Hocam Telefonun Var!
PTT ile ilçemizdeki Mutlu İlkokulunda (1965-1969) okurken tanıştım. Öğretmenimiz bizi, muhtemelen haberleşme temalı ünite ya da konumuzla ilgili olarak Cumhuriyet Caddesi’ndeki, evden iş yerine dönüştürülen merkeze götürdü. Kısacık boyumuzla bankonun arkasındaki memuru görmeye ve dinlemeye çalışırken, uzakları yakın eden siyah renkli kollu telefon da bankonun bir ucunda duruyordu. Sesimizi ince bir kabloyla uzaklara ulaştıran bu makineyi küçücük dünyamda anlamlandırmaya çalışıyor fakat başaramıyordum... Bu zaman alacaktı...
Fakat biz arkadaşlarımızla, kibritlerin içinden çıkardığımız kutulara makara ipliği takıp para vermeden haberleşiyor, uygulamalı talim yapıp, geleceğe hazırlık yapıyorduk! Bu bizim için güzel bir oyundu. Zannediyorum bunda öğretmenimizin de payı vardı.
Küçük ilçemiz Gördes’in PTT merkezinin telefon santrali sınırlı sayıdaki aboneye hizmet verecek kadardı. Numaralar üç haneliydi.
Benim dünyamda, bazı kurumlara verdiğim değer fevkalâde kıymetlidir. Muhkem ve muhteşem binaların ev sahipliği yaptığı tren istasyonlarında, görevlerinin hakkını vererek, ciddiyet içinde yapan şefinden hareket memuruna kadar bütün elemanları ile acı tatlı her türlü haberi ve müjdeyi bizimle buluşturan, öğrencilerime rontunu ve şarkısını -Bak postacı geliyor, selam veriyor- öğrettiğim postacılarımız.
1972 yılında Manisa Endüstri Meslek Lisesinde okumaya başlayınca, ailemle haberleşme ihtiyacı duyduğumda, babamın arkadaşlarıyla oturduğu, oyalandığı mekânın telefonunu arar, oradaysa konuşur yoksa gelecek haftaya ertelerdik. Evimizde sabit telefonumuz yoktu. Telefon almak için müracaat edenler de yıllarca beklemek zorundaydı...
Manisa’da hâlâ hizmet veren PTT binasındaki telefon etme sürecini de anlatmam lâzım. Kaldığım öğrenci yurdunda cumartesi günü kahvaltımı yapar, sonra PTT’ye gidip görüşme sırası yazdırırdım. Birçok kişi gibi ben de öğleye kadar sabırla bekler, görevli “Gördes” deyince telefonun başına geçer görüşmemi yapardım.
Bu bekleyiş, tercihlere göre değişirdi! Biz öğrenci bütçesine en uygunu ve en ucuzu olan “normal”i seçiyorduk... “Acele” ve “yıldırım” yazdırırsak birkaç haftalık harçlığımızdan fedakârlık yapmak mecburiyetinde kalırdık. Ayrıca süreyi dikkate alıp, meramımızı kısa yoldan, kestirmeden anlatmanız gerekiyor.
“Hocam Telefonun Var!”
Köy ilkokullarında çalışan meslektaşlarım bilir. 1990’lı yılların başına kadar köylerimizde sadece muhtarın evinde telefon bulunurdu. Mezralarda (köye bağlı mahalleler) zaten yoktu. Köyde oturanların dış dünya ile teması, acil durumlarda diğer kurumlarla haberleşmesi bu manyetolu telefonla sağlanırdı.
İlkokullar genellikle köyün kenarında veya bir ucundadır. Yedi yıl görev yaptığımız bir köyde, muhtar 7-8 metre yüksekliğindeki sırığa bağladığı hoparlörden telefonu gelen kişiyi anons ederdi.
Muhtardan bize de arada sırada, “Hocam telefonun var!” çağrısı gelir, köyün bir ucunda diğer ucuna koşar adımla giderdik.
Bazen, koşa koşa gittiğiniz telefon görüşmesinden dönerken aldığınız haberin altında ezilir, üzülür, gam yükünüzü adımlarınıza paylaştırır, “Lâ havle...” çeker, haberi nasıl paylaşacağınızı düşünür, yolun uzamasını isterdiniz...
Telefonlaşma usulü şöyleydi: Görüşmek isteyen yakınınız veya arkadaşınız muhtarlığı arar, konuşacağı kişinin adını vererek çağrılmasını ister telefonu kapatırdı. 15-20 dakika sonra tekrar arar -davet edilen kişi o zamana kadar gelir- ve görüşürdü. Köylülerimiz de dahil yıllarca böyle yaşadık. Bizim zamanımızda böyleydi! Bağlı olduğumuz kurumlardan gelen bilgi ve direktifleri de muhtarlığa gelen telefon notlarıyla alırdık.
Bizim zamanımızda böyleydi!
1990’lı yılların başında ülkemizde telekomünikasyon alanında ciddi gelişmeler oldu. Artık biz de Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesinin bir köyünden telefonla yurt içi ve yurt dışı görüşmeler yapabiliyorduk. Bu, güzel bir rüyanın gerçekleşmesiydi. Ülkemizde, bu alandaki hizmetlere vesile olan zamanın siyaset insanı Turgut Özal’ı rahmetle anıyorum.
2000’li yıllara girerken hızla gelişen teknoloji, bizleri cep telefonlarıyla tanıştırdı. İlave edilen işlevler ve bu cihazlar, sınır tanımaz buluşlarla hayatımızın vazgeçilmezi haline geldi.
Ve oldukça da akıllandılar!
Yazıyı hazırlarken ayrı kalamadığım cep telefonum masamın üstünde!
Eminim birazdan bana; yukarıda sözünü ettiğim, antika haline gelmiş manyetolu telefonları gösterecek, Google, Muradiye Cami’sinin yanındaki Saruhan Parkı’ndan geçerken “Lütfen parkın fotoğrafını çekip gönderir misiniz?” diye mesaj çekecek, hatta arkadaşımla konuşurken bahsettiğimiz araç lastiklerini, fiyatları ile markalarını tekmili birden benimle paylaşacak ve satın almam için ısrar edecek...
Çok akıllandılar çok...