Balkan Gezimiz-VIII
(Kuzey Makedonya, Manastır, 17 Temmuz 2023)
Odamızın balkonundan, güneşin doğarken oluşturduğu kızıllığı, tabiatın uyanışını, çevremizi saran yemyeşil bahçeleri, sessiz ve sakin Ohrid Gölü’ nü seyrettim. Üzerini yorgan gibi örten sisi ve pusu henüz kaldıramayan Ohrid Gölü, “ben böyle de güzelim” dercesine dört başı mamur bir fotoğraf karesi çekmeme izin vermedi!!!
REHBERİMİZİ OTELDE UNUTTUK!
Gayet iyi dinlendiğimiz ve memnun kaldığımız otelimizden saat 08.30’da ayrılıp Manastır’a doğru 5-6 km yol almıştık ki rehberimizin otobüste olmadığını fark ettik!!! Otobüsümüzün 3-4 numaralı koltukları ona ait. Rehberimiz Orhan bey hareketli bir arkadaşımız. Biz koltuğunun boş olduğunu gördük, arka tarafta arkadaşlarla beraberdir diye düşündük. Arka koltuktaki arkadaşlar da ön koltuktadır zannedince gezimizin bu hoş ve güzel hatırasını yaşadık. Geri dönüp, görevlilerle çayını yudumlayan rehberimizi alıp yolumuza devam ettik. “Döneceğinizden emin, bekliyordum!” dedi. Yolda da epeyce gülüp şakalaştık!
MANASTIR
Manastır'ın ortasında var bir havuz
Aman havuz canım havuz
Bu yurdun kızları hepsi de yavuz
Biz çalar oynarız... (2)
Rehberimiz Manastır hakkında bilgiler veriyor. Her dönemde sosyal ve ekonomik bakımdan çok mühim bir merkez olduğunu anlıyoruz. Şehrin, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim hayatında önemli bir yeri var. Şimdi müze binası olarak kullanılan, o zamanın Manastır Askeri İdadisini (1896-1899) bitiriyor.
Mustafa Kemal’in burada olduğu dönemde, bazı Makedon yazarlar tarafından da dile getirilen, müzik yapımlarına ve film senaryosuna konu olan bir aşk hikâyesinden bahisle, Manastırlı Eleni Karinte’nin Mustafa Kemal’e yazdığı mektubu rehberimizden dinliyoruz:
“Kemal Atatürk’ e
Çok seneler geçti, ben halen her gün senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla. Kâğıttaki gözyaşlarımı göreceksin...
...
Benim seni sevdiğim kadar, o kadını o kadar çok seviyorsan, kendisine hiçbir şey söyleme, senin kadar mutlu olmasını diliyorum. Fakat balkondaki kızı hatırlıyorsan ve başkasını sevmiyorsan, seni beklediğimi ve ömrüm boyunca bekleyeceğimi bilmeni istiyorum.
...
Ebediyen seni seven ve seni bekleyen Eleni Karinte'n."
Duygulanıyoruz... Mektup bitince müsaade isteyip, sevgi yumağına ben de katkı yapmak istiyorum. Önce, Ayşegül Doğrucan’ın yazdığı, çok beğendiğim bir şiirini okuyorum:
Uçsuz bucaksız bildiğim bozkırlarda dolaşırken,
Derin denizlerin dalgalarında aradım seni.
Saatler ömrümün tükendiğini haber verdiğinde,
Ne bulacağımı bilmeden aradım seni.
Alınlarda uzayıp giden çizgilerden haber beklerken,
Her daim kısa kalmış el çizgilerinde aradım seni.
...
Ve “Yâr” isimli çalışmamla bitiriyorum.
Bugün sabahın serinliği tenime dokunup geçtiğinde Yârim,
Gözlerimden yaş olup aktınız yine…
“Ben size ne yaptım?” dediğiniz baharı hatırladım…
“Sizi sevmem için bir şey yapmanız gerekmiyor”diyemeden,
Baktığım elâ gözlerinizi hatırladım…
Tılsımımız mı bozuldu, yoksa gurbette misiniz?
Rüyalarımı da öksüz bıraktınız…
Neredesiniz?
ŞİİR VE SOHBET İKLİMİ
Prof. Dr. Halil Vehbi Eralp anlatıyor: Meselâ, Yahya Kemal derdi ki; ‘Her mısra bir türlü söylenebilir, başka türlü söylenemez. Hatta levh-i mahfuzda yazılıdır. Şairin vazifesi gidip, levh-i mahfuzda yazılı olan mısraı bulmaktır. O mısra bulunmadıkça, mısra mısra olmaz ve mısra güzel olmaz. Şairin vazifesi o mısraın peşinde koşmaktır, onu bulmaya çalışmaktır.'
