Yangın-17

Kazım GERMİYANOĞLU kgermiyanoglu@hotmail.com

GÖRDES
20 TEMMUZ 1919
Sıcaklar iyice bastırmış, insanlar tarladaki ürünlerinin telaşına düşmüşlerdi. Tütünü olanlar; tütünlerini yanmadan toplayıp kurutmak, ekini olanlar; bir an evvel biçip harmanlamak, bağı olanlar da; üzümlerini toplayıp kurutmak için hummalı bir faaliyete girişmişlerdi. Memleket işgale uğramış, Yunan geliyormuş kimin umurundaydı! Tütünler balyalanmalı, buğdaylar değirmenlere götürülüp öğütülmeli, pekmezler kaynatılıp küplere doldurulmalı, bademler, cevizler silkilmeli, sucuklar[1], pestiller, salçalar, tarhanalar, nişastalar[2] hazırlanmalı, kurutmalıklar dizilip asılmalıydı. Zira bu sıcaklar geçecek, kara kış tekrar gelecekti.  Çoluk çocuk ne yiyip ne içeceklerdi.
Ahalinin birçoğu tarla damlarına[3] göçmüş; sokaklar bomboş, Çarşıbaşı ıssız, evler sessizdi. Camilerdeki cemaat de oldukça azalmıştı. Öğle namazı kılınmış, camilerden çıkanlar büyük bir sessizlik içinde Çarşıbaşı'na doğru ilerliyorlardı. Namazlarını Yağcı Emir Camii'nde kılan Hacı Ethem Bey ile Müftü İsmail Hakkı Efendi de az sayıdaki cemaatin arasında konuşa konuşa ağır adımlarla ilerlerken Hacı Ethem Bey birden durdu:
-Hocam, epeyce zamandır Rüştiye[4] Mektebi'ne uğramıyoruz. Arzu ederseniz gidip bir ziyarette bulunalım, ne dersiniz?
-Hay hay! Çok iyi olur, ben de ne zamandır gitmek istiyordum zaten.
Müftü Efendi'nin bu sözü üzerine Hacı Ethem Bey etrafındakilere gülümseyerek:
-Müsaadenizle biz Rüştiye'yi ziyarete gidiyoruz, diyerek o tarafa yöneldiler.
Rüştiye Mektebi, Yağcı Emir Camii ile Pazar Camii arasında, Çarşıbaşı'na yakın bir yerdeydi. Konuşa konuşa mektebe vardılar. Mektep yaz tatilinde olduğundan sessiz ve sakindi. Uzun koridordan geçip koridorun ucundaki Başmuallim Odası'na geldiler. Kapı açıktı, eğilip baktılar; Başmuallim Ali Naki Bey, koltuğunda oturmuş, pür dikkat elindeki dergiyi okuyordu. Karşısındaki masada ise Tarih Muallimi Nevzat Bey bir şeylerle uğraşıyordu. Hafifçe kapıyı tıklattılar. Ali Naki Bey başını kaldırdı, onları görür görmez elindeki dergiyi masaya bırakıp, doğrularak:
-Ooo! Kimleri görüyorum! Buyursunlar! diyerek ayağa kalktı. Nevzat Bey'de işini bırakarak hareketlendi. Müftü Efendi ile Hacı Ethem Bey odaya girdiler:
-Selâmünaleyküm! İşiniz kolay gele! diyerek tokalaşıp kucaklaştılar. Ali Naki Bey:
-Buyurunuz, lütfen oturunuz, diyerek yer gösterdi. Hep birlikte oturdular. Hal hatır sorulduktan sonra Hacı Ethem Bey:
-Mektep tatile girer girmez çocuklar soluğu tarlada aldılar. Sokaklarda hiç çocuk kalmadı sanki, dedi.
Ali Naki Bey:
-Evet, Hacı Bey, bu sene biraz daha kısa kestik, vaziyet malum; insanlar tedirgin, bir an evvel tarlaya işlerinin başına göçmek için sabırsızlanıyorlardı.
Hacı Ethem Bey, Nevzat Bey'e doğru baktı, gülümsedi:
-Siz de sene sonu evrakı ile meşgulsünüz herhalde!
-Evet, Hacı Bey mezun talebelerimizin şahadetnamelerini hazırlıyorum.
 Ali Naki Bey:
-Bakın! Nevzat Bey büyük bir itinayla, kesik uçlu divitte kullanarak, yağlı mürekkeple nakış nakış işliyor şahadetnameleri. Sanki birer sanat şaheseri!
-Hakikaten de öyle, birer şaheser! dedi Hacı Ethem Bey ve uzun süre diplomaları incelediler.
-Eee! Bu ziyaretinizi neye borçluyuz, söyleyin hele! diyerek takıldı Ali Naki Bey.                            
 Hacı Ethem Bey biraz mahcup ve biraz da üzgün cevapladı:
-Haklısınız üstadım! Maalesef ziyaretimizi geciktirdik. Hâlbuki tedrisata[5] verdiğimiz ehemmiyet malûmunuzdur. Lakin her şey o kadar karıştı ki'
Sözlerini devam ettiremedi Hacı Ethem Bey, yutkundu, üzüntülüydü, belliydi. Kendisi de bir eğitimciydi. En değer verdiği şeydi eğitim. Daha önceleri sık sık uğrar, sohbet eder, istişarede bulunurlardı. Ali Naki Bey:
-Sizi her daim yanımızda görmeye alıştık Hacı Bey, beni mazur görün, sizi üzmek istemedim, diyerek teselli etmek istedi.
