Ege'nin Şanlı Tarihi
Ege, tarih boyunca çok çetin mücadelelere sahne olmuş, birçok medeniyetin kurulduğu bir bölgemizdir. Bunun son örnekleri; Türk İstiklâl Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'dir. Kurtuluş Savaşı'mızın birçok muharebesi Ege'de yapılmış ve büyük zafer de Ege'de kazanılmıştır. Yani yüz yıldır üzerinde huzurla ve şerefle yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti, bu bölgemiz üzerinde verilen mücadeleler ve kazanılan zaferlerimizin bir eseridir. Bu yüzdendir ki; iç ve dış düşmanlarımızın da hep hedefinde olmuştur Ege.
Ege'nin Türküsü de, Zeybeği de bir başkadır. Bambaşka duygular yaşatır insana; içini sızlatır, kalbini titretir. Mertlik, yiğitlik, kahramanlık, sevda ve hasret yüklüdür.
Asırlar öncesinden günümüze, Asya'dan Avrupa'ya ve Afrika'ya kadar geniş bir coğrafya üzerinde birçok kültürü de içine alarak yoğrulan ve en son Anadolu'da olgunlaşan engin Türk Kültürü'nün en güzel örnekleri Ege'dedir. Zeybeğiyle, ezgisiyle, çalgısıyla ve sayısız güzellikleriyle dost ve düşmanlara gıpta ile baktırır. Ülkemizin değişik coğrafyalarından insanlar bu müstesna kültür içinde yer alabilmek için adeta yarışırlar, akın akın gelirler Ege'ye ve yerleşirler.
Ege, kahramanlık, yiğitlik, fedakârlık ve sevda ile harmanlanmış bu müstesna kültüre nasıl ulaştı? Elbette ki bu kültürü yoğuran Ege'nin o vefakâr, cefakâr ve yiğit insanlarının, katlandıkları her türlü acıya, ıstıraba, eleme ve sıkıntıya rağmen içlerinde sakladıkları millî ve ilahî ruhu kaybetmeyip her türlü işgale ve tecavüze karşı gösterdikleri tepki ve verdikleri çetin mücadele sonucu destanlaşan kahramanlıkları ve fedakârlıklarının bunda büyük rolü vardır.
Gençlik yıllarımdan beri yazılarını büyük bir zevkle okuduğum usta araştırmacı ve yazar Taha Akyol'un köşesinde okudum. Bir Yeni Akit yazarı; 'Ege Bölgesi'nin Milli Mücadele'de Yunan işgalini sineye çektiğini' yazmış.
Şaşırmadım. Çünkü son yıllarda bazı değerlerimize yönelik saldırı ve sataşmalar maalesef arttı. Uzmanı olsun olmasın, bilsin bilmesin herkes bir şeyler sallamaya başladı.
Yıllarca çağdaşlaşma adına halkını hakir gören köhne ve ucube bir zihniyetle mücadele ettik. Ancak, bu gün geldiğimiz nokta, bu zihniyetin yer değiştirerek daha ilkel ve acımasız bir şekilde mevcudiyetini devam ettirdiğini göstermektedir.
Tarihe altın harflerle geçmiş onca zafere ve olayların bizzat içinde bulunmuş birçok şahsiyetin kaleme aldığı günlükler ve hatıratlara rağmen, tamamen yalana, iftiraya ve fitneye dayalı iddiaları nasıl ortaya atabiliyorlar? Hayret!
Doğu'suyla, Batı'sıyla, Kuzey'i ve Güney'iyle bu topraklar üzerinde yaşayan ve kalbi ayni duygularla çarpan insanları yanıltıp ayrı kamplara ayıracaklarını mı sanıyorlar?
Erzurum'da; Nene Hatun, Kastamonu'da; Şerife Bacı, Maraş'ta; Sütçü İmam, Antep'te; Şahin Bey ve daha niceleri, her biri başka bölgemizde, gurur duyduğumuz şeref abidelerimizdir.
