Anılarım-13

Doç.Dr.İbrahim KOÇ 49ibkoc@gmail.com

Yukarı Mahalle Keklik.
Yaklaşık 150 hanelik olan köyümüz, derelerle bölünmüş yarı kayalık bir vadi yamacına kurulmuştur. Vadinin ortasından dere geçmektedir. Bu köy deresinin akış yönünün sol tarafı az eğimli ve köyün kurulduğu yerdir. Sağ tarafı ise dereden itibaren dik olarak yükselen yarlardan oluşur. Köyün evleri bu dik yarlara bakar. Köyden dere tarafına doğru bakıldığında yemyeşil çam ormanlarının yarların kaşına doğru geldiği görülür. Bu ormanlar köyümüz için bir nimettir. Başta erozyonu önlemesi, havayı temizlemesi, görüntüsü, vakti geldiğinde mantarı ile insanların destekçisidir. Çam ormanları içinden köy deresine doğru dik şekilde birbirine paralel olarak gelen başka yan dereler köyümüzün eşsiz topoğrafyasını oluşturur. Orman içinde köyümüzün tam karşısına denk gelen devasa bir tepe görülür. Bu tepeye Sultan Dedesi (Yaldırık) denir. Salihli’deki Bin Tepeler den biri gibi köyümüzün manzarasına renk katar. Üzerinde ve eteklerinde asırlık çam ağaçları bulunmaktadır. Umarım bir gün bu tepede bir arkeolojik kazı yapılıp tepenin tarihi geçmişi gün yüzüne çıkarılır.
İlk baharın başlarında baharın gelişini kutlamak için yapılan Hıdırellez Törenleri bu tepede yapılmaktadır. Sultan Dedesi şenlikleri(Hıdırellez), (Emine Ataman Koç, Altı Bin Düğüm Bir Yevmiye,2011 s.21) kitabında detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.
Köyümüze ilk okul, 1950 (bin dokuz yüz elli) yılında kurulmuştur. Ben 1956 yılında ilk okula başladım. Sabah kahvaltıdan sonra bütün öğrenciler ellerinde bir odun olmak üzere okula gelirler ve getirdikleri odunları bıraktıktan sonra derslerine girerlerdi. Bu getirilen odunlar öğretmenin ve öğrencilerin ısınma sorununu gidermek için kullanılırdı. Bu odun getirme işi her gün yapılan rutin işlerdendi. Akşam ders bitiminden sonra bütün öğrenciler köy içine doğru dağılmaya başlar ve bir yol ağzında bazı öğrenciler aşağı mahalleye doğru bazı öğrenciler yukarı mahalleye doğru gitmeye başlardı. İşte tam bu sırada yukarı mahalleden muzip bazı arkadaşlar aşağı mahalleye doğru gidenlere “Yukarı mahalle keklik, aşağı mahalle b…..kluk” deyip hızla gülerek uzaklaşırdı. Bizde aşağı mahalleye doğru gidenler bu sözlere alınırdık. Oysa bu kınadıkları olayın yaratıcısı kendileri olmalarına rağmen bizlerle dalga geçerlerdi. Çocukluk işte!
Bu olayın nedeni köyümüzde daha henüz kanalizasyon şebekesinin kurulmamış olmasıydı. Yağmur yağdığı günlerde her hane, helalarının tıpasını açıp atık sularını yola bırakırdı. Köyümüz yamaç bir yüzeye kurulduğu için yukarıdan aşağı doğru hızla akan sular, kâh yol yüzeyi boyunca dağılarak akar kâh yolda oluşan bir derecik boyunca yoluna devam ederdi. Hoş olmayan bir görünüm ve kokudan herkes rahatsız olurdu. Bu olumsuz durum sanıyorum altmışlı yıllara kadar devam etmiştir. İşte bu olay çocuklar arasında alay konusu oluyordu. Oysa bu olumsuz durum köydeki herkesin sağlığına ayni derecede zarar verecek nitelikteydi.