-Yok, hayır, dedi Hacı Ethem Bey üzüntüsünü belli etmek istemedi.
Sessizce onları takip eden Müftü İsmail Hakkı Efendi lafa karıştı:
-Hacı Bey, esasında her zaman sizinle. Cismen gelemese de kalben burada olduğuna ben şahidim. Bu milleti kurtaracak olan tedrisattır, terbiyedir. Başta ulemaların, münevverlerin ve hemen herkesin bu mevzu üzerinde düşünmesi, kafa yorması lazımdır.
-Haklısınız Müftü Efendi. Millî ve dinî mefkûrelerimizin[6] filizlendiği ve yeşerdiği yerdir; mektep. Lakin hata götürmez. Bir mühendis hata yapabilir, telafisi vardır, lakin bir müderris, bir muallim asla hata yapamaz, telafisi yoktur.
Ali Naki Bey biraz önce bıraktığı dergiyi eline alarak:
- Senelerce meşrutiyet, hürriyet istekleriyle çalkalandı bu devlet. Avrupa hızla aydınlanır, yükselirken biz medreselerle tekkeler arasındaki kısır çekişmeler sebebiyle Avrupa ortaçağının skolastik telakkileri[7] içinde sıkışıp kaldık, kabuğumuzu bir türlü kıramadık. Siz gelmeden evvel Sebilürreşad'da Mehmet Akif Bey'i okuyordum. Bakın Üstat ne diyor: 'Ey hasm-ı hakikî seni öldürmeli evvel; Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el!' Akif'in hasm-ı hakikî dediği; cehaletin, taassubun, katı ve kaba düşüncelerin tesirinde olan bir millet elbette bir gün esarete düşecekti. 
               O sırada kapı tıkladı,  Matematik Muallimi Ahmet Bey:
               -Selâmünaleyküm! Ağalar! Beyler! Diyerek neşeli bir şekilde odaya girdi:
- Hürmetler Başmuallimim! Diyerek Ali Naki Bey'i de selamladı ve devam etti:
               -Sizleri mektebimizde görmek ne büyük şeref !
               Sıcak bir şekilde tokalaşıp kucaklaştıktan sonra, Başmuallim Ali Naki Bey'in yer gösterip:
               -Buyurun, oturun Ahmet Bey, demesiyle gösterilen yere oturup, hal hatır sorduktan sonra:
               -Sohbetinizi böldüm galiba, bağışlayın, buyurun beraber devam edelim, dedi.
               Hacı Ethem Bey:
               -Estağfurullah! Mühim değil Ahmet Hocam, sizin de burada olmanıza sevindik. Hayırdır siz ne yapıyorsunuz yazın bu sıcağında burada? Diye sordu.
               Ahmet Bey, başını iki tarafa çevirerek:
               -Sormayın, haylazlarla uğraşıyoruz. İkmale kalan talebelerimize takviye kurs veriyorum. Koca kış öğretemediklerimize yazın bu sıcağında öğretmeye çalışıyoruz.
               Müftü İsmail Hakkı Efendi:
               -Riyaziye[8], tedrisatı ağır olan bir derstir, kolay öğrenilen bir ders değil, ne yapsın divaneler! diyerek güldü ve sordu:
- Kaç kişiler?
               -Beş! Aslında altı, lakin birisi gelmiyor; haylaz Rizo! Eşkıya olmuş diyorlar!
               -Yazık! Mihail kendisi gibi yetiştirmek için çok uğraştı ama muvaffak olamadı zavallı, dedi Hacı Ethem Bey.
               -Türk mekteplerinde okuttu, Türk çocuklarıyla arkadaşlık etsin istedi, bu seneye kadar iyiydi, ancak son sene bir haller oldu çocuğa! Dedi Ali Naki Bey.
               -Ne yaptıysa Papaz Efendi yaptı diyor divane, koparıp aldı çocuğu babasından.
               -Annesi Eftalya Hanım da iyi kadındır, ama Rizo'ya yazık ettiler.
               Müftü İsmail Hakkı Efendi:
               -Beşeriyetin şaşırmasında, tefrika ve düşmanlığa saplanmasında, haram lokmaya bulaşmasında bir numaralı amil; din adamlarının bozulmasıdır. Rabbim, dinin temsilcilerini, vazifelerini, Allah'tan gayrısından korkmadan, Allah için, doğru dürüst yapabilenlerden eylesin!
               -Âmin! Neyse mevzumuza dönelim, dedi Ali Naki Bey ve devam etti:
                                                                                                                                     ( Devam edecek)
[1] Pekmezle cevizden yapılan bir tatlı.
[2] Gördes'e has bir tatlı olan peltede kullanılan un.
[3] Tarla evi.
[4] Ortaokul
[5] Eğitim, Öğretim.
[6] Ülkü, ideal.
[7] Düşünceleri.
[8] Matematik.