Balkan Gezimiz-V
Bir Hac Merkezi: Medjugorje
Bize verilen gezi rehberinde dün geceki konaklama yerimiz, “Trebinje veya çevresinde bir yer” notuyla belirtilmişti. Saat 18.00’e doğru, Trebinje’ye değil, Mostar’a 20-25 km uzaklıkta, ilginç özelliklerine şahit olacağımız, 2.500 civarında Hırvat’ın yaşadığı, ismi “Dağlar arasında” anlamına gelen şirin bir kasabaya, Medjugorje’ye geldik.
Otelimizin kabul yerindeki masanın üstünde; Aziz James Kilisesi’nin, Hayalet Tepesi’nde Meryem Ana’nın (6 çocuğa/gence göründüğü tepe), Hz. İsa’nın çarmıha gerili halini tasvir eden heykelleri ile kalın bir mum ve misafirlere ikram için koydukları şeker tabağı dikkatimi çekti. Hristiyanlık dininin bütün sembolleri yan yana dizilmiş bizi karşılıyordu! Otelimizin adı Olivia; zeytin ağacı, barış, esenlik anlamlarına geliyor ve bir bilgiye göre de kaynağı kutsal kitap İncil. Küçük kasabada bugün çok büyük bir Hristiyan ayinine şahit olduk. Konuştukları dillere göre ayrılan gruplara yapılan günah çıkarma törenleri, zikir ve dua seremonileri...
Medjugorje’nin dünyadaki Hristiyan Katolikler tarafından ziyaret edilmesini, ibadet için ana merkezlerden biri olmasını ve her yıl milyonlarca Hristiyanın buraya gelip “hacı” olmasını sağlayan, kasabayı meşhur eden olay şöyle anlatılıyor: Meryem Ana, 1981 yılında kasaba yakınlarındaki tepede oyun oynayan 6 gence görünür ve Hırvatça "Buraya geldim, çünkü burada çok inançlı var. Sizinle birlikte tüm dünyanın inancını sağlamayı diliyorum." diye konuşur. Bu olay dalga dalga hem ülkeye hem dünyaya yayılır... Meryem Ana bundan sonra da bazen gri bir elbise ve başörtüsü ile bazen de yıldızlarla çevrili altın şeklindeki bulutun üstünde görülmeye ve konuşmaya devam eder... Anlatılar böyle... Vatikan tarafından görevlendirilen heyetin yaptığı araştırma ve incelemeler sonucunda, 2019 yılından itibaren Medugorje’ye yapılan ziyaretler dini açıdan ibadet olarak kabul görür ve bu küçük kasaba hacı olunan yerlere dahil edilir.
Mostar Piskoposu Ratko Periç ise yaşanan olayları "safsata" olarak nitelendirip, "insanların dini inançlarının bu tür söylentilerle istismar edildiğini ve bu şekilde birilerinin para kazandığını" ve "hac merkezi" ilan edilmesine karşı olduğunu da açıklar!!! Periç bu sözlerinin ardından ilginç gelişmeler yaşıyor!
Konuyu araştırırken, James V. Spickard’ın ”Medjugorje’yi Anlamak: Meryem Ana’nın Görünmesi Hadisesine İbn Halduncu Bir Yaklaşım” isimli ciddi bir makaleye rastladım, Dileyen okurlarım aşağıdaki bağlantıdan ulaşıp inceleyebilir.(1)
“Dili, dini, rengi, ne olursa olsun, iyiler iyidir.” (2)
Akşam yemeği için otelimizin yemek salonuna indik. Gayet hoş, mütevazı, tertipli ve düzenli. Yemeğimiz; sebzeli makarnalı çorba, patates püresi, balık, salata ve tatlıdan oluşuyor. İçinde hem sebzelerin hem de düdük makarnanın olduğu çorba gayet lezzetliydi. Kafile olarak en yüksek puanı verdik! Masaya koydukları çorba tenceresinden ve salata tabağından servisi kendimiz yaptık. Ardından bir tanesiyle doyabileceğiniz büyüklükte yağda kızartılmış balıklar servis edildi. Biz lezzetini tavuk balığına benzettik.
Yemek servisimizi, bizim yaşlarımızda bir kadın ve genç bir delikanlı yaptı. Kadına, lezzetli yemekleri için çok teşekkür edip, şükranlarımızı sunduk. Karmaşa yok, çok sayıda görevli de yok. Onlar da mutlu bizler de mutluyduk. Kaliteli hizmet ve güzelliği sabah kahvaltısında da yaşadık. Diyetisyen kızım tam puan verdi! İyi bir ev sahipliği yaptılar. Gördüğümüz ev sahipliğini bu satırlarla tekrar anmak istedim.
