Balkan Gezimiz-II
Gümrük İşlemleri ve Pasaportlarımız
Bu tür gezilerde hesapta olmayan, gezi programını bozan gelişmeler olabiliyor. Sekiz günde birçok ülkeden ayrılıp yeni bir ülkeye giriş yapıyorsunuz. Gümrük kapılarında yapılacak iş ve işlemleriniz için tahmin edilenden daha fazla zaman harcıyorsunuz. Öyle gelişmeler oluyor ki, geziye katılanların da rızası alınarak bazı programlar iptal edilebiliyor.
Gümrük kapısında, öncelikle otobüs şoförleri kendi belgeleri ile tur belgelerini götürüp bu işlemleri yaptırıyor. Bu zaman zarfında otobüste beklemek, gümrük memurlarının yönergelerine uymak zorundasınız. Fotoğraf çekmek yasak...
Daha sonra, gezi süresince en kıymetli varlığınızı (rehberimiz tarafından kaybetmeme ve bir yerde unutmama konusunda defalarca uyarıldık) yani pasaportlarınızı alıp gişeye giderek giriş ya da çıkış damgasını vurduruyorsunuz. Sınır kapısındaki yoğunluğa ve görevlilerin çalışma temposuna göre bekleme süreniz değişiyor.
Ülkemizle AB Ülkeleri Arasındaki Vize Problemi
Son 5-6 aydır AB ülkeleriyle, Schengen (Şengen) vizesi dahil umuma mahsus pasaport (bordo renkli) vizesi konusunda ciddi bir kriz yaşıyoruz. Bu sıkıntının görünen ve görünmeyen sebeplerinin olduğunu hepimiz biliyoruz. Biz de bu sıkıntıyı yaşadık. Küçük kızıma vize alamadığımız için geziye katılamadı.
Sırbistan
Saat 17.45’te girdiğimiz Sırbistan’da başkenti Belgrad’a doğru yol alıyoruz. Güneş ufuktan kayboluncaya kadar, yeşil bir kuşağın kolları arasında, bu yaşıma kadar görmediğim muazzam bir bitki örtüsünün içinde yolumuza devam ediyoruz. Dikkatimi, ağaçların tanımak, aşina olduğum türleri seçmek için kullanıyorum.
On gün süreyle Karadeniz Bölgemizi gezmiş bir kişi olarak; Balkanlarda gördüğüm bu tabiat harikası yerler, göller, ırmaklar, vadiler ve renklerden sonra hafızamda buna dair bütün bilgileri güncelliyorum!!!
Kısa sayılmayacak bir yolculuktan sonra 22.00 sularında başkentteki otelimize (IHG Hotel) varıyoruz. Tur süresince konakladığımız otellerin içinde; verilen hizmet, yemek, kahvaltı, temizlik ve donanım olarak hakkını teslim etmem gereken bir yerdi. Yemek saatinin geçmesine rağmen görevliler kısa sürede patates püreli tavuk, salata ve tatlıdan oluşan menümüzü bize ulaştırıyorlar. Kısa sürede, birçok ülkeyi gezmek zorunda kaldığınızda, (bizim yaş grubu için söylüyorum) her gün ayrı bir otelde konakladığınız için yerleşmek, toplanmak, valizlerinizi indirmek ve tekrar yüklemek yorucu oluyor.
Otel odamızda; klima, buzdolabı, televizyon, sıcak su, ikram şişe suları, su ısıtıcı, poşet çay ve kahve bulunuyor. Otelinizin rahat olması, ertesi gün harcayacağınız enerji için önemli. Türkiye saatiyle aramızda bir saatlik zaman farkı var. Planlamaya göre, kahvaltı saat 07.00’de başlayacak, saat 08.00’de de “teker dönecek”. Rehberimiz öyle dedi...
Balkan Domatesi
Toprakla uğraşan arkadaşlar bilir bizim eski domateslerimizi. Hani şu; karıkların arasından geçerken paçalarımızı yeşile boyayan, ilk ziyafeti burnumuza hediye ettiği kokusuyla veren, yassı, altı mühürlü, ağırlığı 250-300 gramdan başlayan, tabağa doğrayınca suyunun zeytinyağı ile birleşmesinden doğan görüntüsünü ve lezzetini unutamadığımız, ev ekmeğini banıp peynirle yediğimiz, kaybedince “bir zamanlar” diye hayıflanarak anlattığımız domatesle burada tekrar tanıştım, hasret giderdim...
Bu güzel domates, hemen hemen her sabah kahvaltı tabağımızdan eksik olmadı.
Belgrad (Beyaz Şehir)
Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ın nüfusu 2 milyon. Belgrad; beyaz ve kent/kasaba kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş “Beyaz Şehir” anlamına geliyor. İstanbul’un Ayrupa yakasındaki Belgrad Ormanları adının da Sırbistan’la ilgisi var. Kanuni Sultan Süleyman, 1521 yılında Sırbistan seferinden sonra İstanbul’a getirilen Sırpların yerleştirilmesi amacıyla Belgrad Köyü adında yerleşim merkezi kurmuş. Orman, adını buradan almış.
