Dedemin Çiftliği

Gülruh DEMİREL gulruhdemirel123@gmail.com

Bugün sizlerle çiftliğimize yolculuk etmeye ve gün boyu orada güzel zaman geçirmeye ne dersiniz?
Toprağımız... Annemin tütün kırdığı, ata binmeyi öğrendiği, çocukluk ve gençlik yıllarını toprağı işleyerek ailece yazları geçirdiği topraklar. Gördes'in Göncübükü mevkiinde, Ali Çolak dedesinden kalan çiftliğinden bahsediyorum. Dar patika yolda ilerleyen arabamızdan etrafımızda gördüklerimiz eşlik ediyor bize: Tarlalarda tütün kıranların araba sesini duyunca belini doğrultarak gülümseyişleri, çocukların el sallamaları...
Pembe çiçekleriyle tarlaları süsleyen tütünler, üzüm bağları, elma, armut, badem, ceviz ağaçları… Gördes çayından karşıya geçerken heyecanlanan yüreğimizin sesiyle ve rüzgârda salınan buğday, arpa tarlalarının arasından görsel bir şölenle çiftliğimize ulaşıyoruz. 
Bizleri ortakçı diye tabir edilen toprağımızı işleyen, üreten, oradaki tüm kadın, erkek, çocuklar karşılıyor. Babama “ağa”, anneme “Ayten Aba” deyişleri, öyle içten ki! Hediye olarak akide şekeri, çok sayıda pazar ekmeği (pazartesi günü Gördes pazarına gelen köylülerin fırından alıp götürdükleri francala ekmeği) ve de helvacı Mesut Aydın veya Uğurlardan alınan tahan ve köpük helvalarını veriyoruz. Meşe odununda yanan ocağın üstünde demlenen kapkara çaydanlıkta bizlere ‘hoş geldiniz’ diyerek sunulan çayın lezzetine ekmeği bölerek arasına koyduğumuz tahan helvasının eşlik etmesiyle güne başlıyoruz.
Çiftliğin en yaşlı ninesi (ebesi) Ayşe nine. Eşi Ahmet Abimiz. Oğlu Murat, gelini Güllü, çocukları ve çalışanlarla birlikte bizleri misafir eden bu güzel insanlar...  Ayşe nine hoşbeşten sonra  hemen bizlere yörük katmeri yapmak için hamur yoğuruyor, oğlu Murat da fırını yakıyor... Yörük katmeri yaparken ‘yavrucuğum’  diyerek hitap eden o tatlı sesiyle, güler yüzüyle, hünerli elleriyle Ayşe Nine, katmerine eşlik eden güzel sohbetiyle bizleri ağırlıyor…
Bir tarafta katmer yenirken, diğer tarafta önceden hazırlanmış ekmek hamurunu evin gelini Güllü küçük parçalara bölerek köy ekmeği ve bazlama (yoz pide) yapıyor, fırına sürüyor... Mis kokulu köy ekmeklerine ve yoz pidelere çıkar çıkmaz koyunlarımızdan elde edilen sadeyağı (tereyağı) sürerek yiyoruz. Bir öğün bitmeden yenisi başlıyor, daha önceden hazırladıkları kuzuyu keserek içini pirinçle doldurdukları kuzu dolmasını da (SURAYI) fırına pişirmeye bırakıyorlar.
Fırının ön kısmına çıkartılan közün üstünde de tarladan ellerimle topladığım püsküllerine bile hayran kaldığım darılar közleniyor. Yiyeceklerin içinde en sevdiğim ise; çitle çevrilmiş küçük bahçeden topladığımız patlıcan ve biberler... Ocaktaki kara tavada yağda kızartılıyor, koyun yoğurduyla lezzetine doyum olmuyor!  İçecek olarak da bakır kupalara bakraçtan doldurarak içtiğimiz bol köpüklü çalkama ayran! İki katlı çiftlik evinin önünde sofra bezlerinin üstüne sıralanan yiyeceklerimizi oradaki yaşayanlarla birlikte büyük bir aile gibi oturup neşe içinde yiyiyoruz.
Her şey o gün bir başka güzel... Ayşe ninenin eline aldığı kovayla birlikte ağıla koyun sağmaya gidişimiz... Hele kuşluk vakti, yavru kuzuların yayılmaktan dönen koyunlarla kaynaşması kuzuların o kalabalık koyun sürüsünde anasını bulup emmesi unutamayacağımız anlar!
Çalışanların gece yarısından sonra lüksle aydınlatarak yaptıkları tütün kırımı, sabahleyin saat dokuzda bitirilirdi. Ağacın altına aralıklarla kare şekli verilerek üç kalın dal toprağa sabitlenir,    üstü ve üç yan  kenarı   çalılarla örtülerek  adına da “CERGE” denilen  gölgelikler yapılırdı... Küfelerle tütünler cergelere getirilir, tütün iğneleri sağ kolun altına sıkıştırılır, sol elle küfeden yere dökülen tütün yaprakları alınarak ortasından 40 cm uzunluğundaki tütün iğnesine teker teker geçirilerek dizilirdi. Uykusuz ve yorgun bedenlerinde o Gördes'imin güzel insanlarının yüzlerinden yine de gülümseme eksik olmazdı...
Cergelerde radyonun yeri bir başkaydı... Saat 12 de “AJANS” başlar ve herkes bir anda susar, pür dikkat dinler, arkasından da memleket meseleleri üzerine yorumlar yapılırdı. Güzel Türkçesiyle radyodaki kadın sunucu: "Programımız Anadolu'dan türkülerle devam ediyor!” deyince herkeste bir canlılık ve gülümseme belirirdi. Türkülerin eşliğinde sohbetler edilerek tütünler dizilir, dere kenarlarında yetişen soyularak hazırlanmış kargılara sicim geçirilerek tütün iğnesindeki tütünler aktarılırdı.
Tarlalardan kaldırılan buğdayın harman yerinde çift öküz koşularak düven sürülmesi, düvenin üzerinde dönüşümüz, yaba ile rüzgarlı havada savrulan harmanı izlemek hepsi de günün güzellikleriydi. Bostandan kopardığımız o taptaze kavun ve karpuzları havuza koyar, soğumalarını beklerdik. Kuyudan kovayla çektiğimiz su ile tulumbayı çekerek çıkan soğuk sudan içmeye doyamazdık.
Tarladaki elma ağaçları benim en güzel sığınağımdı diyebilirim. Çalıkuşundaki Feride  gibi ağacın üstüne çıkar, küçük tatlı elmalardan doyuncaya kadar yerdim. Artık gönlümüzün ve midemizin doyduğu eve dönme saatinde, o güzel insanlara veda etmek bizleri hüzünlendirirdi. Çiftlikten uğurlanışımız da adeta bir merasim gibiydi. Sarılmalar,  arkamızdan el sallamalarla evin oğlu Murat ve çocukları çaydan geçinceye kadar yürüyerek bizlere eşlik ederlerdi. Yaşam onlar için zordu. Tüm emekleriyle alın terleriyle çalışarak toplum için ürettiler, bizleri doyurdular ve yüzlerindeki gülümsemelerini de hiç eksik etmediler.
Dedemin çiftliğindeki bu güzel insanlar, anılarımızdan silinmeyecek, bu yazıyla bir tutamını takdim etmeye çalıştığım hoş bir seda bıraktılar… Gördes’imin çiftliklerinde tütün saksaklı elleriyle o günleri yaşatan 'GÜZEL İNSANLARA 'minnet duygularımla sağlıklı ömürler, aramızdan ayrılanlara da Allah’tan rahmet diliyorum...