Yüreğimize Dokunan Güzel İnsanlar
Eskiden, şimdiki gibi hasta olunca doktora gidebilmek öyle kolay değildi. Gördes’imde yaşayan güzel insanlar dertlere deva olurdu.
Genellikle Gördes’imin kadınları baş ağrısının çözümünü öyle güzel bulmuşlardı ki... Tülbentini (başörtüsü) katlayarak alınlarına dolarlardı. “Aman yine başım tuttu da, başıma çekki çektim.” derdi annelerimiz, ninelerimiz. Şu an bunun baş ağrısını neden rahatlattığını, akupunktur noktalarını bilebildiğimiz için daha iyi anlıyoruz. “Bugün ben külhaş gibi oldum.” diyene, “Sana bir okuyalım.” denirdi. Kulakları, omuzları ve kolları masaj gibi ovarak, Kuran'dan sureler ve nazar duaları okunur, esnemelerle bol oksijen alarak, kulaktaki akupunktur noktalarını da uyararak hastanın kendine gelmesi sağlanırdı. Bu ritüeller hem beden hem de ruh haline iyi gelirdi.
Şöyle hatırlıyorum…
Büyüklerimiz “Ocakmış onlar, onlara nineleri el vermişler.” derdi. Küçüklüğümde bu sözlerin ne anlama geldiğini anlayamazdım. Sonradan anladım ki bu sözler “parpı” yapanlar için söylenirmiş. Parpının yapılma şekli de şöyleydi: Önce ağrıyan bölgelere kırmızı bez örtülerek, bıçağın tersiyle çizik atar gibi temas ettirilir, dualar okunurdu. Sonra bıçak uzağa fırlatılır, uç kısmı içe bakarsa içten birinin, dışarı bakarsa da dıştan birinin nazarı değmiş denirdi. Esnemelerle kendini toparlayan hasta kişiye, ocaktan alınan bir parça kül yalatılırdı. Küldeki mineralleri de alarak, biraz önce zorla yürüyen kişi kendini oldukça rahatlamış hissederek evine dönerdi.
Büyüklerimiz dua ederek, elde veya yüzde çıkan siğilleri tedavi eder, hem de hiç iz kalmadan geçmesini sağlardı. Yedi adet buğday tanesini, dualar eşliğinde siğilin etrafında dolaştırarak okur, sonra da buğday tanelerini kuşlara verirlerdi. Ertesi günü hastanın elindeki o siğilleri göremez, şaşırırdık.
Gördesli olup da kurşun döktürmeyen veya dökülürken izlemeyen yoktur sanırım.
Vücudumuzdaki negatif enerjileri üzerimizden atmamız için dualar okunarak, nazara ve gerginliğe karşı kurşun dökülürdü. Kurşun dökülecek kişi yere oturur, başının üstüne iki kişi tarafından büyük bir çarşaf gerilirdi. Diğer tarafta bakır bir kabın içerisine konulan kurşun, ateşte eritilirdi. Başka bir tasın içinde su, iğne, ekmek parçası ve soğan kabuğu konarak hazırlanan karışımın içine eriyen kurşun çarşafın üstünden dökülürdü. Çeşitli şekillerde katılaşan kurşuna “Ooo! Sende çok nazar varmış, bak şu iğnelere!” şeklinde yorumlar yapılırdı.
Sohbetler şöyle başlardı: “Nasılsın, Pakize Molla?”, “Eh, iyi diyelim de iyi olalım inşallah. Ama bu akşam öyle çok ağrım oldu ki! Önce dizime kekik yağı sürdüm, fayda etmeyince yakı yapıştırdım. Yine de bana mısın demedi”. Bunlara karşılıklı sohbet mi desem yoksa dert yanmak mı? İnsanlar birbirine derdini anlatarak rahatlardı adeta.
Korkutarak tedavi yöntemini duydunuz mu hiç? Eğer küçüklüğünüzde hıçkırık tuttuysa mutlaka sizi sangadak (ansızın) arkadan gelerek korkutan olmuştur sanırım. Sonucu da mükemmel… Hıçkırıktan eser kalmazdı.