Peki, her biri ayrı destan yazan Ege'nin şu yiğitleri nasıl görmezlikten gelinir? Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Halil Efe, Gördes Kızı Makbule, Parti Pehlivan, Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Bey, Müftü İsmail Hakkı Efendi, Bakırlı Saçlı Efe, Halit Paşa, Çakırcalı, Çakıcı ve daha niceleri'
Atatürk Samsun'a çıkmadan önce Ermeni işgali ihtimaline karşı Doğu'da, Yunan işgali ihtimaline karşı Ege'de ve Trakya'da millî direniş cemiyetleri kurulmuş, 'Kongreler' başlamıştı. Kuvay-ı Milliye denilen bölgesel direniş kuvvetleri çoktan mücadeleye girişmişlerdi bile. Atatürk, Kongreleri yapıp TBMM' ni açtıktan sonra bu cemiyetleri ve kuvvetleri bir çatı altında toplayarak düzenli orduları kurup düşmanla esaslı bir mücadeleye girişmiştir. Bunu ilkokuldaki çocuklarımız dahi bilmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sona ermiş, Osmanlı Devleti imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması ile teslim olmuş; ordu ve donanmamız dağıtılmış, silah ve cephanelerimiz düşmanlara teslim edilmiş, esir aldığımız düşman askerleri serbest bırakılmış ama düşmana esir düşen bizim askerlerimiz bırakılmamış, düşmanların diledikleri zaman yurdumuzun istedikleri bölgesini işgal edebilmelerine izin verilmiş, düşmanlar dört koldan elimizde kalan son Anadolu topraklarını da işgale başlamışlar. Yani tam bir hezimet. 400 yıl Türk idaresinde kalmış Yunan, Avrupa ve Amerika'nın desteğini alarak hemen topraklarımızı işgale başlamış, önce İzmir, sonra Manisa, Aydın, Balıkesir, Kütahya, Afyon, Uşak, Eskişehir hızla ilerliyor. İşgalcilerin güdümündeki İstanbul Hükümeti, valiliklere genelgeler gönderiyor, Yunan ve Türk gazetelerinde ilanlar yayınlanıyor; 'İşgal geçicidir, herkes evinde otursun, kimse direniş göstermesin.'
Ancak, önce İzmir'de daha sonra diğer illerimizde vatansever milliyetçi aydınların önderliğinde Türkler silaha sarılıyor, kurdukları Kuvay-ı Milliye adlı direniş birlikleriyle işgalcilere karşı mücadeleye girişiyor. Devlet yok, kanun yok, ordu yok, silah ve cephane yok. Karşıda yıllarca bu anı bekleyen soysuz ve acımasız bir düşman var ve arkasında dünya. İşte bunlara karşı Ege'nin birçok yerinde olduğu gibi Demirci, Gördes ve Sındırgı yöresinde oluşturduğu Millî Akıncı Müfrezeleri'nin başında tam iki yıl yazın kavurucu sıcağında, kışın dondurucu soğuğunda, bazen aç bazen tok dağlarda gerilla savaşı veren Demirci Kaymakamı rahmetli İbrahim Ethem Akıncı'nın günlüklerinin kitaplaştırılmasıyla ortaya çıkmış 'Demirci Akıncıları' adlı eserinde anlattığı hatıralardan sadece bir tanesini bu pervasız saldırılara bir cevap olarak buraya almak istiyorum:
'Emet Kaymakamı Besim Bey' de Kocayayla' da Yunan'a esir düştü. Zaten Emet' ten ayrılalı da bir hayli zaman olmuştu. Ahali kendi başına buyruk, ne yapacağını bilmez durumda imiş. Yunan da bunu bildiğinden Emet havalisine sabit bir kuvvet koymayıp eşkıyadan Kabakçı namında birisini elde ederek Emet ve Tavşanlı havalisini idare etmekteymiş. Bilahare Yunanla Kabakçı arasına husumet girmiş ve Kabakçı düşman ile temas etmemeye ve ötede beride gezmeye başlamış olduğundan düşman kırk kişilik bir kuvveti Emet' e göndermiş. O civarları teshire çalışmış, işte bu kuvvetin vürudiyle beraber Emet ve havalisinin feveran ve galeyanı başlamış, Çünkü düşman kuvvetinin başındaki kumandan Emet eşrafını toplamış ve demiş ki; ' Benim yanımdaki askerler gayet kıymetlidir. Bunun için kırk tane bakire kız bu askerlere ve birini de fevkalade olmak üzere kendime ki, kırk bir tane bakire Türk ve Müslüman kızı istiyorum. Eğer vermez ve bulmaz iseniz hepinizi mahveder ve burasını yakarım.'