Her şeyi ile memnun kaldığımız Hotel Olivia’dan saat 08.00’de Hırvatistan’a doğru hareket ettik.
Gezi Süresince Haberleşmeyi Nasıl Sağlıyoruz?
Geziye çıkmadan önce, kullandığımız cep telefonu operatörlerinin yurt dışı tarifelerini inceleyip bilgi aldık. Günlük kullanım ve paket ücretleri ucuz değildi. Çok önemli ya da takibi gerektirecek bir işimiz de yoktu. Tur sorumluları, akşamları kalacağımız otelin internet hizmetinden faydalanabileceğimizi söylediler. Öyle de yaptık. Otele geldiğimizde, girişteki bilgi notundan ya da oda giriş kartlarımızdaki şifreleri kullanarak yakınlarımızla vatsap marifetiyle yazışıp, görüntülü olarak konuşabildik. Haberleşme konusunda hiçbir sıkıntı olmadı. Otobüs şoförlerimiz, rehberimiz ve acil iletişim kurması gereken arkadaşlar tabii ki cep telefonlarını kullandılar.
Hırvatistan
Hava bulutlu, sıcaklık 24 derece. Yol boyunca; elma, erik, incir, şeftali, ceviz, nar ve kiraz gibi meyve ağaçlarını görüyorum. Yemyeşil örtüsüyle görmeye alıştığımız dağlarda bitki örtüsü çok zayıf. Kayalar ve taşlar kendini göstermeye başladı. Yoldaki tabelada tanıdık bir hamur işimizin adını görüyorum: “Burek” (Börek).
Mola verdiğimiz büyük bir akaryakıt istasyonundaki AVM’de diğer şehirlerde de rastladığımız giyim firmamızın şubesi var. Hanımların ifadesine göre, buradaki ürünlerin fiyatları daha uygun ve kaliteliymiş.
Hırvatistan’a, saat 11.40’da geldiğimiz sınır kapısından yoğunluk sebebiyle 1,5 saat sonra giriş yapabiliyoruz.
Adriyatik Denizi kıyısındaki Hırvatistan’ın, yüzölçümü 56.542 kilometrekare, nüfusu 3.899.000 (2021), başkenti Zagrep. Resmi dili Hırvatça. AB üyesi olan bu ülkenin %90,42’si Hırvat. Rehberimizin verdiği bilgiye göre; GSMH’si en yüksek ülkelerden birisi ve gelirlerinin % 25’ini turizmden elde ediyor. İlginç bir not daha; elde ettiği gelirleri vatandaşları arasında en adil dağıtan ülkelerden birisiymiş!
Dubrovnik (Ragusa)
İtalyanca adı Ragusa olan, Adriyatik Denizi’nin en eski liman şehirlerinden Dubrovnik’e giriyoruz. Trafiğinde yoğunluk ülkemizdeki gözde tatil merkezlerini hatırlatıyor. Otobüs şoförümüz, “Burada trafik her zaman böyledir.” diyor.
1365 yılında Osmanlı himayesine giren Dubrovnik, 1808 yılında Fransa’ya, kısa bir süre sonra da Avusturya’ya bağlanır.
Surlarını gördüğünüzde sizde büyük tesir bırakan eski şehre, yerel rehberimizin eşliğinde giriyoruz. Elinde küçük bir Türk bayrağı taşıyan kadın rehberimiz, anlatımları için hava sıcaklığını dikkate alarak gölge alanları seçiyor.
İçeriye girince anlıyorsunuz! Surlarla çevrili bu şehirde bir insan topluluğu için gerekli her şey yapılmış... Burada hayat var! Eski Şehir Meydanı, Stradun Caddesi (şehrin en işlek ana caddesi, yiyecek ve içecek mekânlarının, hediyelik eşya dükkânlarının bulunduğu yer), Dubrovnik Katedrali (Varsayım Kilisesi), surların üstüne yapılan Minceta Kulesi, Aziz Vlah Kilisesi, Knez Köşkü, Rektörlük Sarayı (15. yy), Saat ve Çan Kulesi, 2-3 katlı taş binalar, ana caddeye paralel daracık sokaklar, binaların en görünür yerlerine yapılan sanat harikası heykeller, taş işçiliğinin en güzel örneklerinin sergilendiği görkemli bina girişleri, kemerleri ve çatıları... Surlar içinde böyle büyük bir tarihi şehri ilk defa görüyorum!
