Küçük Şeyler Büyük Umutlar
İzmir hayatın tadını çıkaran ve hayata önem veren güzel insanlarla dolu. İnsanların coşkusuna eşlik eden havası ve denizi de cabası…
Gençlerin müzik dinletileri yolda, vapurda ve metroda hoşça vakit geçirmenizi sağlar ya da anılarınızı süsleyen nostalji yolculuğunu başlatır. Vapurdaki bu güzelliklere martılar da eşlik eder. Siz de gevreklerinizi onlarla paylaşarak demli bir çayın eşliğinde güzel bir güne merhaba dersiniz.
İşte böyle güzel bir günde Karşıyaka'dan İzmir'e vapurla geçerken karşıma çıkan delikanlının yaşam hikayesini sizlerle paylaşacağım.
Giyimiyle, davranışıyla sattığı limon sıkacağını pazarlayan işin uzmanı delikanlı... Şifa kaynağı limonun salataya, hastanın ıhlamuruna, bamyaya, lavabo temizliğine kadar uzanan kullanım alanını anlatarak, elinde tuttuğu limon sıkacağının tanıtımını öyle güzel yapıyordu ki… “Her evin ihtiyacı!” diyerek limon sıkacağı satan delikanlıdan ben de dört tane alıverdim.
Satışını başarıyla tamamlayan genç, yaptığı işin verdiği mutlulukla yanıma oturdu. Her konuda meraklı olan ben ise delikanlıya yönelerek “Merhaba delikanlı, işinizi ne güzel yapıyorsunuz, sanki bu işin eğitimini almış gibi. Kutlarım sizi.” dedim. Başarılı bir satış gerçekleştirilen genç, benden aldığı övgünün de etkisiyle söze başladı; “Ablacığım teşekkür ederim. Eğitim dedin ya, aldım. Dersin ki bunun eğitimi mi olur? Olurmuş ablacığım. Yıllar önceydi. Akhisar'ın bir beldesindenim. Köy yeri, geçim zor...Komşumuzun kızını seviyorum, o da beni seviyor.
İzmir'e gidip fabrikada iş bulup kazanacak, paramı biriktirince de kızı alacaktım. Nihayet dediğim oldu. Fabrikada iş buldum. Ev kiraladım, birkaç parça eşya aldım. Ama hiç düşündüğüm gibi olmadı. Köy yeri gibi değilmiş büyük şehir ablam. Yol parası, kira, yiyecek, yakacak... Köyde bunların hiçbirine para harcamıyordum. Maaşımdan biriktirmeyi bırak, harcamalarıma bile param yetmiyordu. Hafta sonu işe gitmediğim bir pazar günü çok sıkıldım. Vapurla ilk kez Karşıyaka'yı göreyim diye düşündüm. İyi ki düşünmüşüm ablam... Meğer o gün benim şansımın başlayacağı günmüş. Vapurda bir delikanlı limon sıkacağı satıyor, paralar peşin. O kadar çok sattı ki, cepleri para doldu, paraların bir kısmını da torbaya doldurdu. Tüm heyecanımla hayal kurarak onu izleyen bense ‘Aman Allahım! Ne güzel bir iş bu böyle. Her gün böyle satış olursa bir ay fabrikada çalışıp bekleyerek aldığım parayı daha kısa sürede alabilirim.’ diye düşündüm. Vapur Karşıyaka'ya ulaşınca inenlerin arasından satış yapan delikanlının peşine düştüm.
Çarşıya doğru yakaladım. ‘Merhaba. Ne güzel bir iş. Allah bereketli yapsın kardeş. Ben de çok zor durumdayım.’ diyerek hayat hikayemi bir çırpıda anlatıverdim. ‘Ben de bu işi yapayım. Senin yoluna çıkmam başka yerlerde satarım. Aman gözünü seveyim bu işi bana öğret.’ deyiverdim. Delikanlı ‘Sen Allah'ın kıymetli bir kuluymuşsun.’ diye söze başladı. Kendi kendime yakıştıramadım delikanlının bu sözlerini. Kendinden bezmiş halde dinlemeye başladım. ‘Ben İstanbulluyum, adım Kemal.’ dedi, ‘Benimki de Ahmet.’ dedim.