Şiir ve sohbet kokusu yolculuğumuzu da güzelleştiriyor. Pek çok kitabı olan Gündüz Aydın, zaman zaman şiirlerinden örnekler okudu, bir kısmının hikâyesini anlattı. Osman Yurttaş, öznesi öğretmen olan ilginç bir hatırasını bizimle paylaştı. Şiirin gönül dünyamızı zenginleştiren, ruhumuzu sakinleştiren, duygu ve düşüncelerimizi en veciz şekilde anlatmamızı sağlayan yönü var.
Perihan Tunçbilek, rivayet edilen aşkı araştırıp inceleyerek “Modern Çağın Hüzünlü Bir Aşk Hikâyesi” başlığı ile (aşağıda bağlantısını verdiğim) okumaya değer çok güzel bir yazı kaleme almış. (3)
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün okuduğu Manastır Askeri İdadisi şu anda müze olarak hizmet veriyor. Oluşturulan Atatürk hatıra odasında bazı özel eşyalarının yanı sıra Eleni Karinte’nin de mektubu yer alıyormuş. Bu mektup metni, müze görevlileri tarafından bir süre öncesine kadar Türkiye’den gelen ziyaretçilere dağıtılmış.
Balkan Savaşlarından 1976 yılına kadar askeri kışla olarak kullanılan, 2.000’den fazla eserin sergilendiği müzeyi maalesef gezemedim. Geniş bir bahçe içindeki bina iki katlı. Kemerli giriş kapısının üstündeki kitabede, okulun Osmanlıca adının (Mekteb-i İdadi-i Askerî) yazıldığı belirtiliyor. İkinci katın ön cepheye bakan balkon tacında kabartma Osmanlı tuğrası var.
Bina giriş kapısının sağ tarafındaki levhada; “Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin yaratıcısı ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1899 yılında Askeri İdadi’yi bu kışlada bitirdi.” açıklaması var. Zamanın askeri bina mimarisinin özelliklerini yansıtması açısından güzel bir örnek.
BİR VEFA ÖRNEĞİ
Müzenin bahçe kapısının sağ tarafında; duvar ile bina giriş cephesinin yapılmadan önce ve yapıldıktan sonra çekilmiş iki fotoğrafı, yapılmasına katkı sağlayan fahri konsolosumuz Aydoğan Ademoski’ye şükran hislerinin belirtildiği levha var. Türkçe metin şöyle: “Manastır Millî Enstitü ve Müzesinin giriş cephesi ile taş duvar ve demir korkuluklarının onarımı için T.C. Manastır Fahri Konsolosu Sayın Aydoğan Ademoski maddi destek sağlamıştır. Manastır Müzesi çalışanları bu tarihi yapının korunması için yaptığı katkılardan dolayı kendisini şükranla anmaktadır. 10.XI.2008”
ŞİROK SOKAK
Serbest saatte çarşıya doğru yürümeye başlıyoruz. Daha önceleri Sultaniye, Hamidiye, Kral Peter isimleriyle anılmış Şirok Sokak’tayız. Hemen hemen tamamı iki katlı, yaşlı ama bakımlı, dış cephe boyaları birbiriyle uyumlu, alt katları iş yeri, balkonları özenle hazırlanmış saksı çiçekleriyle bezeli üst katları genellikle konut olarak kullanılan tarihi binaların arasından geçiyoruz. Bu hoş manzara dikkatimi dağıtıyor, hangi binaya bakacağımı şaşırıyorum. Klasik mimari örneklerinin insanda bıraktığı tesiri yaşayarak burada da tecrübe ediyorum.
Manastır’ın ve sosyal hayatın merkezi kabul edilen sokakta, yabancı ülkelerin fahri konsoloslukları, kafeler, restoranlar, hediyelik eşya dükkânları, köşe başlarında el sanatlarını satan kişileri görüyorum. İlgi duyduğum çerçevelenmiş telkâri (4) çalışmalarından kızlarıma birer tane alıyorum..
Türkiye’nin fahri konsolosluğu, bir binanın ikinci katında. Bayrağımızın altından gururla geçerken Arif Nihat Asya’nın; “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, / Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, / Işık ışık, dalga dalga bayrağım! / Senin destanın okudum senin destanını yazacağım” mısraları geliyor aklıma.