Giriş yaptığımız kapının sağındaki Büyük Onofrio Çeşmesi’nden de (1438) bahsetmeliyim. Adını, çeşmeyi yapan Napolili tanınmış mimar Onofrio’dan almış. Çeşmenin tepesinde bir kubbe var. Yan yüzlerinde maskeler şeklinde oyulmuş 16 tane taş su musluğu ve kitabesinin üstünde küçük bir köpek heykeli bulunuyor. Gelen ziyaretçilerin, su içip serinlediği buluşma noktası. Küçük bir meydanda kurulan pazarı gezme fırsatımız oldu. Üzüm, erik, şeftali, armut gibi yaz meyvelerinin satıldığı tezgâhlarda, kapalı kaplarda dilimlenmiş karışık meyve çeşitleri de alıcılarını bekliyor. El işi ahşap oyma süs ve oyuncaklar, ev yapımı reçeller, vanilyalı, çikolatalı şekerlemeler, el çantaları, yastık yüzü, sehpa örtüsü vb. hediyelik eşyalar satılıyor.
Bir kilisenin duvarlarında, Sırpların savaşta verdiği zararı, mermi ve top izlerini görüyoruz.
Dileyenler, ücretini ödeyerek 2 km uzunluğundaki surların üstünde yürüyerek, eski şehri ve Adriyatik Denizi’nin güzelliğini görebiliyorlar.
Vize sorunu sebebiyle daha çok yabancı turistleri ağırlayan şehir ününü, Game of Thrones dizisinde bir bölümün Eski Şehir’de çekilmesiyle arttırmış. Biz de meşhur bir sahnesinin çekildiği merdivenleri gidip görüyor, havanın çok sıcak olduğu bu saatlerde merdivenleri çıkmaya cesaret edemiyoruz.
UNESCO, 1979 yılında eski şehrin tarihi mekânlarını Dünya Mirası Listesi’ne kabul edip, korumaya almış. Rehberimiz, bize Eski Şehir Limanı’nı da göstererek veda ediyor.
Planlamamızda bugüne sığdıracağımız iki ülke daha var. Karadağ ve gece konaklayacağımız Arnavutluk. Saat 16.00’yı gösterdiğinde Karadağ’a hareket ediyoruz.
Karadağ
Trafik, yoldaki çalışma sebebiyle oldukça yavaş ilerliyor. 17.40’ta ulaştığımız sınır kapısından geçip gezi programımızdaki tarihi kente, Kotor’a doğru devam ediyoruz.
Karadağ hakkında kısaca bilgi vereyim. 2006 yılında bağımsızlığını ilan eden ülkenin nüfusu 619.800, yüzölçümü 13.812 kilometrekare (Adana ilimizin büyüklüğü kadar), başkenti Podgorica, resmî dili Karadağca. Nüfusun; %45’i Karadağlı, %24.7’si Sırp, %8.6’sı Boşnak, geriye kalanı da diğer etnik unsurlardan oluşuyor. AB, Karadağ’ı 2010 yılında aday ülke olarak kabul etmiş, müzakereleri devam ediyor.
Karadağ ile aramızda vize muafiyeti anlaşması olduğu için, vatandaşlarımız bu ülkeye vize almadan girebiliyor. Aynı muafiyet, Karadağlılar için de geçerli tabii.
Kotor
Etrafı surlarla çevrili tarihi kente giderken, feribot yerine, kara yolunu tercih etmek, biraz gecikmemize sebep olsa da eşsiz deniz ve kıyı manzaraları, deniz kenarını süsleyen şirin köy ve sayfiye yerlerini doyasıya seyretmemize değdi doğrusu... Hem de güneş batarken...
Akşam saatlerinde girdiğimiz, sarp bir dağın eteğinde kurulan, etrafı surlarla çevrili küçük orta çağ kasabası Kotor, bulunduğu körfez ve liman dolayısıyla stratejik bir konumda. Tarihte de bu özelliği hep dikkat çekmiş, mücadelelerin merkezi olmuş.
Şehre giriyoruz... Deniz Kapısı’nın sağında ve solunda toplar var. Kemerli kapının kilit taşındaki beş köşeli yıldızın altında 21.XI.1944 tarihi (Kotor’un 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerin elinden kurtuluş günü) ile hemen üstünde Mareşal Tito’ya atfedilen Hırvatça bir cümle yer alıyor. Türkçe anlamı şöyle: ”Başkalarına ait olanı istemeyiniz, ama bizim olanı da vermeyiz.”
