Sessiz Ölüm
Düğün salonu tıklım tıklım doluydu. Sahnedeki bir kısmı dekolte kıyafetli, bir kısmı da sirk cambazı kılıklı kalabalık güruh, kendilerini orkestranın ahengine kaptırmış çılgınca dans ediyorlardı. Düğünlerimizin vazgeçilmez şarkısı; 'salla salla' çalıyordu. Sahneyi dolduran çoğunluğu kız dansçılar, müziğin ritmine göre kalçalarını bir sağa bir sola atıyor büyük bir sarhoşluk içinde sallıyor sallıyorlardı.
O gürültü içinde düğün sahibi dostlarım, masaları dolaşıp davetlilere tekrar hoş geldiniz diyerek uzaktan gelmiş ve uzun zamandır görüşmemiş olmamızdan dolayı bizim masaya gelerek oturdular. Bu arada orkestranın sesi daha da yükselmiş, ritmi daha da artmıştı. Bir iki Roman havasından sonra, şimdi de 'hadi! hadi! hadi!'' şarkısı çalıyordu. Sahnedekiler, müzik değişirken arada bir duruyor ancak müzik başlar başlamaz kaldıkları yerden tekrar büyük bir iştihayla danslarını sürdürüyorlardı.
Başı örtülü ve örtüsüz anneler ve kasketli kasketsiz babalar, yönlerini sahneye dönmüş büyük bir ilgi ve merakla sahnede kalça sallayan kızlarını seyrediyorlardı.
Düğün sahibi arkadaşla göz göze geldik. Ağzını sonuna kadar açarak bize bir şeyler söyledi ama müziğin gürültüsünden hiçbir şey anlayamadım, anlamış gibi yaparak gülümsedim. Hanım da gülümsedi. Eğilip daha da yüksek sesle bir şeyler söyledi ama yine de anlamadık, masada bulunan diğer davetlilerle birbirimize baktık. Bu defa daha da yaklaşarak sesini yükseltebildiği kadar bağırdı. Hal hatır soruyormuş. Teşekkür ettik. Konuşmasını sürdürdü. Biz sadece kafa sallıyor, ama hiçbir şey anlamıyorduk. Uzun bir cebelleşmeden sonra neyse ki orkestra sustu. Düğün sahibi dostumuz, heyecandan içi içine sığmıyor, duygularını paylaşacak, konuşmasını sürdürüyor, bu defa söylediklerini anlayabiliyoruz:
- Hayırlısıyla oğlanı da evlendirdik. Gelin de doktor!
- Ha çok iyi, Allah mesut etsin!
Mutlu bir edayla konuşmasını sürdürüyor:
- Bu sene haccımız da çıktı. Hayırlısıyla hac farizamızı da yerine getireceğiz inşallah!
- Gözünüz aydın! Güle güle gidip gelin!
Bu iki çift laftan sonra orkestra şefi salonu çınlatan bir anons yaptı ve bıraktığı yerden yine son ses ve daha da hareketli Roman müzikleriyle programına devam etti. Düğün sahibi konuşuyor, ama biz yine kafa sallıyorduk.
Düğün sahibi konuşmasını bitirip kalkınca, masadaki arkadaşlarla işaretleşip hanımlardan izin alarak salondan çıktık. Düğün salonunun karşısındaki büfenin yanında bulunan mütevazı servis çadırına oturduk. Yanımda bulunan arkadaş:
- İki ay sonra kısmetse bizim de düğünümüz var, oğlanı evlendiriyoruz, buyurun gelin, dedi.
Arkadaşı çok eskiden beri tanıdığımdan içimden geldiği şekilde:
- Herhalde sen de böyle salon düğünü yapmazsın. Şöyle açık havada davullu zurnalı keşkek döve döve yapılan düğünlere hasret kaldık.
Arkadaş yutkundu, gülümsemeye çalışarak, yarı mahcup bir ifadeyle:
- Gençler böyle düğün istiyor, ama keşkeğimizi yiyeceğiz.
- Nasıl yani?
-Yani gündüz evin önünde keşkek döveceğiz, gece salonda devam edeceğiz. Erken gelin de yemek yiyip salona hep birlikte gidelim.
-'!?...
Kısa bir sessizlikten sonra çaylarımızı yudumlarken, masanın üzerindeki yarı açık gazete sayfasındaki küçük manşet dikkatimi çekti: 'Sessiz olun...!!! Polisler şehit oluyor!!! Vicdanı olmayanlar!! Huzur içinde uyumaya devam edin!!! Siz bilmezsiniz ama bizler sizin için şehit olmaya devam ederiz!!!"
Şehit bir polisin, şehit düşmeden bir gün önce internet sayfasından paylaştığı sitem dolu ifadelerdi bunlar.
Uyumak' Toplum olarak asla vazgeçemediğimiz bir tutku. Ve eğlence' Hangi ahval ve şeraitte bulunursak bulunalım aslâ vazgeçemediğimiz büyük tutkumuz. Çarşılarımıza bir bakın; saat 10.00'a kadar birkaç esnaftan ve kahvehanelerde pinekleyen sigara tiryakilerinden başka kaç kişiyi görebilirsiniz. Şehirlerimiz sanki bir ölü şehir. Ancak kuşluk vaktinden sonra- öğleye doğru bir hareket başlar çarşılarımızda, sokaklarımızda. Çünkü gece geç saatlere kadar ya bir eğlence mekânında eğlenmiş, ya kahvehanede taş döşemiş, ya da bilmem hangi kanaldaki sıradan bir yerli diziyi sonuna kadar izlemişizdir.
