Güveçte Kuru Fasulye

Kazım GERMİYANOĞLU kgermiyanoglu@hotmail.com

'90'lı yılların başları. İlçemize genç bir kaymakam atanmıştı. Çalışkan, samimi, mütevazı, sıcakkanlı, idealist bir insandı. Mehmet Şahin'di adı. Şahin gibi bir Mehmet'ti. Sık sık okula uğrar, sıradan bir ziyaretçi gibi gelir oturur, çayını içer, sohbetini yapar giderdi. Kendisine ayrıcalıklı davranılmasını ve protokolü hiç sevmezdi. Kısaca adam gibi bir adamdı. Bir gün okuldan ayrılırken;
- Akşam yemeğinde davetlimsiniz, size güveçte kuru fasulye yapacağım. Parmaklarınızı yiyeceksiniz, dedi.
Şaşırmıştım; Kaymakam Bey, güveçte fasulye pişirecek ve biz de gidip evinde yiyecektik. Mütereddit halimi görünce:
- Diğer lise müdürlerini ve kütüphane müdürünü de çağıracağım. Hep birlikte kendimize güzel bir ziyafet çekelim, tamam mı? Dedi.
- Peki, Sayın Kaymakamım, memnuniyetle, dedim.
- Allahaısmarladık, beklerim, diyerek koşar adım indi merdivenlerden seri bir şekilde arabasına binip okuldan ayrıldı.
O güne kadar bulunduğum Karlıova Lisesi, Köprübaşı Lisesi ve nihayet Gördes Lisesi'nde birçok kaymakamla çalışmıştım. Ama böyle bir kaymakam profili ile ilk kez karşılaşıyordum.
Kaymakam Bey bekârdı ve lojmanda yalnız kalıyordu.
Bir saat kadar sonra Sağlık Meslek Lisesi Müdürü Baki Bey aradı;
- Kâzım Bey, akşam yemeğinde Kaymakam Bey'e davetliymişiz.
- Evet, Baki Bey, sizi de davet etti değil mi?
- Evet, Cengiz Bey'le, Süleyman Bey de geleceklermiş.
- Evet.
- Güveçte kuru fasulye pişirecekmiş bize.
- Evet, öyle.
- Neyse, akşam görüşürüz.
Bir müddet sonra İmam Hatip Lisesi Müdürü Süleyman Bey ve ardından Kütüphane Müdürü Cengiz Bey de aradılar:
- Kaymakam Bey'in evinde güveçte kuru fasulye yiyecekmişiz.
- Evet, doğru.
                Akşamüstü arkadaşlarla bir araya geldik, beraberce Kaymakam Bey'in evine gittik. Çocukluk günlerimden beri hep dışarıdan baktığım ve merak ettiğim Kaymakam Evi'ne girecektim. Hepimiz heyecanlıydık, birbirimize bakarak kapıyı çaldık. Kaymakam Bey, her zamanki güler yüzlü ve samimi tavrıyla kapıyı açtı. Üzerinde eşofmanları ve elinde bir kaşık vardı.
- Buyurun arkadaşlar, siz odaya geçin, ben yemekle meşgulüm, rahatınıza bakın, dedi.
- Kaymakam Bey, yardım edilecek bir şey varsa biz de yapalım, dedik.
- Yo, yo! Siz misafirimsiniz, zaten fasulye de pişti sayılır, siz oturun, diyerek mutfağa döndü.
Biz oturup bekledik, epeyce bir zamandan sonra Kaymakam Bey, iki tarafından gazete kâğıtlarıyla tuttuğu güveci hızlı adımlarla getirip masanın üstüne bıraktı.
- Ya arkadaşlar, o kadar uğraştım ama nasıl oldu bilmiyorum, fasulye suyunu çekmiş, biraz da dibi yanmış galiba. Aslında güveçte kuru fasulye pişirme konusunda iddialıyımdır.
                Sofra kurulmasına yardımcı olarak sofraya oturduk. Neşe ve muhabbetle yemeği yerken Kaymakam Bey iki de bir durup:
- Ya arkadaşlar, ben bu yemeği çok güzel yapardım amma nasıl oldu anlayamadım, suyunu çekmiş, diyerek mahcubiyetini belirtiyordu. Biz de;
- Önemli değil Kaymakam Bey, gayet güzel olmuş, ellerinize sağlık diyerek moral vermeye çalışıyorduk.
Derken güvecin ortalarına gelince fasulyelerin renginin esmerleştiğini ve tadının ve kokusunun ağırlaştığını hissettik. Kıyısından köşesinden yemeye çalışırken Kaymakam Bey;
- Arkadaşlar, bundan sonrası artık yenmez, kaldıralım, diyerek pilavı ortaya sürdü.
Bir yandan yemek yiyor, bir yandan sohbet ediyorduk. Güveçte yanık fasulyeye talim etmemize rağmen hoş bir gece geçirdik. Çaylarımızı da içerek ayrıldık.
O akşam yediğimiz güveçte kuru fasulye uzun süre sohbetlerimizde konu oldu.  O günü ve genç Kaymakam Mehmet Şahin'i aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen unutamadık. Kaymakam Bey ilçemizde altı ay kalmış ve bir yıldız gibi parlayıp sönmüştü.
O, samimi, sevecen, dost Kaymakamı sonraki yıllarda çok aradık. Siverek Kaymakamı olarak gitmişti. Uzun süre telefonlaştık.  Ama kaybolan dostlar misali daha sonra oda kaybolup gitti. Allah yolunu açık eylesin.
Ondan evvel ve sonra birçok kaymakamlar ve valiler tanıdım ama O'nun gibisini bir daha göremedim.
'.
Biz de yerleşmiş bir yönetici profili vardır. Büyük mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek'in ' Asık suratlı devlet' diye nitelendirdiği; yüzü hiç gülmeyen, vatandaşı hor gören, yerli yersiz emri altındakileri haşlayan, halka tepeden bakan, mağrur bir yönetici tipidir bu.  Osmanlı'dan kalma, sonra tek partili Milli Şeflik dönemi ve sonrası yönetici profili.
Osmanlı'dan kalma diyorum. Osmanlı'nın son dönemlerinde ortaya çıkmış bir prototiptir bu.
Bakın Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini yaşamış Millî Edebiyatımızın öncülerinden vatan şairi Mehmet Emin Yurdakul bu köhne anlayışı nasıl yansıtmış Anadolu adlı şiirinde;
              ''''''.
              Yürüyordum ağlıyordu ırmaklar'
Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:                          Bundan sonra...                                                                                                                             
Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın;                                                - Kocan nerde? 
Derileri çatlak, bağrı kapkara,                                                  - Ben dulum; 
Sağ elinin nasırında bir yara                                                     Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum. 