Bu rezalet karşısında isyan ve galeyana gelen Emet eşrafı yine de soğukkanlılığını muhafaza ederek, yirmi dört saat mühlet vermişler gâvurcuklara şehri terk etmeleri için ve bu arada derhal civarda gezen Akıncılara haber vermişler, bunun üzerine hemen bütün Emet ve havalisi Türklük ve Müslümanlığın icabını yerine getirip baltalarla, sopalarla Emet'e hücum edip düşmanı muhasaraya almışlar, düşmandan bir fert kurtulmamak üzere kışla ile beraber tamamen imha etmişler. Türk'ün ve Müslüman'ın namusuyla oynamak neymiş göstermişler.
Bundan sonra herkes silaha sarılıp ve namuslarını muhafazaya karar vererek Kütahya'dan gelen iki yüz kişilik bir düşman kuvvetine hücum etmişler, iki kişi kurtulabilmiş, diğerleri Türk'ün ırzına taarruz etmek isteyenlerin, kırk bir bakir Türk kızı isteyenlerin yanına gönderilmişler.
Ancak maalesef bundan sonrası facia' Bu vakalar üzerine düşman fevkalade telaş ve heyecana düşerek derhal cepheden bir fırka ile civarlarda bulunan parça bölük kuvvetleri Emet üzerine sevk etmiş ve bir ay devam eden kanlı muharebeler ve tüyleri ürperten facialar olmuş. Emet ile beraber on dört büyük köy tamamen yağmalanıp yakılmış ve ele geçenlerin tamamı kadın ve çocuklar da dâhil olduğu halde ateşe atılmak suretiyle imha edilmişler. Ele geçmeyenler, dağlara çekilmişler ve orada ırzlarının muhafazasına çalışmışlar.
Bu zavallıların bütün kabahatleri ırzlarının muhafazasına olan hassasiyetleridir, başka bir taksirleri yoktur. İşte bazı Avrupa ve Yunan gazeteleri, medeni ve insani olduklarını iddia ettikleri Yunanlıların bu facia ve mezalimini görsünler de utansınlar.'
Sadece bu olay bile, Ege insanının işgale boyun eğmediğini ve sineye çekmediğini, asıl işgali sineye çekenin; düşmanlara karşı direniş gösterilmemesi yönünde emir yayınlayan İstanbul Hükümeti olduğunu açık ve net bir şekilde göstermektedir.
Egeli olmadıkları ve işgal acılarını yaşamayan bir bölgeden oldukları anlaşılan ve bu talihsiz iddiaları ortaya atanlar, acaba canları ve kanları pahasına kazma, kürek ve sopalarla koskoca düşman fırkalarına saldırıp ta bu toprakların Türk ve İslâm olarak kalmasını sağlayan o şehitlerimizin hakkını nasıl ödeyecekler acaba?
Bu dünyada işleri iş de öbür taraf ta işlerinin pek kolay olmayacağı muhakkak.
Allah akıl, fikir, vicdan ve merhamet versin demekten başka çaremiz yok.
Biz, Ege'si, Marmara'sı, Akdeniz'i, Karadeniz'i, Doğu'su, Güneydoğu'su ve İç Anadolu'suyla; Anadolu'yuz.
Yurdumuzun her bir köşesi bizim için kutsaldır. ' Doğu'nun sınır taşı;
Erzurum'un Dadaşı,
Efesi var İzmir'in;
Eğilmez Türk'ün başı.'