Anılarım-94

Doç.Dr.İbrahim KOÇ 49ibkoc@gmail.com

YAYA MI GİTTİNİZ?
Ekonomik nedenlerle ertelediğim adağımı mutlaka gerçekleştirmek istiyordum. Çünkü daha Kadastro Lisesi ikinci sınıfta okurken, Yıldız Teknik Üniversitesi Harita Mühendisliği Bölümü’nün Kadastro Lisesi mezunlarına belli sayıda kontenjan ayırdığını öğrenmiştim. Bu kontenjan sınavını kazanıp harita mühendisi olursam bir dana kurban edeceğim diye kendi kendime söz vermiştim.
Ancak bu sözümü yerine getirmem için ekonomik koşulların uygun olduğu bir fırsatı kolluyordum. Üniversitenin lojmanına taşındıktan sonra ekonomik yönden kendimizi biraz toparlayabildik. Çünkü kira derdinden kurtulmuştuk. Lojman aidatı da düşüktü. Eşim de para kazanıyordu. Bu nedenle elimize geçen paradan biraz tasarruf yapabiliyorduk. İkinci el arabamızı da almıştık. Bunun üzerine, adak zamanının geldiğini karar verdim ve bu defa yaz tatilinde, eş dost konu komşu arasında bir ziyafet olsun istiyordum. 
Üniversitenin eğitim ve öğretim arası olan ağustos ayında eşimle birlikte arabamızla köye geldik. Bu defa, her söylediklerinde mahcup olduğum adağımı yerine getirmek istiyordum. Ailemiz köye yakın olan bir tarlada kalıyorlardı. Bu tarlaya Döşeme Tarlası denirdi. Bu tarlaya niçin Döşeme Tarlası dendiğinin hikayesini anlatmak istiyorum:
Dedelerimiz zamanında çiftçiler ürettikleri mallarını satmak için Akhisar pazarlarına götürmek istediklerinde, vasıta olmadığı için eşek ve atlara sararak pazar yerine ulaştırdıklarını anlatılan hikayelerden duyardım. Bizim köyden Akhisar yoluna, en kestirme yol tarlamızın yanından geçiyordu. Bu yolun belli bir kısmı oldukça dik bir yoldur. Yol dört mevsim kullanıldığı için her zaman kullanıma uygun olması istenir. Özellikle kışın yağmurlu ve karlı havalarda yol çamur olduğunda buradan gitmenin imkânı yoktur. Ama ihtiyaçlar ferman dinlemez. Mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Tahminime göre, konu muhtarlık düzeyinde ele alınarak bu yolun kışın da kullanımını sağlama yoluna gidilmiştir. Bunun için yaklaşık 250m uzunluğundaki dik yolun taş döşemesi imece yöntemiyle yerine getirilmiştir. Çünkü bu yol köylülerin tamamını ilgilendirmektedir. Yazdıklarımı, öğretmen Hasan Aybey de doğrulamaktadır. Bundan dolayı yolun adı “Döşeme Yolu” olmuştur. Etrafındaki tarlalara da “Döşeme Tarlası” denmektedir. Bugün bu yol, o tarafta tarlası olanlar ve zeolit işletmesinde çalışanlar tarafından kullanılmaktadır. Döşeme yolu takip edilerek zeolit işletmesine oradan da Gördes-Akhisar yoluna çıkılmaktadır. Köylülerin “Hasmel Dedesi”dedikleri Hacı İsmail Dedesi’ne de vasıta olmadığı yıllarda bu kestirme yoldan gidilirdi.
İşte bu Döşeme Tarlası’nda bir yaban damı bulunuyordu. Damın önünde ise büyük bir meşe ağacı, sıcak yaz günlerinde insanlara serinlik veriyordu. Annem, babam, kız kardeşim, kız kardeşimin çocukları Selma ve İbrahim burada kalıyorlardı. Bu damın olduğu yerden Kıran köy kuş bakışı olarak görülebiliyordu.
Manzara çok güzeldi. Ailem burada tütüncülük yapıyordu. Tarla yaklaşık on dönüm büyüklüğünde meyilli bir araziydi. Bu tarlanın pıtrağı da meşhurdu. Arpa, buğday, gibi tahıl ürünleri ekilip biçme zamanı geldiğinde insanın her tarafını pıtrak sarardı. Çocukluğumda bu pıtraklar bende hiç iyi bir izlenim bırakmamıştı. Onlarla hiç iyi geçinemezdim.
Gerçi tarlada su yoktu ama, günlük su ihtiyacı dereden hortumla getirilen su ile karşılanıyordu. Babam, tarlamızın alt tarafından geçen derenin kot olarak uygun ve oldukça yukarı kısmında bir yerden suyu hortumla damımızın yanında bulunan su tankerine getirmişti. Hortum sıcak yaz günlerinde muhtelif yerlerinden balon yapıp patlıyordu. Babam onu tekrar onarıp kullanmaya devam ediyordu. Hortumla gelen su ile tanker doldurularak günlük ihtiyaçlar gideriliyordu. Hatta babam suyun başındaki dere içindeki yamaçları işleyerek bahçe haline getirmiş ve burada domates, biber, salatalık, vs. gibi sebzeler yetiştirmekte idi.
İşte bu tarladaki damda babama adak olayını söyledim. Babam da sevinerek “Olur oğlum, uygun bir dana bulur, konu komşuyu çağırır hep birlikte ve adağımızı yerine getiririz” dedi. Bunun üzerine yaklaşık üç yaşlarında bir dana aldım. Akrabaları ve komşularımızı çağırdık.
Danamızı kurban ettik. Etinden hep birlikte konu komşu neşe içinde yedik. Ancak kola ve kuru yemiş gibi destekleyici yan ürünler almayı önceden düşünememiştim. Yemekte iken birisi hatırlattı.  Bunun üzerine “Onun kolayı var nasıl olsa altımızda araba var, Gördes’e gider alır geliriz” dedim.
O zamanlar köyümüzün Gördes’e olan yolu bozuktu. Şimdiki yol henüz yapılmamıştı. Saat akşam dokuz civarındaydı. Amcamın oğlu Mehmet Koç’la ben direksiyonda birlikte yola çıktık. Yolumuz, Kıranköy- Güreş Harmanı, Sığır Ereği ve Yaronun Deresi üzerinden Gördes’e varıyordu. Sığır Ereği (Anıt Çınar) üzerinden gittiğimiz bu yol yaklaşık yedi kilometre civarındaydı. Düzgün yerlerde normal hızla gittim. Fakat taşlı, çukur yerlerde hızımı düşürerek devam ettim.
Yeni araba edinmenin verdiği duygu ve arabama zarar gelmesin düşüncesi ile bozuk yerlerde gereğinden fazla düşük hızla Gördes’e varıp alınması gereken siparişleri alıp tarlaya geldiğimizde saat on biri geçiyordu ve herkes yatmıştı. Milleti uyandırdığımızda bana söyledikleri söz “Siz ne yaptınız? Gördes’e yaya mı gittiniz?” oldu. Ben de kendilerine “Ne yapayım yol bozuktu” yanıtını verdim. Gerçekten şimdi düşünüyorum da arabaya bir şey olmasın kaygısı ile o gün yaptığım bu yolculuk unutamadığım yolculuklardan biri olmuştur. Şimdi olsa amortisörler biraz görev yapsın diyerek ayni yolu yarım saatte gider gelirim. Amcaoğlu bu yolculuğu bana gülerek hep anlatır.