Anılarım-10

Doç.Dr.İbrahim KOÇ 49ibkoc@gmail.com

Hastalık ve Kazalar
İlk okulun belki ilk yıllarıydı. Köye yakın Döşeme Mevkii ’sinde tarla işleri yapıyoruz. Ekin biçme işlerimiz var.  Fakat ben hastayım. Ateşler içinde yanıyorum. Sıtma olduğum söylendi. Köyde araba yok. Zaten doktor arama işi yapıldı mı hatırlamıyorum. Sadece ateşten kıvrandığımı hatırlıyorum. O sıralarda Gördes yöresinde “Doktor Ümmet “lakaplı bir seyyar sıhhiyeci vardı. Bir hastalığı olan hemen ona başvururdu. Belki doktor Ümmet’ten yardım almış olabiliriz.  Bunları anneme babama niçin sormadığıma üzülüyorum.
Yine o dönemlerde köyümüzün çıkışında, içinde elma, vişne, kiraz meyveleri olan bir “Millet Bahçesi” vardı. Bu millet bahçesinin dibinde (Şimdi burası özel bir şahsın mülkiyetinde) bir harman yeri vardı. Burada, tarladan getirdiğimiz arpa, buğday, burçak, nohut, vs. gibi sapları  “düven” denilen aletle sürer böylece evin, saman karışımı elde edilirdi. Daha sonra bu karışım tınaz haline getirilip, rüzgârda savrularak evinle saman birbirinden ayrılırdı. Harman işleri arasında komşu çocukları ile birlikte, harmanın yanında akan derede oynuyoruz. Derede yüzüp oynayabilmek için derenin önünü gererek derinleştirdik. Daha sonra birbirimizin üzerine su serperek oynuyoruz. Bu esnada ben bana su serpen Mehmet Ali Balaban’ın önünden su içinde kaçıyorum. Kaçarken ayağım su içindeki bir kabartıya takılarak yüzükoyun yere düştüm. Sağ dizkapağımın biraz alt bölgesi su içindeki keskin bir taşa çarpmış ve çarpılan yer yaklaşık 10 cm uzunluğunda yarılmış ve kanamağa başlamıştı. Korkudan anneme ve babama haber vermeden olayı geçiştirmeye çalıştım. Fakat yara derin olduğu için mecburen haber vermek zorunda kaldım. Annem babam önce bana kızdılar niçin dikkatli olmadım diye daha sonra üzüldüler. Yara bölgesine tuz kondu ve sarıldı. Doktora gitmedik. Ancak birkaç gün sonra kesik bölge yara haline geldi. Bu yarayı iyileştirmek için “dermojen” isimli bir merhem alındı. Bu merhem benim yarama çok iyi geldi. Yaklaşık on gün içinde yaram iyileşti.
Yine ayni yerde başka bir yaz mevsiminde, samanın evininden ayrılması için tınaz yapılmış ve samanın rüzgârdan uçup gitmemesi için önüne düven yan getirilerek set yapılmış kenarlarına da yaş ağaç dalları konarak geren tamamlanmıştı. Kız kardeşim Ayşe ve ben bu tınazın ve gerenin etrafında oynarken düveni destekleyen dayanaklardan birine kız kardeşimin ayağı takıldı ve düven devrildi. Kardeşimin ayağı düvenin altında kaldı. Düvenin altında bulunan keskin çakmak taşlarından biri kardeşimin ayağının tam üstüne isabet etmiş ve orada bir kesik oluşturmuştu. Kardeşim de bu yaralanmadan dolayı yaklaşık bir ay ızdırap çekti. Tuz ve merhem ile yara iyileşti.