Başladık yol boyunca konuşmaya. Ege Üniversitesi’nde okuyormuş. Önümüzdeki hafta mezun olup İstanbul'a dönüyormuş. ‘Gel Kemal şu kafede bir çay içelim de öyle konuşalım.’ diyerek talih kuşu gibi görüp, uçar gider diye korktuğum delikanlıyı adeta kafese aldım. Birlikte başladık sohbete. Kemal hayat hikayesini anlatarak başladı. Önceleri babasının gönderdiği harçlıklarla, yurtta kalarak zar zor geçimini sağlıyormuş. İşportacıda gördüğü limon sıkacağı geçim kaynağı olmuş.
Harçlığını aldığı gün işportacıdan aldığı limon sıkacaklarını satmak için, okul çıkışı vapura biniyor, son seferine kadar elindekileri satıyormuş. Durumu iyileşmeye başlamış. Para kazandıkça ailesine maddi destekte bile bulunuyormuş artık. ‘Şimdi İstanbul'da da yine ek işim bu olacak. İstersen benimle İstanbul'a gel sana eğitim vereyim.’ demez mi?
İçimden bunun da eğitimi mi olur diye düşündüysem de fırsatı kaçırmamak için ‘Tamam.’ dedim. Birlikte İstanbul'a gittik. O vapur senin bu vapur benim...Durmadan satış yaptık.
İki hafta sonra artık iyi bir pazarlamacıydım. Rüyalarımda bile Kemal Sunal'ın filmleri gibi "Gel vatandaş gel! Limon sıkacağına gel!" diyen kendimi görüyordum. Nihayet İzmir'e gelince bu işten bir hayli birikim yapıp köyüme döndüm. Ailem, sevdiğim kızın ailesi beni fabrikada işçi diye biliyorlardı. Söz kesildi, nişan yapıldı. Kalabalık köy yeri, hepsi gülüp oynarken ben konuşmak için kendimi tutamayarak yine ortaya çıkıverdim. ‘Hoşgeldiniz. Bu mutlu günümde yanımda olan tüm köyüme ne iş yaptığımı söylemek istiyorum.’ dedim. Kimsede çıt yok. Bense kendime güvenerek, cebime koyduğum küçük ama kazançlı işimi cebimden çıkarıp kalabalığa ‘Bunu satıyorum vapurda.’ deyince insanlar şaşkın gözlerle bana bakıp aralarında hakkımda olumsuz konuşmalarla fısıldaşmaya başladılar. Kızın ailesi ‘Böyle basit bir şey satana kız vermeyiz.’ diyerek inatlaştılar. Ailemse ‘Oğlum biz seni şu kadarcık şey satasın diye mi İzmir'e gönderdik. Bizi köye rezil ettin.’ diyerek bana kızdılar. Ama onurlu duruş sergileyen ben hiçbir şeye aldırış etmedim.
En sonunda kızın beni çok sevmesiyle aileler evliliğimize razı olmak zorunda kaldı. Sevdiğim kızla evlendik, İzmir'e yerleştik. Her geçen gün artan kazancımla önce limon sıkacağı yapan düzeneği aldım, ürünü daha ucuza mal etmeye başladım. Arkasından ev, araba aldım çok şükür...İki çocuk Allah bağışlarsa geçinip gideriz. Eşim yeni evliyken benim ne iş yaptığımı soranlara fabrikada işçi diyordu. Şimdiyse limon sıkacağı satıcısı diyor.”
Ahmet'e “Yüreğinin götürdüğü yere gittiğin, umudunu yitirmeden başladığın yolda devam ettiğin, söylenenlere kulak asmadığın için kutluyorum seni.” dedim.
Psikolog Üstün Dökmen “Küçük Şeyler” kitabında bizlere her zaman büyük şeylere ulaşabilmek için küçük adımlara ihtiyacımız olduğunu söyler, bize küçük şeylerle büyük ve güzel bir hayata ışık tutmanın formülünü sunar. “Mutluluğun anahtarı küçük şeylerdir.” der. Mutluluğa küçük adımlarla, umutla başlayan Ahmet gibi...
Tüm sevdiklerime ...
Küçük şeylerin mutluluğumuzu artıracağı, umudumuzu yüreklendireceği bir yaşam dileğimle..