Öğretmen okulu sınavı
İlk okulu 1961-1962 öğretim döneminde bitirdikten sonra, yine eğitimime devam etmek istiyordum. Orta okul eğitimi almayı kesinlikle planlıyordum. Kendimi buna göre hazırlarken Gördes’te yatılı öğretmen okulu sınavı yapılacağını duydum. İlkokuldayken öğretmen olmak favori hedefimdi. Sınav açıldığına göre, şansımı denemeliydim. Gerekli evrakları hazırlayarak sınava giriş belgesini temin ettim. Sınav gününe kadar olan zamanı, hazırlık yaparak değerlendirmem gerekiyordu. Burada rahmetli babam ve anneme ne kadar teşekkür etsem azdır. Çünkü tarla işlerinin çokluğunu ve geçim sıkıntısını ileri sürerek beni okutmak istemeyebilirlerdi. Nitekim köyümüzde bu şekilde düşünerek çocuklarını okula göndermeyen çok sayıda aile vardı. Ayrıca sevgili, babacığım bir defasında bana “Ben resmi işler için hükümet kapılarında memurlardan olduk olmadık yerlerde çok azar işittim. Bu sözler ağırıma giderdi. Yine 1943-1947 yılları arasında Çanakkale’de askerlik yaparken verilen tayınlardan karnım doymadığı için atın arpasını yediğimden dolayı ellerime meşe sopası ile vurularak cezalandırıldım. Tüm bu gibi nedenlerden dolayı ilerde çocuklarım olursa onları mutlaka okutacağım diye kendime söz vermiştim.” Demişti.  Annem ve babam her türlü özveride bulunarak benim okumam için gerekli çabayı gösterdiler.
Benim gibi sınava girmek isteyen sınıf arkadaşım Mehmet Özdemir de vardı. İkimiz, bizi sınava hazırlayacak öğretmen bulma konusunda anlaştık. Ne yapabilirdik? öğretmeni nasıl bulacaktık? Aklımıza, köyümüzde bizden bir-iki yaş büyük Aydın Ortaklar Öğretmen Okulunda okuyan hemşerimiz Mehmet Tekdemir geldi. Kendisi ile buluşup düşüncemizi anlattık. O da memnuniyetle kabul etti. Çalışma gününü belirledik. Ancak bir sorun vardı. Belirlediğimiz gün Mehmet Tekdemir hocamızın bir başkasının yerine tütün kırma ve dizme için gündelik çalışmasına gitmesi gerekiyordu. Bizim için durum engel teşkil etmezdi. Kendisine dedik ki, biz senin çalışmaya gittiğin yere geliriz, senin yapmakta olduğun işi bir saat boyunca her ikimiz yaparız, siz de bize iki saat ders verirsiniz dedik. Öğretmenimiz bu önerimizi makul karşıladı ve tamam dedi. Böylece Hiçbir kişinin iş kaybı söz konusu olmayacaktı. O yıllar makineleşmenin olmadığı ve emek yoğun işlerin çok olduğu yıllardı. Eli çomak tutan herkesin çalışmak zorunda olduğu dönemdi. Bizim de ders ücreti verecek durumumuz yoktu. Mehmet hocanın emeğini de yine iş gücü ile ödeyecektik.
Söz konusu gün geldiğinde kitaplarımızla Mehmet öğretmenimizin çalıştığı yere gittik. Kırılan tütün yaprakları bir damın hayatına dökülmüş, eline iğne alan gündelikçiler tütün yığınının etrafına dairesel biçimde oturup tütün diziyorlardı. İnsanlara kendimizi tanıtıp hoş beş edip iş sahibine niyetimizi anlattık. İş sahibi de tamam dedi. Bunun üzerine   Mehmet Özdemir ve ben de insanların arasına oturduk ve ayni işi yapmaya başladık. Yaklaşık bir saat çalıştıktan sonra iş sahibinden izin alarak öğretmenimizle bir ağaç gölgesinde çalışmaya gittik. Bu iş sahibi eşimin babasıydı.
Orada hocamız bize Türkçe’nin gramer kurallarını anlattı ve bazı tanımlar üzerinde durdu örnekler verdi. Bu dersler birkaç defa tekrar etti. Sınavı kazanmayı çok istiyordum. Sınav günü geldiğinde, şimdiki İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün olduğu yerde o zamanlar Mutlu İlkokulu vardı. Öğretmen okulu sınavına orada girdik. Sınavdan çıkarken ceketimi omuzuma atmış halde kapıdan çıkarken sınav gözetmeni rahmetli Ali Rıza Uçak hocamız bana “Nedir bu hal, köy ağası gibi ceketi omuzuna atmışsın ayıptır. Büyüklerin yanında bir daha böyle yapma” diyerek beni uyardı. Ben de ceketimi hemen giyip özür dileyerek oradan ayrıldım. Oldukça mahcup olarak   köyüme döndüm. Ne yazık ki Mehmet Özdemir ve ben bu sınavı kazanamadık. Böyle bir sınavı kazanmak için, soruların hangi konulardan geleceğini bilmek ve o konulara çok iyi çalışıp test çözme alışkanlığı edinmek gerekiyordu. Biz böyle bir çalışma yapmamıştık. Ama olsundu. Rus çarı deli Petro “Yenile yenile bir gün yenmesini öğreneceğiz.” Demişti. Edison, ampulü bulurken binlerce denemeden sonra amacına ulaşmıştı. Ben de yılmayacaktım.