Burada da kadın yerel rehberimizle Cumhuriyet Meydanı’na yakın bir yerde buluşuyoruz. Eski Yugoslavyalı rehberimiz mükemmel Türkçe konuşuyor. Babası, uzun süre İstanbul’da görev yapan eski Yugoslavyalı bir diplomatmış. Türkçeyi de, televizyonda izlediği çizgi filmlerden öğrenmeye başlamış.
Cumhuriyet Meydanı çok geniş bir alan. Etrafında müze, tiyatro ve benzeri yapılar var. Özellikle kesme taş kullanılarak yapılan binalarda mimari titizlik, estetik ve güzellik gözümüze çarpıyor. Zamanında çok iyi planlanmış bu caddeler oldukça geniş ve temiz. Sırbistan bir bakıma, Yugoslavya’nın bölünmesinden sonra onun mirasına konmuş görünüyor. FIskiyeli su havuzunun yanında görmeye alışık olmadığım bir sokak sebili görüyorum.
Çoban Çeşmesi
Yurdumuzda görmeye alışık olduğumuz, oluklarında buz gibi suyun aktığı, başındaki bakır tasla kana kana su içtiğimiz, yalağında, hayvanların sahibinin ıslığı ile derin bir sessizlik içinde susuzluğunu giderdiği, birçok filme, besteye, atasözü ve deyime konu olan, çoban çeşmelerine Balkanlarda rastlamadım.
Bizde, su hayrı, hayratı ve vakıfları çok önemlidir. Sağlığında su hayrı, çeşmesi yaptıramayanların vasiyetlerinin ilk maddelerinin birisi bu hizmettir. İnsanlar, kuşlar, böcü börtü su içmeli, salkım söğütün altında soluklanmalı, yaptıranın da ruhuna selam göndermeli, Fatiha okumalı. Nitekim, kaleyi gezerken su kültürümüzün çok güzel bir örneğini görüp çoban çeşmelerini yine hatırlayacağız. Belki suyun oldukça fazla olduğu bu coğrafyada bu tür çeşmelere ihtiyaç duyulmuyordur.
Heykeldeki At Ayağının Sırrı!
Rehberimiz, meydanda Ulusal Müze’nin önündeki Sırbistan’ın kurtuluşunu ve hakimiyetini sağlayan Prens III. Mihailo Obrenovic’in, sol ayağı havada olan at üzerindeki heykelini anlatırken, dikkatimizi atın ayaklarına çekti. İfadesine göre; atın 4 ayağı yerdeyse eceliyle, 2 ayağı yerdeyse savaşta, tek ayağı havadaysa binicisinin suikast sonucu öldüğü anlamına geliyormuş. Prens III. Mihailo Obrenovic’in de suikast sonucu öldüğü anlaşılıyor.
Belgrad Kalesi (Kalemegdan)
Rehberimizle birlikte, MÖ 279 yılında Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus tarafından yaptırılan, 1521’de Kanunî’nin fethinden sonra 1882’ye kadar Osmanlı Devleti idaresinde kalan, yılda 2 milyon turistin ziyaret ettiği, Karadeniz’e dökülmeden önce dört ülkeyi sulayan Avrupa’nın ikinci uzun nehri (2800 km) Tuna ile Sava nehirlerinin kesiştiği noktaya bakan stratejik bir tepenin üzerinde kurulu Belgrad Kalesi’ne giriyoruz. Kalenin ana giriş kapısına giden iki farklı yolu gösteriyor rehberimiz. Giriş kapılarından birisinin adı Stambol Kapija yani İstanbul Kapısı.
Kale, hakimiyetinde kaldığı ülke ve medeniyetlerin izlerini taşıyor. Surlarda kullanılan taş ve tuğlalar birbirini tamamlamış. Orijinal kitabelerini göremedim. İlk durağımız ulu çınarın altında hem soluklanıyor hem kalenin tarihi ve misyonu hakkında bilgi alıyoruz. İçeriye doğru ilerlediğimizde; müzelerin, parkların, anıtların, galeri ve heykellerin bulunduğu, şehri en güzel haliyle seyredebildiğiniz bu alanın (53 hektar) büyüklüğünü daha net görebiliyoruz.
Rehberimiz, Yugoslavya’nın tarihi sürecini ve bağımsızlığını ilan eden devletleri anlatırken, Kosova’nın hâlâ Sırbistan’ın bir uzantısı olduğunu ima edip, bu ülkeye verilen desteği eleştiriyor. Ülkemiz Kosova’yı ve bağımsızlığını destekleyip, ekonomik anlamda ilişkilerini geliştiriyor.
