Bir Hıdrellez Şakası

Kazım GERMİYANOĞLU kgermiyanoglu@hotmail.com

ESKİ GÖRDES HATIRALARI
Gördeslilerin eskiden beri inandıkları ve gelenek haline getirdikleri Hıdırellez âdetleri vardır: Bir gün önce karanlık çökmeden çayın kenarına inilir, çayın kenarındaki taşlar ve söğüt dalları kullanılarak küçücük evler yapılır. Ertesi gün sabah namazında erkenden kalkıp çayın kenarına gidilir; namazlar kılınır, dualar edilir, Hızır Aleyhisselam beklenir.
Gün doğmadan çaydan bir miktar su alınıp evlere getirilerek yerlere serpilir. (Bundan amaç o yaz evlerin içinde karınca ve böcek olmamasıdır.) Hıdırellez günü süpürge yapılmaz, iğne kullanılmaz. Fırınlara güveçler, pilavlar verilir ve bütün Gördesliler şehrin tam karşısındaki Umman Deresi’nin üstündeki düzlüklerde toplanarak yenilir, içilir ve çeşitli oyunlar ve gösterilerle şenlikler yapılır.
            Yıl 1947.
Henüz yukarıya, Yeni Gördes’e çıkılmamış. Gördesliler bütün işi gücü bırakmış hazırlık yapıyorlar: Kurabiyeler, börekler, çörekler, tatlılar yapılıyor, güveçlik etler, pirinçler alınıyor, sepetler hazırlanıyor…
            Heyecan dorukta; çünkü yarın Hıdırellez.
             Sara’nın Kâzım’ın oğlu Mesut (Dayım: Rahmetli Hacı Berber), Hacı Ayanların oğlu Ali (Rahmetli Tahsildar Ali) ve Yağcıların Aşçı Asım’ın oğlu Selahattin (İzmir Basmane’de uzun yıllar otel işleten rahmetli Topal Selahattin) aynı mahallede üç samimi arkadaş; üç kafadar... Henüz 11-12 yaşlarındalar. Üçü de kıpırdak mı kıpırdak, yaramaz mı yaramaz, muzip mi muzip…
Hele Selahattin, adı küçük yaşta Topal Selahattin olmuş; kıpırdaklığı sonucu ayağını sakatlamış ve bir ömür boyu çekmişti. Yüksek bir duvardan atlayınca ayağının biri ters dönmüş ve öylece kalmıştı.
Hıdırellez’den bir gün önce Selahattin, Mesut ile Ali’ye:
Yarın sabah çayın kıyına erken gelin, bak Hızır Aleyhisselam gelecek! dedi.
Ali ile Mesut, Hıdırellez sabahı erkenden çayın kıyısına indiler. Selahattin onları karşılayarak kızların ve kadınların toplanıp dua ettikleri ve Hızır Aleyhisselam’ı bekledikleri yere götürdü. Bir muziplik düşündüğü belliydi.
Kalabalığın yedi-sekiz metre yukarısında söğütler arasına saklandılar. Kadınlar okuyup dualar ediyor; Hızır Aleyhisselam’ın çıkıp gelivermesini bekliyorlardı. Selahattin, cebinden çıkardığı mumları yakıp küçük tahta parçalarının üzerine yapıştırarak yavaş yavaş çayın suyuna bıraktı. Alacakaranlıkta suyun üzerinde peş peşe kendilerine doğru yaklaşan ışıkları gören kadınlar ve kızlar çığlıklar atmaya başladılar:

Bakın! Bakın! Hızır Aleyhisselam göründü; bize doğru geliyor!

Hızır Aleyhisselam geliyor!

Hızır geliyor!..              Bir yandan çığlıklar atarken diğer yandan da dudakları kıpırdıyor; bir an evvel Hızır’a kavuşup dileklerini iletmek ve muratlarına ermek için sabırsızlanıyorlardı.
             Biraz yukarıda söğüt ağaçları arasında ise üç kafadar, kıs kıs gülerek oluşturdukları bu sevinç tablosunu keyifle seyrediyorlardı.