Anılarım-130

Doç.Dr.İbrahim KOÇ 49ibkoc@gmail.com

ÇOCUK EĞİTİMİNE YAKLAŞIM TARZI
(Bundan önceki yazının devamıdır.)
Değerli okurlarım yukarıdaki ifadelerden zeki ve akıllı bir çocuğun ilk okulda başına gelen talihsiz olayların onun başarısında ne gibi gecikmelere neden olduğunu görüyoruz. Bu ele aldığımız örnek ülke çapında düşündüğümüzde binlerce örnekten bir tanesidir. Buna benzer mağduriyet yaratan kim bilir daha nice örnekler vardır. Böylesine haksızlıklar yaratan bir problem için bir çare önerdiğimizde ülke çapında oluşan diğer haksızlıkların giderilmesine de derman olabiliriz.  Bunun için ne yapmak lazım? Hep birlikte düşünelim.
Bir çocuğun eğitimini düşündüğümüzde, eğitim paydaşları hemen gözümüzün önünde canlanır. Bunlar: öğrenciler, öğretmenler, veliler, okul yöneticileri, Millî Eğitim Bakanlığı, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası, akademisyen ve araştırmacılardır. Bir öğrencinin yetişmesinde bu paydaşlardan her birinin üzerine düşen görevler bulunmaktadır. Fakat en etkin paydaşlar bana göre, öğrenci, öğretmen ve velilerdir.  Kırsal bir bölgede en büyük görevler bu üç paydaşa düşmektedir. Çünkü onlar (öğrenciler, öğretmenler, veliler) öğrenciye doğrudan dokunabilmektedir. Diğer paydaşlar daha çok eğitim politikaları ile ilgilidirler.
Paydaşlığı biraz daha daraltırsak en büyük görev anne babaya ondan sonra da öğretmene düşmektedir. Anne babanın etkisi en büyük olandır. Ancak bir çocuğun eğitimine katkı, anne babanın eğitim durumu ile doğru orantılıdır.
Bu olayda anne baba, henüz makineleşmenin olmadığı kırsal bir bölgede o dönemde emek yoğun çalışmak zorundadırlar. Yani kol gücüne dayalı çalışma başta gelmektedir. Üstelik eğitimin değerinin farkında olmamaları büyük bir ihtimaldir. Tarım işlerinin çokluğu nedeniyle veliler çocuklarını okula bile yazdırmak istememektedirler. Geçim derdi, günlük işlerin başta gelen sorunudur. Genelde köyde yaşayan bir çiftçi aileleri, çocuğun ödevini yapıp yapmadığının farkında bile değildir. Belki istisnaları olabilir. Büyük ihtimalle anne okuma yazma bilmiyordur. Baba askerde öğrendiği ile okuma yazma bilmektedir. Bu koşullar altında aile çevresinde çocuğun ödev sorunu ile ilgilenmesini beklemek hayalcilik olur.
Diğer eğitim paydaşı olan, okul arkadaşlarına gelince, bunlardan yararlanmak için çocuğu alıp komşulara ve arkadaşlarının ailelerine götürülmesi gerekir. Ancak yorgun argın işten gelen anne ve baba bu görevi “yorgunum gidecek halim yok” deyip ihmal edebilir.  Eğer anne baba “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik, yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir” Çin ata sözündeki eğitimin öneminin farkında olsalardı, başka bir ifade ile bilinçli olsalardı anne yorgunluğu unutup çocuğunun ev ödevini yapabilmesi için gerekli çabayı gösterir, çocuğunu komşulardan bilen birine götürebilirdi veya baba kahveye gitmeyip önceliği evladının okul ödevlerine vererek çocuğuna yardımcı olabilirdi. Ülkemizin o günkü koşullarında kırsal kesimde bu bilinç düzeyi yeterince gelişmediği için çocuklara gerekli özenin gösterilmediğini bu örneğimizde görüyoruz.
Paydaşların en önemli ayağı öğretmendir. Öğretmen, örneğimizdeki aile paydaşının yapamadığı veya noksan bıraktığı eğitim noksanlıklarını yerine getirmek durumundadır. Bu örneğimizde eğitim paydaşı olarak öğretmene çok büyük görevler düştüğünü özellikle vurgulamak isterim. Eğer öğretmenler bu görevi layıkıyla yaptıkları takdirde kutsal bir görev yapmış olurlar.
Fakat ne yazık ki burada, öğretmenin cezalandırma yöntemini seçmesiyle öğrencinin bütün çıkış yollarını kapattığını görüyoruz. Peki çıkış yolu ne olmalıdır. Hiç şüphesiz en iyi yanıtı pedagoglar verebilir. Bu yazıyı yazarken yaptığım araştırmaya göre, 1980 yılında üniversitelerdeki pedagoji bölümleri kapatıldığı için ülkemizde pedagog (çocuk gelişim ve eğitimi konusunda uzmanlaşmış kişi) yetişmemektedir. Fakat akıl yürüterek, ele aldığımız konuda öğretmen nasıl davransaydı, böyle bir öğrenci yıl kaybetmeden ve okul sevdirilerek daha başarılı hale getirilebilirdi? Biraz bunun üzerinde durmak istiyorum.
Ele aldığımız örnekte, öğretmen ödevini yapamamış öğrenciyi tek ayak üstünde durma cezası vermeden güler yüzle yerine oturtmalıydı. Öğretmen dersini tamamladıktan sonra öğrenciyi odasına çağırıp ona şefkatle yaklaşarak “çocuğum ödevini niçin yapmadın?” Diye sorup öğrencinin bu konudaki düşüncelerini öğrenmeliydi. Örneğimizde “Babamı bekledim kahveden gelmedi. Sabahleyin zaman darlığı nedeniyle yapamadım” demişti. Bunu öğretmene söylediğinde “Bu durumu babana da söylerim. Bundan sonra, önce senin ödevine yardımcı olmadan kahveye de gitmez. Eğer baban da ödevinde yardımcı olamazsa, hiç üzülme bana gel ben sana yardımcı olurum.” Deseydi durum çok farklı olurdu.
Eğer öğretmen bu yöntemi seçseydi, çocuk hem öğretmenini hem de okulu çok severdi derslerinde başarılı olurdu yıl kaybetmezdi.  Belki daha yüksek makamlara gelme şansı olurdu. Bütün paydaşların, daha mutlu daha başarılı gençler yetiştirmek için gayret sarfetmelerini diliyorum.