” oynanır, masal anlatılır, ailecek kitap okunurdu…
Mahallemizde, çocukluğumuzun “Arife Teyze”si (Gördeslilerin tanıdığı taksi şoförü Fahri Gökkaya’nın annesi) vardı. Dul bir hanımdı. Çocuklarından “Yörük Hüseyin” (Gökkaya) bizden bir sınıf önde, mahalle ve okul arkadaşımızdı. Arife Teyze bütün çocukları hoş tutardı. Arife Teyze’nin evinde biz çocuklar, tombala, rulet, kâğıt oyunları oynardık.
Kiralık bisiklete binerdik. İlkokul 4. sınıfta, sınıf ve mahalle arkadaşım, daha sonraki yıllarda da aramızda sağlam ve köklü bir dostluğun oluştuğu Muhittin Özsarı’ya orta boy bir bisiklet alındı. Babam bir hafta sonra da o bisikletin bir benzerini bana aldı. Bisiklete binerken ellerimizi bırakır, bisiklet selesinin üstüne çıkar, çeşitli gösteriler yapardık. Ancak bu konuda hepimizin ustası sınıf ve oyun arkadaşımız Tuncer (Çelik)’di. Tuncer futbolun da tam bir ustasıydı.
Çocukluğumuzun bir başka unutulmazı da İzmir Fuarı’dır. Bütün bir yıl fuara gitmeyi yaşardık. Fuar eylül başında açılır, 1 ay açık kalırdı. Biz ailecek, amcamlarla birlikte, çok zaman diğer aile dostlarıyla, çoluk çocuk kalabalık bir grup, her yıl birkaç günlüğüne Fuar’a giderdik. Dönme dolap, zincirli salıncak, atlıkarınca, çarpışan arabalar, kahkaha aynaları, tren, kasnakçılar, havada kayan otomobiller, sallan/yuvarlan, güç/kuvvet ölçen aletler, tüfek ve ok atışları, gazinolar, şarkıcılar, çeşitli ülkelerin mallarını sergiledikleri pavyonlar, çay bahçeleri…
Fuara gittiğimizde Basmahane’deki İpek Oteli’nde kalırdık. Beş katlı İpek Oteli’nin en üst katındaki terasına çıktığımda kendimi göklerde sanır, o yükseklikten aşağıya bakmaya doyamazdım. Sanıyorum o sıralar İzmir’de daha yüksek bina yoktu.
CİRİT: Cirit Türklerin ata sporlarından biri. Eski Türklerde, Orta Asya’da, Anadolu’da çok yaygın olarak oynanmış. Şimdilerde daha çok Erzurum yöresinde oynanıyor. Çocukluğumda, ‘Eski Gördes’te, çay kıyısında, düğünlerde ya da belli günlerde cirit oynanırdı. Ciritte, diyelim beşer atlıdan oluşan iki takım olurdu. Oyuncular at sürerek ellerindeki cirit denilen değnekleri karşı takım oyuncularına atıp onları vurmaya çalışlar, kendisine atış yapılan oyuncu da atıyla kaçarak vurulmamaya ya da atılan değneği tutmaya, bu arada karşı takım oyuncularına cirit atmaya çalışırdı.
Atlılar, geniş bir sahada at sürerek bu şekilde birbirlerine atış yaparlar, puan alıp puan verirlerdi. Cirit oyunu sonrasında, bu oyunun bir eklentisi olarak da, sert bir zeminde, dört beş metre yüksekliğe bir tel ya da urgan, ip gerilir; yarışanlar at sürerek ve ellerindeki kısa kalın sopaları yere vurup havaya zıplatarak bu telin üzerinden aşırtmaya çalışırlardı. Bunu başarabilenler ödüllendirilirdi. Benim cirit oyuncusu olarak çocukluğumdan bildiğim, aklımda kalan oyuncu Ziya Balıklı’dır.