Rehberimiz, iki katlı, ön cephesi sarı ve krem renklerle boyanmış, demir korkuluklu küçük şirin balkonu olan binanın önünde durarak; “Eleni Karinte’nin evi burası” dedi. Daha dikkatli inceleyip fotoğrafını çektik.
Çan kulesiyle iki caminin minareleri görüş alanımıza girmeye başladı. Önce Yeni Cami’ye doğru yöneliyorum. Manastır Kadısı Mahmud Efendi (1552-1556) tarafından yaptırılan camide, yenileştirme ve tamirat işleri yapılıyor. İskeleler kurulmuş. Giriş kapısına kadar gidip içeriye göz atıyorum. Hummalı bir çalışma var. 16. yüzyılda yapılan camiye bitişik, koruma altına alınan bölüm dikkatimi çekiyor. Temel kısmında üç kilisenin kalıntılarının olduğunu öğreniyorum. İki dinin mensuplarınca asırlardır mabet olarak olarak kullanılan bir alan.
“PANTA REİ / HER ŞEY AKAR”
Sokakta ilerlerken sol taraftaki bir binanın yan cephesindeki yazı (PANTA REİ), işaret ve Romen rakamları dikkatimi çekti.
Güneş saati olarak hazırlanan tablonun tam üstündeki “PANTA REİ” (Her şey akar) sözlerinin Yunan filozof Heraklit’e ait olduğunu öğrendim. “Evren, boyuna akan bir süreçtir, başı sonu olmayan bir değişmedir. Hiç durmayan bu değişme içinde kalan, sürüp giden hiçbir şey yoktur.” temel felsefesi ve akıp giden zamanın sembolü saat ile mükemmel bir kompozisyon oluşturulmuş. Çok hoşuma gitti doğrusu. Evet, “Her şey akar...” “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.” sözü de aynı filozofa ait.
Mognolia Meydanı’na geldiğimizde ilk gördüğümüz 30 metre yüksekliğindeki saat kulesi, atlı asker heykeli (Moglonia Heykeli), çok güzel bir su havuzu oluyor.
Şehrin simgelerinden birisi haline gelen, 17. yüzyılda (1664) Osmanlı döneminde Mahmud Bey tarafından yaptırılan Saat Kulesi’nin kaybolan kitabesi 2015 yılında bulunmuş. Saat Kule’sinin tepesine 15 tane çan ile büyük bir haç yerleştirilmiş. Daha sonra yapılan düzenlemelerle her altı saatte bir "Bitola Babam Bitola", "Biljana Platno" gibi müzik parçalarını çalan mekanizmalar ilave edilmiş.
İSHAK ÇELEBİ (İSHAKIYE) CAMİ
Düzenlemeleriyle gayet güzel ve ferah bulduğum meydandan Dragor Çayı kenarındaki İshak Çelebi (İshakıye) Camisi’ne doğru gidiyorum. Balkanlarda gördüğüm cami avluları gibi burasının da temizliğini, çevre düzenlemesini, yeşile verdiği kıymeti kayda geçmeliyim.
Caminin tarihi hakkında Semavi Eyice’nin verdiği bilgilerle devam edelim: “Yapıldığı dönemde cami, mektep, medrese, zâviye, imaret ve tabhâneden (mutfak, kiler, yemekhane, ahır, helâlar, iki ev) meydana geldiği anlaşılan külliyeden bugün yalnızca cami ayaktadır. II. Bayezid devrinde 1506’da yaptırılmıştır. Külliyenin kurucusu, aynı şehirde şimdi harabe halinde bir camisi olan Îsâ Fakih’in oğlu İshak Çelebi’dir. Taş ve tuğla örgülü duvarlara sahip cami, dıştan yaklaşık 18,00 × 18,00 m ölçüsünde kare planlı olup harimini 14,50 m çapında bir kubbe örter. Caminin sağ tarafında yükselen çokgen gövdeli taş minaresi yaklaşık 45 m yükseklikte olup tamamen kesme taştandır...Vakfiyeye göre medrese müderrislerinin maaşı 20 dirhem, öğrencilerin burslarının 10 dirhem olduğu anlaşılmaktadır.”(5)
Avlunun farklı yerlerinde fotoğraf çektiren gelin ve damadı görüyorum. Her şey normal akışında devam ediyor, ziyaretçilere gereken hassasiyeti gösteriyorlar. Onlar için; “Bir yastıkta kocasınlar, hayatları huzur dolsun, sevgileri artsın eksilmesin...” temennisinde bulunuyorum.
