Çocukluğumun Ramazan Ayları
Çocukluk hayâllerimizin ve hatıralarımızın unutulmazları arasında önemli anlar ve yaşanmışlıklar vardır şüphesiz. Her zaman diri ve taze olan bu güzel izler, ilerleyen yaşınızla beraber daha da kıymetlenir. İnci bir gerdanlık gibi yanınızda taşıdığınız hatıralarınıza yapacağınız her yolculuk yaşama sevincinizin kapısı olur.
Ramazan ayı, kendine özgü ibadet, gelenek ve görenekleri olan bir ay. Asırların arasından süzüp getirdiğimiz bir kültürü var. Bu ay yaklaşırken herkes kendince hazırlıklara başlar. Yufkalar ve ekmekler yapılır, erişteler kesilir…
En disiplinli ibadet olarak görülen bu aya özgü teravih namazına, evimizin yakınındaki Çamlıca Cami’sine giderdim. Camiyi dolduran salât, selam ve tekbir sesleriyle, namazdaki huşû ve ahengin, safların arasında kaybolan küçücük bedenime yaşattığı heyecanın içinde kaybolurdum.
Gördes’in pide geleneği de başlı başına bir zenginliktir. Ramazan pidesinin bizdeki adı, “yoz pide”dir. Kokusu bütün mahalleye yayılan pidenin üstü, susam ve şifa hazinesi çörek otuyla süslenir. Kıymalı, peynirli ve tadını baş tacı ettiğimiz tahinli pide bu ayın müstesna damak tatları arasındadır. Hazırlanan pide içleri, ikindi vaktinden sonra fırına götürülür, küçük kâğıt parçalarına isim ve pide sayıları yazılırdı. İftar vakti yaklaşınca, pidelerimiz için fırında kuyruğa girer, çıkınca da soğutmadan hızlı adımlarla evimize dönerdik. Bazı bekleyişler özlenmez ama fırınlardaki bu güzel bekleyiş her zaman güzeldi.
Tahinli pide için, helvacılarımızın ürettiği çifte kavrulmuş susam kullanılır. Ustasının elinden çıkmış tahinli pideden, hilâl şeklinde kopardığınız parçayı yerken, şeker ve tahinin damağınızda bıraktığı tat ve lezzet muhteşemdir.
Kısa süreliğine de olsa Gördes’te Ramazan ayını ve kültürünü yaşamış memur ve bürokratlardan çok defa pidelerimize, özellikle tahinli pidemize olan özlemlerini dinlemişimdir. Bir de helvacılarımızın yaptığı susamlı helva ile gelin kız helvasını. Şimdilerde, sağlık endişeleriyle uzak durduğumuz helvaları yemek, haz aldığımız tatlardandı. Ayrıca bakkallarımızda ipe dizili, yarımay şeklinde -günümüzün Kemalpaşa tatlısından daha irice- baba tatlıları vardı. Oldukça pratik ve zahmetsizdi. Tepsiye sıralayıp, şurubunu koyduğunuzda hazır olurdu.
Arife günü veya arifeden birkaç gün evvel mahallemizde, İstanbul ve İzmir plakalı, çiğnediğimiz sakızlarda resimleri çıkan, hayranlıkla baktığımız gösterişli taksileri görürdük. İhtiyaç sahibi komşularımızın evinin önünde durur, bir süre sonra da gözden kaybolur giderlerdi. Büyüyünce öğrenecektim; hali vakti yerinde varlıklı Gördesliler, bu aya özgü fitre ve zekât gibi malî ibadetlerini yapıyor, kibir ve riyadan uzak, “Fakirin, zenginin malı üzerindeki hakkını” veriyorlardı…
Bayrama yaklaşırken, terzi ve berberlerimiz de fırıncı esnafımız kadar hareketlidir. Bayramlık diktirmek gerekiyorsa, -burada asıl olan moda vb. endişeler değil, ihtiyaçtı- manifaturacıdan alınan kumaşlar terziye verilir, terzilerimiz o takımları yetiştirmek için sahura kadar çalışırlardı. Bayrama hazırlığın bir başka olmazsa olmazı ise tıraştır. Hacı Berber, Bilgin ağabey ve diğer ustalarımızın koltuğuna oturur, dükkânın duvarlarına ve aynanın kenarlarına asılan onlarca hatıra fotoğrafı seyrederken büyüklerimizin sohbetleri arasında tıraşımızı olurduk. Bazen sükûneti, tıraşa getirilen küçük yaştaki çocukların ağlama sesleri bozar, dükkândaki herkes, çocuğu avutmak için üstüne düşeni yapardı.