Hacı Mahmut Dedem ve Öğrencileri
 İlk okul yıllarımdı. Eğitim yılı sona erip tatil başladığında ben de soluğu tarla işlerinde almağa başlardım. Hayvanları otlatmak bağ bahçe işlerine bakmak, vs. Kısacası her türlü tarım işiyle uğraşmak hayatımın bir parçası haline geliyordu. Yaz gelince bütün köy boşalır.  Her aile işlerinin yoğun olduğu tarla evlerine gider ve oraya yerleşip ve kış yaklaşıncaya kadar kalırlardı. Bu durum günümüzde de sürmektedir. Bizim tarlamız Mahmut (hacı) dedemin (annemin babası) tarlasına yakındı. Dedem, komşu Karayağcı Köyü’nün imamlığı yansıra, her türlü tarım işiyle uğraşırdı. Buğday, arpa, burçak, nohut, bakla, vs. eker ve biçerdi. Doğal olarak biz her türlü işlerinde kendisine yardım ederdik.
Dedem okumayı, öğretmeyi çok seven biriydi. Evinden çıkıp camiye giderken yanından geçtiği her komşuya selam verip hâl hatır sorardı. Dönüşte sokakta gördüğü gençleri yanına çağırır, eğer durum uygunsa onlara dini sorular sorar bilmiyorlarsa öğretirdi.
Dedemin bu özelliğinin sonucu olarak yaz aylarında makamlı kuran okumayı öğrettiği bir veya iki öğrencisi olurdu.
Bu öğrencilerden biri, Fransız  Filolojisi ve Arkeoloji Bölümü mezunu ve altı yabacı dil bilen, maliyeci, turizmci, profesyonel turist rehberi, ayni zamanda kayın biraderim olan sayın Abbas Ataman, diğeri Fikirtepe Eğitim Enstitüsü mezunu, binlerce öğrenci yetiştirmiş, öğretmenlikten emekli, öğretmenlik yaparken ayni zamanda İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirip avukat olmuş ve şu anda halen avukatlık yapan, ve ayni zamanda hatiplik yönü kuvvetli  Mehmet Tekdemir.
Bunlar henüz 14-15 yaşlarında. Abbas ve Mehmet amca çocuklarıdır. Benim anne tarafından büyük dedem Mehmet (hoca) ile Abbas’ın büyük dedesi Hacı Abdullah kardeştir. Ben de dedelerimiz tarafından onlarla akrabayım.
Abbas Ataman ve Mehmet Tekdemir ailelerinin tarlaları köye yakın olduğu için yaz ve kış köyde kalırlardı. O nedenle her gün köyden dedemin tarlasına gelirlerdi. Geldiklerinde dedemin tarla işleri varsa önce ona yardım ederlerdi.  Güneş biraz yükselmeye başlayınca bir ağaç gölgesinde mola verilerek derse başlanırdı. Tarlamızın yakınlığı nedeniyle ben de bu derslerin uzaktan takipçisi oluyordum. Çünkü dedemle öğrencilerin konuşmaları, okumaları, okuma esnasında yapılan hataların düzeltilmesi için yapılan uyarıları, örnek okumaları hep duyardım.
İşlerimiz nedeniyle veya dedeme yardım amacı ile ben de kendimi bazan bu ders ortamında bulurdum.
 Burada şunu hemen belirtmeliyim ki dedem oldukça sert ve otoriter biriydi. Hataları her zaman hoş görü ile karşılamaz bağırır çağırırdı. Bu huyu beni korkutuyordu. Bir gün hiç unutmam iki öğrencisi ve ben dedemin bahçesindeyiz. Yine ders molası verildi. Dedem öğrencilere vermesi gereken dersi verdikten sonra bana dönüp “İbrahim gel bakalım Sübhaneke’yi oku “dedi.
Ben de korkarak dedemin yanına gelip diz çöktüm ve besmele çekmeye başladım. Fakat heyecandan bir türlü besmelenin sonunu getiremiyorum. Besmeleye başlıyorum fakat sonunu ağlayarak bitiriyorum. Dedem bana “Hadi oradan kerata, seninle uğraşamam “deyip beni başından savdı. Bazen da okumayı bitirip korkunun verdiği heyecandan “sadakallahül azim” sözünü heyecandan düzgün telaffuz edemezdim.
Çiftçi bir ailenin özellikle yazları çok yoğun işleri olur. Hayvanların otlatılması, tütün işleri (çapalama, kırma, dizme), düven sürme, ekin biçme, vs. gibi. Bu nedenle dedemin yanında sürekli kuran okuma imkânım olmadı.