Damat Ali Paşa Türbesi
357 yıl hüküm sürdüğümüz bu topraklarda ayakta kalan, günümüze ulaşan yapılardan birisi. Duvarları kesme taş, kubbeli ve altıgen planda yapılan, 1716 yılında Petrovaradin’de şehit olan Mora Fatihi Silahdar Damat Ali Paşa’nın türbesini görüyoruz. Burada ayrıca Tepedelenli Selim Paşa ile Çeşmeli Hasan Paşa’nın da naaşları bulunmakta.
Duygulanıyoruz. Ruhlarına hediye ettiğimiz Fatihalar ve minnet duygularımızı paylaşıp teselli buluyoruz.
Türbe, TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) tarafından 2017 yılında yenilenmiş. Türbe kapısının üstündeki mermer kitabedeki yazılar renklendirilmediği için seçilemiyor. Kitabedeki metnin açıklaması şöyle: “1716 sene-i miladiyesinde Petrovaradin Muharebesi’nde şehiden vefat eden Mora 2. Fatihi Damad Ali Paşa’nın ve türbesinde medfun Tepedelenli Selim ve Hasan Paşaların ruhuna Fatiha 1938”
TİKA Sırbistan’da, eğitim, yenileştirme, sağlık, tarım ve hayvancılık alanlarında 223 projeyi hayata geçirmiş.
Sokollu Mehmet Paşa Çeşmesi
Saat Kulesi’ni geçtikten sonra Osmanlı Devleti’nin ünlü veziri Sokollu Mehmet Paşa’nın savaşlarda elde ettiği bir galibiyetin nişanesi olarak 1578 yılında yaptırdığı, birçok badireden sonra ayakta kalabilen, ulu dut ağacının gölgesindeki çeşmeye gidiyoruz. Kesme taştan yapılmış çeşmenin pirinç musluğundan kana kana su içip, dualarımızı gönderiyoruz. Asırlar sonra, ecdadımızın hayratında serinlemek tarif edilmez bir duygu yaşatıyor bize...
“Tuna nehri akmam diyor!”
Belgrad Kalesi’nin en müstesna seyir noktası, Tuna Nehri’nin, kardeşi Sava Nehri’ni de yanına alıp büyüdüğü, betonlaşmış şehrin arasından yavaş yavaş yoluna devam ettiği manzaraya doyamıyorsunuz. Rehberimiz, çocukluk yıllarında Tuna kenarında piknik yaptıklarını, nehrin genişliğinin bazı yerlerde 5 kilometreyi bulduğunu, karşı kıyıdaki insanları seçemediklerini anlatıyor.
Tuna’ya hayran hayran bakarken öğrencilerime her dönem öğrettiğim Osman Paşa Marşı’nı (Plevne Marşı) hatırlıyorum. Gündüz Aydın hocam, marşı söylemeyi teklif ediyor... Marşın bir bölümünü heyecanla söylüyoruz...
Tuna nehri akmam diyor
Etrafımı yıkmam diyor
Şanı büyük Osman Paşa
Plevne'den çıkmam diyor...
...
Duyuyor musun Tuna? Cihangirliklerine tanıklık ettiğin ecdadımızın torunları olarak aziz hatıraları önünde saygıyla eğilip seni de selamlıyoruz! Tuna, Karadeniz’e doğru ağır ağır yoluna devam ediyor.
Vakit tamam, kaleden çıkıyoruz... Ruh dünyamda kıvılcımlar çakıyor... Arkama bakamıyorum. İstanbul Kapısı’ndan çıkarken, Karadeniz’in öbür tarafında yurtlarından sürülen Kırım Türklerini hatırlıyorum... Ve dilimden dökülüyor:
İki yanımda iki gızıl nefer
Ellerim arkadan bağlı
Gidiyrem
Bağrımda bir gızıl hançer
Men Türkem.
Hürriyet bir mavi düş oldu
Onu da göremiyrem
...(1)
Kale çıkışının her iki yanındaki seyyar satıcılar dikkatimi çekiyor. Tezgahlarında Nikola Tesla ve Rusya lideri Putin’in de afişleri var. Belli ki Putin’e karşı sempati besliyorlar. Birçok buluşa imza atan, dünyaca ünlü mucit Nicola Tesla (1856-1943) Sırbistanlı.
Verilen serbest zamanda, arkadaşlarımın İstanbul’daki İstiklâl Caddesi’ne benzettikleri Knez Mihailova Caddesi’ne gidiyoruz. Henüz sakin. Burada bir giyim firmamızın da şubesini görüyoruz. Ağaçların altındaki banklarda oturuyor, yakın çevreyi geziyor, fotoğraf çekiyoruz.
Bugün Sırbistan’ı arkamızda bırakıp ikinci bir ülkeye, Bosna Hersek’e geçeceğiz.
1) Sibirya’dan Gelen Mektup şiiri