Son cemaat bölümünün kapısından camiye girerken, bu coğrafyadaki hemen hemen her tarihi mirasta adını görmekten iftihar ettiğim TİKA’nın mütevazı notunu görüyorum: “İshak Çelebi Camii H. 914 / M.1508 TİKA tarafından restore edilmiştir. 2015”
Ahşap, kahverengi iki kanatlı, üstünde kitabesi olan, birbirine geçmeli beyaz ve kahverengi mermerden yapılmış kemerli kapısından camiye giriyorum. Zemine bordo renkli halı döşenmiş. İlk girdiğinizde dikkat çeken, aynı renk tonlarıyla boyanmış birbirine bitişik mihrap ile minber oluyor. Güneş ışıklarının da doğrudan içeriye girmesine müsaade edecek şekilde yapılan pencere vitrayları, kubbe ve duvar süslemeleri, pencere kenarlarında kullanılan sade işlemeler ve renkleri, kubbeden aşağıya uzanan küçük şirin avizeler, mahir bir ustanın elinden çıktığı belli ahşap mahfil bu tarihi yapıyı huzurla ibadet edilecek bir mabet haline getirmiş.
Toplanma vaktimiz yaklaşıyor. Aynı güzergâhtan, çevremizi inceleyerek Manastır Müzesi yakınlarındaki otobüsümüze gidiyoruz. Asırların hatırasının barındıran bu güzel şehirden ayrılmak
diğerleri gibi zor gelse de, göreceğimiz ve ziyaret edeceğimiz yerlerin heyecanı bu duyguyu bastırıyor.
BALKON ÇİÇEKLE GÜZELDİR
Köylerden, kasabalardan, şehirlerden geçerken, Şirok Sokak’ta olduğu gibi, bize gülümseyip, selamlayan, baktığınızda bir daha bakmak istediğiniz, bulunduğu mekana renk, estetik ve şahsiyet kazandıran balkon güzeli çiçeklerden birkaç cümleyle bahsetmem lazım.
Balkan gezimize başladığımızdan beri, güzel görüp güzel düşünmemize, ferahlamamıza, vesile oldu bu balkonlar ve çiçekleri. Çoğunlukla kırmızı ve pembe, bazen beyaz renkleriyle gözümüze, gönlümüze baharı yaşattı. Bazen sağımızda solumuzda çiçekli balkonların geçidine şahit olduk.
Bu bir yaşam biçimi. İspanya ve Bulgaristan gezimizde de görmüştüm böyle balkonları. Balkonlar, evde işe yaramayan eşyaların depolandığı yer değil, evin insana huzur veren bir parçası olarak görülmüş.
Saat 12.10’da Yunanistan’a, orada ilk ziyaret edeceğimiz Selanik şehrine doğru hareket ediyoruz. Manastır, Yunanistan sınırına yaklaşık 30 km uzaklıkta.
Kuzey Makedonya gümrük kapısından çıkışımızla, Yunanistan’a girişimiz yaklaşık bir saat sürdü. Bu bir başarı! Her şey kontrol altında! Saat 14.00’e geliyor. 220 km’lik yolumuz var.
Hava sıcaklığı 35 °C. Selanik’e doğru ilerlerken, Balkanlarda en çok ekimi yapılan mısır ve ayçiçeği ile hasadına başlanan buğday tarlalarını görüyorum.
Yunanistan’ın yönünü, yenilenebilir enerjiye çevirmeye başladığını sıkça gördüğüm HES’lerden ve güneş panellerinden anladım. Ülkemizde de bu alandaki çalışmaları hızlandırmalı, ve teşvik etmeliyiz.
Dünyada (ülkemizde yeni yeni başlıyor) uygulamalarını gördüğümüz, tarım alanını daha iyi kullanmak amacıyla meyve ağaçlarının sık dikildiği (aralıklarının çok kısa tutulduğu, 2-2,5 m) bahçeler görüyorum. Uygun meyveler direk dikilerek askıya alınmış. Bilinçli tarım uygulamalarının güzel örnekleri var. Yunanistan çiftçisinin para kazandığını, tarlasına ve ürününe yatırım yaptığını, modern tarım anlayışının hakim olmaya başladığını düşünüyorum.
KAYNAKLAR:
1) https://islamansiklopedisi.org.tr/manastir--makedonya
2) Manastır, Rumeli Türküsü
3) https://m.bianet.org/bianet/tarih/189035-modern-cagin-huzunlu-bir-ask-hikayesi
4) İnce gümüş tellerin özel teknikler kullanılarak işlenme sanatı.
5) https://islamansiklopedisi.org.tr/ishakiye-camii-ve-kulliyesi