Yeni doğan bebeğin sarılık olmaması için yüzüne sarı renk tülbent örtülürdü. Bebek ziyaretine gittiğinizde sımsıkı kundaklanmış bebek ve yüzüne bin bir emekle etrafı oyalanarak işlenmiş sarı renk tülbent görmüşsünüzdür zannederim. Gelenek haline gelmiş, aslında tedaviyle alakalı olmayan bir ritüel olsa gerek… Ama anne ve yakınlarına psikolojik bir rahatlık sağladığı kesindi.
Bahar aylarının vazgeçilmez tedavisi de sülük tutmak ya da çitme (hacamat) yaptırmaktı... İkisi de bizleri daima ürkütürdü. Bu tedavi yöntemlerini, vücudumuza verilen zarar gibi hissetmişizdir. Hâlbuki yapılan işlem o kadar değerli ki... Sülüğün hasta bölgeyi bulup, tedavi edici enzimini o kısma salgıladığını artık biliyoruz. Kupa tutmak ve hacamatın da faydaları öyle çok ki... Kanda bulunan toksinleri yani pis kanı vücuttan atma işlemiyle bir anda hafifleyen o güzel insanlar bizlerin anneannesi, nineleriydi.
Bu arada en önemlisi, ayva danasını da unutmamamız lazım... Gördes’imde yöresel adı ayva danası, literatürde ise adı Civan Perçemi. Kaynatılarak içilen, karın ağrısına ve şeker hastalığına iyi gelen, topraklarımızda bolca yetişen sarı renkli bir bitki.
Babamın İzmir'e bize ziyarete geldiği bir gün o kadar şiddetli bir karın ağrısı olmuştu ki… Ağrıdan duramıyor, durmadan “Ah Gördes'te olsaydım, bir ayva danası kaynatması bana ne iyi gelirdi.” diyor başka da bir şey demiyordu. O kadar çok söyledi ki bu sözü, bizler de ayva danası arayışına girdik. Neyse ki Gördesli hemşerilerimizden bulduk. Ayva danasını, kendini iyi olacağım düşüncesiyle hazırlayan ruh haliyle içti. İçeriğindeki faydalı bileşenlerle hemencecik iyileşivermişti babacığım. Eğer ağrısı geçmeseydi, annem tarhanayı ılık su ile karıştırıp bezin arasında ağrıyan karın bölgesine koyacaktı.
İşte tüm bu yapılanlar geçmişe dayalı geleneksel tedavi yöntemleri ve bizlere dualar eşliğinde bir zamanlar iyi geldiler, şifa oldular.
Tabii ki hastalıklarda doktora gitmek en doğrusu… Bahsettiğim, şu anda tekrar gündeme gelen ve “alternatif tıp” diye anılan yöntemler, bizim insanımızın eskiden beri uyguladığı geleneksel tedavilerdi diyebiliriz. Tüm bu geleneksel yöntemlere rağmen doktorlar daima Gördes insanının baş tacı idi. Necip Tenik, Rahmi Yemişcioğlu, Zafer Bey ve daha sonraları da Hüseyin Tokuç ve diğerleri... Gece gündüz hizmet verdiler bize. Hepsi de çok değerli ve başarılı doktorlardı. İlaçları da muayenehanelerinde bulunurdu. Eczaneler daha sonraları açılmıştı. İlaç verir, gerekirse iğne yaparlardı. Tüm sağlık işleri o küçücük muayene odalarında tek doktorun hizmetiyle sonlanırdı.
Bizler de bilimin ışığından ayrılmadan hareket etmeliyiz. Hele ki mevcut sağlık sisteminde imkânlarımız bu kadar artmışken…
Tedavileriyle bizleri iyileştiren Değerli Doktorlarımıza...
Geleneksel tedavileriyle Gördes'imin güzel insanlarına...
Yüreklerimize dokundular, tedavileriyle kendimizi iyi hissettik. Şifa bulduk.
Minnet duygularımla hepsine rahmet diliyor, yaşamda olanlara da sevgilerimi iletiyorum...