Din İle İman
Büyüklerimizin sık sık söyledikleri nasihat içeren güzel bir söz vardır.Derler ki; 'Evlâdım! Din ile iman bir arada bulunmalıdır. Din ile iman bir arada bulunmayınca olmaz.'
Ne kadar yerinde ve ibretamiz bir söz. Günümüzün cevap bekleyen birçok sorusu bu güzel sözde gizlidir.
Gerek ülkemizin ve gerekse diğer İslâm Ülkeleri'nin bugün içinde bulundukları vahim durum, bizleri büyük üzüntülere ve derin düşüncelere sevk etmekte ve biçare durumlara düşürmektedir.
İslâm'ın insanlığı aydınlattığı 7. Yüzyıldan karanlığa gömülmeye başladığımız 16. Yüzyıla kadar fetihlerle coştuğumuz 900 yıl boyunca ecdadımızın sahip olduğu dünyaya timsal olmuş anlayış ve değerler bu gün nerelere gitmiştir de biz hâlâ Müslüman olduğunu iddia eden kuru kalabalıklar, dün efendisi olduğumuz ve sömürgecilik ve barbarlık gibi aşağılık emellerini dizginlediğimiz milletlerin ve dinlerin oyuncağı ve kölesi durumuna gelmişiz?
Çok uzaklara değil kendimize ve çevremize bakmamız, bu sorunun cevabını bulmamıza yeter. Saçma sapan düğünlerimizden tutun da hiçbir ölçüye sığmayan ucube kıyafetlerimize, sevgi- saygı, nezaket kurallarını kaldırıp, kaba, argo, ahlâksız söz ve davranışlarımıza, mal ve para için evlatlarına ya da ana babasına küs giden insanlarımıza, birbirinin aleyhine bulunmak ve darılmak için bahane arayan insanlarımıza kadar. İnanır mısınız öz be öz iki kardeş, ikisi de hacı, evleri yan yana olmasına, günde beş vakit aynı camide yüce huzura durup omuz omuza ibadet etmelerine rağmen 40 yıldır konuşmayan komşularım var.
Evet din, gerçek din; İslâm. Elhamdülillah böyle güzel bir dine mensup olarak gelmişiz bu dünyaya. Diğer dinlere mensup milyonlarca insandan daha avantajlıyız bu hususta. Onlar, önce kendi dinlerinden soğuyup uzak diyarlardan gelerek tanıyıp araştıracak ve ancak öyle şereflenebilecekler bu müstesna din ile. Biz ise daha doğar doğmaz elimizin altında bulmuşuz bizi gerçek mutluluğa, fazilete ve medeniyete götüren böyle güzel bir dini. Evet, 'Elhamdülillah Müslümanız' ama nasıl?
'İlim ile iman etmeyen ziyandadır.' Buyuruyor Yüce Peygamber. Din ilimdir. İlim; Dindir. Yani İslâm.
İman etmek; sadece Kelime-i Şehadet getirmek, Namaz kılmak, Oruç tutmak, Hacca gitmek midir? Bir de Zekât denilen bir ibadet vardır. Hani İslâm Peygamberi'ni sağlığında en çok uğraştıran ve vefatıyla hemen kaldırdığımız, işimize gelmeyen; Zekât.
'Müslümanın, kardeşinin kanını dökmesi haramdır.' Diyerek kan dökücülüğü yasaklamış ama O, aramızdan ayrılır ayrılmaz biz hemen büyük bir kin ve öfke ile birbirimize saldırmış, düşmanın dahi reva görmediği zulüm ve katliamları en vahşiyane bir şekilde göstermişiz, hem de Nebiler Nebisi O Yüce Peygamber'in mübarek omuzlarında taşıdığı gözbebekleri; Hasan'a, Hüseyin'e ve babaları Ali'ye kıyarak, Kur'an-ı Kerim okumakta olan damadı Halife Osman'ı katlederek.