Ve içerideyiz. Orta çağ döneminde silah pazarının kurulduğu Silah Meydanı’ndayız. 1602 yılında inşa edilen Saat Kulesi’ni görüyoruz. Biraz eğik olduğu için “Çakma Pisa Kulesi” olarak adlandırılıyormuş. Hemen önünde, hapishanenin olmadığı o dönemde suç işleyenlerin teşhir edildikleri, dörtgen kaide üzerinde prizmatik şapkası olan 2 metre yüksekliğinde kesme taştan yapılmış Utanç Sütunu var. Hizmetlilerin sıra beklerken birbirleriyle konuştukları Dedikodu Çeşmesi, Aziz Triphon Katedrali, Aziz Nikola Kilisesi diğer tarihi yapılardan.
Rehberimizin gösterdiği, kimsesiz çocukların bakıldığı eski Yetiştirme Yurdu’nun yürek burkan bir hikâyesi var. Zengin kişilerin yaşadığı, fakir ve ihtiyaç sahibi insanların onlara hizmet ettiği bu şehirde, kadınların isteyerek ya da istemeyerek sahip oldukları çocukları alınıp bu yurda yerleştiriliyormuş. Annenin çocuğunu bir yıl içinde geri alabilmesi ve kolayca bulabilmesi için yavrusunun boynuna bir kolye asılır, bir eşi de anneye verilirmiş. Anne dilerse bu kolyeyle bir yıl içinde yavrusunu bulup alır, bir yaşını dolduran bebeklerden de bu kolye çıkarılırmış. Zengin babalar çocuğunu hiç tanımaz ama yurtta olduğunu bilir ve yüklü bağışlar yaparak bu düzeni devam ettirirlermiş!!!
Surlar içindeki bu şehir, zamanında zenginlerin ve onlara hizmet edenlerin yaşadığı bir merkezmiş. Savaş görmemiş zengin insanların yaşadığı şehri, deniz savaşlarında galip gelen ülkeler yönetmiş hep.
Şehrin bir de hayvan sembolü var: Kedi. Zamanında farenin çok olduğu bu yerleşim merkezinde onlarla mücadele için çok sayıda kedi beslenirmiş. Minnet hislerini belirtmek için bir yapının üstüne minik bir kedi heykeli bile yapmışlar!
Yaşayanların güvenliği için her tedbirin alındığı, ihtiyaçlarının karşılandığı bu tarihi şehir, çok iyi korunup günümüze gelmiş. Kesme taştan İki, üç hatta dört katlı gayet güzel binalar yapılmış. İdari binalar, mabetler daha özenli yapılmış. Dubrovnik’te gördüğümüz Eski Şehrin minik bir modeli gibi geldi bana.
Tarihe duydukları saygıyı, mekânları korumak için gösterdikleri gayreti takdir ediyorum. Limanın da sağladığı ulaşım kolaylığı ile her yıl binlerce turistin uğrak yeri olan bu merkez UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Kotor, bizim tur firmalarımızın da programlarına aldıkları vazgeçilmez yerlerden.
Vakit oldukça ilerledi. Acıktık. Tarihi şehirde yemeğimizi, rehberimizin tavsiye ettiği, Türk kafilelerin de sıklıkla uğradığı Restaurant City’de yiyoruz. Canlı müziğin olduğu, Türk ezgilerinin de kulağımıza geldiği güzel bir lokanta. Servis ve hizmetlerinden, görevlilerin nezaketinden memnun olduk. Hizmet verenlerden birkaçı da Türkçe biliyordu. O görevlilerden birisine arkadaşımız, “Türk Lirası kabul eder misiniz?” deyince onu kırmayıp, ücreti bizim paramızla aldı.
Bazı otel ve lokanta isimlerini reklam amacıyla vermediğimi ifade etmeliyim. Memnun kaldığımız ve bir gün sizin de buralara gelebileceğinizi düşünerek tavsiye ediyorum.
Kotor’dan ayrılırken saat 22.00’yi gösteriyordu. Bugün Hırvatistan ve Karadağ’dan sonra Arnavutluk’a giriş yapıp İşkodra’da konaklayacağız. Bir günde üç ülke, hatta sabah ayrıldığımız Bosna Hersek’i de sayarsak dört ülkeden geçmiş olacağız.
Gece yarısından sonra 00.02’de otelimize geldik. Oldukça yorgunuz. Odalarımıza çekiliyoruz.
Sabahleyin dinlenmiş halde, büyük bir heyecanla gezimize devam edeceğiz.
KAYNAK:
1) http://isamveri.org/pdfdrg/D04520/2016_2/2016_2_SPICKARDJ.pdf, Medjugorje’yi Anlamak: Meryem Ana’nın Görünmesi Hadisesine İbn Halduncu Bir Yaklaşım, James V. Spickard
University of Redlands, ABD jim_spickard@redlands.edu
2) Hacı Bektaşi Veli