Uyumak ve eğlenmek' Hayat ne kadar güzel!
Geçenlerde, meclisteki koltuğunda uyurken objektiflere yakalanan bir mebusumuz ne kadar da güzel(!) ifade etmiş bu tutkumuzu;
- Sayın vekilim, meclisin ilk oturumundaki konuşmamızda; 'Biz buraya uyumaya gelmedik!' demiştiniz, diye soran gazeteciye hemen cevabı yapıştırarak Hoca Nasrettin'e ne kadar lâyık bir torun olduğunu(!) gösterivermiş:
- Vatanseverlerin uykusu, hainlerin uyanıklığından daha hayırlıdır!...
Maşallah. Çok büyük bir söz etmiş. Aslında tanıyoruz biz bu sözün kaynağını, sanki biraz çalıntı gibi de geldi.
Her neyse. Ha bir de, ikide bir hayıflanmak tutkumuz var; 'Ne olacak bu memleketin hali?'
Duyarsız, amaçsız, alâkasız ve şaşkın bir toplumun üzerinde gezindiği bir memleketin hali nasıl olursa elbette ki öyle olur.
Şehit cenazeleri geliyor sıra sıra; bir gün Hakkari'den, birgün Şırnak'tan, bir gün Iğdır'dan, bir gün Diyarbakır'dan. Tekbirlerle bağıra çağıra gömüyoruz genç bedenleri kara toprağa sevdiklerinin gözleri önünde ve bir çift lâf ediyoruz sadece; 'Başınız Sağolsun!' Bir de facebooklarda paylaşıyoruz. Beğenen beğenene; atılan sloganları ya da konulan resimleri, afişleri. Suçlular bulup deşifre ediyoruz; kimin umurunda. Hayat devam ediyor, dün dağda olan eşkıya bugün şehirlerimizde kol geziyor. Camiler, mescitler, evler, sokaklar her yer cephanelik olmuş. Yetkililerimiz çıkıp konuşuyorlar: 'Oyuna getirildik. Terör örgütü süreci iyi değerlendirmiş. Yığınak yapmış.' Vay kalleşler vay! Hani söz vermiştiniz? Silahları toprağa gömecektiniz? Doğru, işte biz de öyle yapmıştık, bu gün de patlatıyoruz! Yok, hayır toprağa değil! Betona betona gömeceksinizzz!'
Atsız'ın dizeleri geliyor gözümün önüne. Toplumun duyarsızlığı karşısında duygularını şöyle dile getiriyor Topal Asker şiirinde;
TOPAL ASKER
Ey saçları alagarson kesik hanım kız!
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Bacağımla alay etme pek topal diye.
Bir sorsana o topallık nerden hediye?
Sen Şişli'de dans ederken her gece, gündüz,
Biz ötede ne ovalar, çaylar, ne dümdüz.
Yaylaları geçtik, karlı dağları aştık;
Siz salonda dans ederken bizler savaştık.
Ey dudağı kanım gibi kıpkırmızı kız,
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Olan işler dimağını azıcık yorsun!
Biliyorum elbisemle eğleniyorsun:
Biliyorum baldırını o kadar nazla
Örten bir tek ipek çorap kıymetçe fazla
Benim bütün elbisemden'Hatta kendimden..
Biliyorum: Çünkü bugün şu dünyada ben
Neyim? Bir hiç' İşe güce yaramaz, topal'
Sen sağlamsın, senin hakkın, dünyadan zevk al:
Çünkü orda düşmanlarla boğuşurken biz
Siz muhteşem salonlarda şarap içtiniz!
Ben cephede geberirken, geride vatan
Aşkı ile bin belâlı işe can atan
Anam babam, karım, kızım eziliyorken
Dağlar kadar yük altında' Gel, cevap ver, sen
Bana anlat, anlat bana siz ne yaptınız?
Köpek gibi oynaştınız, fuhşa taptınız!
Anavatan boğulurken kıpkızıl kanda
Yalnız gönül verdiniz siz zevke, cazbanda'
Nazlı nazlı yatıyorken sen yataklarda
Sallanarak ölü kaldık biz bataklarda.
Kalbur oldu süngülerle çelik bağrımız,
Bu amansız boğuşmada öldü yarımız,
Ya siz nasıl yaşadınız? Bizim kanımız
Size şarap oldu sanki' Şehit canımız
Güya sizin mezenizdi! Yiyip içtiniz;
Zıpladınız, kudurdunuz arsız, edepsiz!..
'''''''''''''
Şiir çok uzun olduğundan ancak bazı bölümlerini köşeme alabildim. Şiirin tamamını merak eden okuyucularım, şairin; Ötüken Yayınları tarafından yayınlanan YOLLARIN SONU adlı şiir kitabının 12. Sayfasında bulabilirler.
Şair, bu şiirinde; toplumu, şımarık bir genç kızın şahsında yargılıyor. Bir başka şairimiz Necip Fazıl Kısakürek ise başka bir zamanda aynı sitem ve duygularla şöyle sesleniyor topluma:
Geldi ölümlü yalan gitti ölümsüz gerçek,
Siz hayat süren leşler; Sizi kim diriltecek?
Evet, dünden bu güne değişen ne?
Yüce Yaradan masum kullarına acısın. Daha fazla geç olmadan bizi diriltsin.