-Ne o bacı?                                                                                       - Soyun, sopun?                                                             - Ot yiyoruz, n'olacak! ..                                                                        - Onlar dahi hep yoksul! 
-Tarlan yok mu?                                                                             Efendi, bize karşı İstanbul 

- Ne öküz var, ne toprak...                                                         Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi?   
Bugüne dek ırgat gibi didindim;                                             Taşraların hayvanlık mı nasibi? ..
Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim, 
 
Evet, böyle devam edip gidiyor, uzunca bir şiir. O zaman başkent İstanbul ve halk perişan.
Yöneticiliğin zirve noktasına ulaştığı o altın devre; Asr-ı Saadet'e gidelim.   Müslümanları yönetiminde büyük hassasiyet gösteren Peygamberimiz bir makama yönetici atarken çok titiz davranırmış. Bir gün bir mecliste küçük bir çocuğu kucağına alıp severken, meclistekilerden biri bu durumu yadırgayarak:
- Hiç koskoca bir Peygamber kucağına çocuk alıp sever mi? Diye konuşmuş.
Bu sözleri duyan Peygamberimiz, o şahsın kim olduğunu sorunca; falanca ilin valisi derler. Peygamberimiz; ' Kalbinde sevgi ve şefkat bulunmayan bir kişi halkı yönetemez.' Diyerek o valiyi hemen azleder.
Cumhuriyet'in ilk yılları. Ömrü savaşlar içinde geçen ve değerlerimizin alt üst olduğu ve güzel hasletlerimizin  bir bir yok olmaya başladığı o çetin günlerde devlet başkanı olan Gazi Atatürk,  boş zamanlarında çocuklarla oynar, askerlerle şakalaşır ve köylü, şehirli bütün vatandaşlarla sohbette bulunurdu. Hatta Latife Hanım'dan boşanma sebeplerinden birinin de; Atatürk'ün konağının bahçesinde nöbet tutan askerlerden biriyle şakalaşıp konuşmasının sebep olduğunu bilmekteyiz.  Atatürk henüz genç denilecek yaşta ölüyor. Yerine İsmet Paşa geçiyor. Millî Şef deniliyor, tek partili, katı bir yönetim sergileniyor, Yalçın taş gibi sert ve katı yönetim anlayışı yeniden kendini gösteriyor. Millî Şeflik 12 yıl sonra sona eriyor ancak yerleşen bu anlayış uzun yıllar etkisini sürdürüyor.  O yılları Büyük Halk şairlerimizden Abdürrahim Karakoç çok veciz bir şekilde işliyor şiirlerinde. İşte İsyanlı Sükût adını taşıyan şiirinden iki kıta;
                                                             
'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını.                                                         Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı...
Bir azar yedi ki oldu o biçim..                                                                   Bir baktı konağa alttan yukarı 
'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını.                                                         'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını. 

 Suyunu çekmiş, dibi yanmış da olsa, güveçte kuru fasulyenin tadı, yıllar geçse de bütün lezzet ve nefasetiyle damaklarımda hissettiğim ve dimağımda sakladığım samimi, ,içten ve nadide bir anı oldu benim için.