En çok ilgimi çeken, geleneksel tatlımız baklava için yapılan hazırlık ve büyüklerimizin telaşıydı. Her ramazanda, annelerimiz mahir bir usta gibi baklavanın en güzelini yapmak için büyük emek harcar, onu bir sanat eseri gibi görür, komşularımızın maharetleri ve ustalıkları baklava tepsisinde bütünleşirdi.
Önce baklava içleri, ceviz ya da bademler hazırlanır. Tercihi badem olanlar, önce haşlar, kabuklarını çıkarır, sonra kavurur ve kıyma makinesinden geçirirdi. Herkesin kıyma makinesi olmadığı için, komşular birbirinden ulanır (1), yardımlaşırdı. Baklavalar için iş birliği yapılır, bu görev sırayla yerine getirilirdi. Ramazan ayının bitimine 3-4 gün kala baklava tepsileri fırınlara götürülmeye başlanır, pişirilir, bayram sabahı tadılmak üzere şurubu dökülürdü.
Kulaç adını verdiğimiz, orucumuzun son günlerinde yapılan hamur işinden de mutlaka bahsetmeliyim. Yağlı tepsi içinde, susam, dövülmüş karanfil ve iyi sakız ilavesiyle ekşi maya hamurlar yuvarlanır, rulo haline getirilerek tepsiye sık sık yerleştirilir ve fırına verilir. Kulacı, özellikle sabah kahvaltılarında yer, tadına ve kokusuna doyamazdık.
Arife günü, vazgeçilmez bir görev telâkki ederek yaptığımız, mezar ziyaretlerimiz vardır. Bu, Türk milletinin güzel bir geleneğidir. O gün, belediye ulaşım için araç tahsis eder, özel araçlarıyla, minibüs ve traktörleriyle gidenler de ziyaretçileri taşır, mezara götürürdü. Sülâle büyüklerimizin mezarlarına gider, otlarını temizler, Fatihalarımızı okur, samimi dua ve dileklerimizi çocuk dilimizce Allah’a gönderirdik. Mezarlığın ulularından, bir rivayete göre Hoca Ahmet Yesevi’nin müritlerinden ve benim de isim atam olan Hüseyni Baba’yı da unutmazdık.
Ertesi gün bayram… Mahallemizin başında toplandığımızı hayal ediyorum. Tıpkı o günlerde olduğu gibi… Hüseyin, Hicran, Nami, Abdullah, Mehmet, Servet, Fatma, Gülsüm, Yusuf, Aliye, Celal, Adil, Recep, Sami ve diğer arkadaşlarım. Eksiklerimiz var. Bazıları artık uzaklarda, bazı arkadaşlarım da ötelerin misafiri oldu… Ellerimizde naylon torbalar, “Haydi gelin çocuklar!” avazını bekliyoruz. Mahallemizin anneleri her bayram arifesinde olduğu gibi, avuç avuç çerez ve şeker dağıtacak. Çocuklar sevindikçe onlar mutlu olacak.
Her kapıya koşup torbalara doldurduğumuz çerezleri, baharın müjdecisi çiğdem ve leylekgagalarını görüp sevindiğimiz, Mukaddes Teyze’nin evinin yanındaki çimlere oturup yiyeceğiz. Sonra da köşedeki çeşmeden kana kana su içeceğiz…
Bayram sevincimiz, bir gün öncesinden mayalanmaya, sevinç ve neşemiz kabarmaya başlamıştır. Yanımızda bir ömür boyu götüreceğimiz anılar ve yaşantılar çok yakındır artık…
Sabahleyin erkenden kalkıp abdest alacak, namaz vaktine kadar Mehmet Ali Amca’nın fırınının yanındaki mahalle kahvesinde oturup çay içeceğiz. Babam, kardeşimle bana da çay söyleyecek. Belki ben yine dilimi hafifçe yakacak ama belli etmemeye çalışacağım.
Namazdan sonra kutlu güne kavuşup, büyük-küçük herkesle tokalaşıp el öperek bayrama merhaba diyeceğiz…
Ulanmak: Annemden ve büyüklerimden duyduğum, unutulmaya yüz tutan kelimelerimizden. Yardımlaşma, dayanışma anlamında kullanılıyor.