Ya Adalet? Her hafta Cuma hutbesini bitirirken İmam efendilerimizin üzerine basa basa ve gözlerimizin içine baka baka tekrar ettikleri; ' Adaleti, iyiliği, yoksullara ve akrabaya bakmayı emreden, azgınlığı, fenalığı yasaklayan' ilahi buyruğu, camilerden çıktıktan sonra kaçımız tatbik ediyoruz. Yüce Yaratıcımız; 'Huzuruma kul hakkı ile gelmeyin. Yalan söylemeyin. Dürüst olun.' Diye sıkı sıkı tembih ediyor. Hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti, iltiması yasaklıyor. Acaba kaçımız bütün bunlara riayet ederek, temiz bir alınla, günde beş vakit yüce huzura varıp alnımızı secdeye koyuyoruz.
Ta 16. Yüzyıla, en ihtişamlı dönemimize, Sultan Süleyman Devri'ne gidelim. Büyük şair ve mütefekkir Mehmet Fuzulî'nin feryadına kulak verelim; 'Selâm verdim, rüşvet değüldür deyü almadılar.'
Demek ki sadece günümüzün değil, asırların sorunudur bunlar.
Genel olarak hemfikir olduğumuz ve sıkça dile getirdiğimiz bir husus; 'İslâm'ı Avrupa yaşıyor.' Neden, niçin, nasıl yaşıyor? Avrupa Hristiyan değil mi, ne zaman Müslüman oldu? Hayır, herkes biliyor ki; Avrupa Hristiyan. Ama sanki İslâm ile iman etmiş. Ferdi yaşantılarından tutun da, siyasi, adli, içtimai bütün yaşantılarında bir ölçü ve düzen hâkim. İslâm'ın getirdiği hemen hemen bütün kurallar toplumsal hayatlarında uygulanıyor. Bunu yıllar önce Avrupa seyahati dönüşü uçaktan indiğinde kendisine sorulan 'Avrupa'yı nasıl gördünüz?' sorusu üzerine Büyük İslâm Şairi Mehmet Âkif Ersoy bakın nasıl dile getiriyor; ' Avrupa'yı bizim dinimize, bizi de Avrupa'nın dinine giderken gördüm.' Evet, Avrupa, Ortaçağ da kilisenin kara taassubuna saplanmış, birbirini yiyen, ezen, sömüren Avrupa nasıl olmuş da bu hale gelmiş? İslâm'ın emrettiği anlayışı Avrupa'ya hâkim kılan nedir? Onların fırlatıp attıkları bizim ise havada kaptığımız kara taassup, cehalet ve necasetin sebebi nedir?
Bir gün Bektaşi'nin biri camiye gelir, cemaatle namaz kılar. Namazdan sonra ' Allah'ım, bana bir şişe şarap, biraz yiyecek ve biraz da para ver. ' Diye dua eder. Duasını yüksek sesle yaptığından yanındaki duyar ve namaz biter bitmez Bektaşi'ye çıkışır; 'Behey gafil! Allah'tan hiç şarap, yiyecek, para mı istenir!' 'Eee! Ne isteyecekmişim' der Bektaşi. Adam öfkesi daha da artarak cevap verir: ' Bana iman ver, Kur'an ver, hidayet ver, diye dua edersin' der. Bektaşi adama şöyle bir bakar: ' Herkes kendisinde olmayanı ister. Ben, ben de olmayanları istedim. Sen de onları iste.' Der ve kalkıp hızla uzaklaşır.
Büyüklerimiz çok haklı. Din ile İman. İkisi bir arada olmayınca bir şey ifade etmiyor. Dünyanın en güzel dinine de sahip olsanız gerektiği şekilde iman etmediğiniz müddetçe hür, bağımsız, haysiyetli ve şerefli yaşamanız mümkün değildir.
Yüce Yaradan bizleri; Gerçek manâda iman eden, O'na lâyık bir kul, Peygamber Efendimiz'in mübarek izinden giden, O'nun güzel ahlâkıyla ahlâklanmış, O'nun güzel yaşantısıyla şereflenmiş hakiki Müslümanlar eylesin. ÂMİN.