Yangın-25
'Behey Koca Pehlivan! Evlilik senin neyine? Evlenmek! Yuva kurmak!..
Bir de âşık olursun ha!...
Koskoca Vatan Sevdası' nın yanına yeni bir sevda sığdırmaya kalkarsın'
Bre deli!..
Sen dağların kralısın be! Dağlar senin mekânın!..
Tutturmuş; evlilik de evlilik der durursun!.. Nereden çıktı bu evlilik durup dururken?..
Kavgalarla, çatışmalarla geçti senin ömrün! Sen sevgiden ne anlarsın be!..
Vuruşmak' Ölmek' Öldürmek' Sen bunları bilirsin ancak! Sevgi nedir? Sevmek nedir? Ne bilirsin sen!..
Yuva kuracak, çoluk çocuğa karışacak, ev geçindireceksin ha!..
Ne haddine senin!..'
Parti Pehlivan Ağa yerinde duramıyor, bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu. Aklı karmakarışıktı, durdu, alnında biriken terleri elinin tersiyle sildi. Doğru mu yapmıştı? Yoksa yoksa'? Bir türlü işin içinden çıkamıyordu. Halil Efe'ye kızıyordu; 'Ulan Halil!' dedi, 'Neydi acelen? Hemen işin peşine düştün. Ya evet derlerse!.. Ya da hayır' İtibarım nice olur!..' Gitti çam ağacının koyu gölgesine oturdu. Bir çıkış yolu bulmalıydı, tekrar ayağa kalktı, dolaşmaya başladı.
'Hiç sevmeyen, sevgiden mahrum olan bir beden düşünülebilir mi? İnsan severse; bütün varlığıyla, kalbiyle, vicdanıyla, ruhuyla sevmeli''
Güneşin son ışıklarını gönderdiği uzak dağların sisli tepelerine takılıp kalmış gözlerini, gökyüzünde parlayan Ay'ın büyüleyen güzelliğine doğru kaydırdı; ne de güzeldi! Derin bir nefes aldı.
'Dünya, her şeye rağmen; bütün memleketin sefaletine, esaretine, bedbahtlığına rağmen yine de çok güzeldi.'
Akşamın koyulaşan tülleri arasında, ümit ve endişe arasında bocalayan kalbini dinledi bir süre, sonra gözleri tekrar uzaklara yöneldi. Dörtnala yaklaşan üç atlıyı fark etti. Ayağa kalktı, beklemeye başladı. Atlılar büyük bir süratle yaklaşıp önünde durdular. Henüz tam karanlık olmadığından yüzlerini görebiliyordu. Üçü de gülüyorlardı. Biraz rahatlar gibi oldu.
-Dayı, gözün aydın! Oldu bu iş! Dedi Halil Efe.
Parti Pehlivan'ın gözleri parladı, Abdullah Çavuş'la İbrahim Ağa'ya baktı, onlar da başlarıyla tasdiklediler. Parti Pehlivan nihayet gürledi:
-Nasıl oldu de hele Halil! Molla Mehmet ne dedi?
-Ne diyecek; 'Pehlivan gibi bir civanın başımın üstünde yeri var, benden tarafı tamam' dedi.
-Eee! Başka?!!
-'Hatice'm bu işe ne der? Evvela onun, sonra da annesinin ve biraderlerinin görüşlerini de alayım, ben size bir haftaya kalmaz bildiririm' dedi.
Halil Efe'nin son sözleri Parti Pehlivan'ın canını sıktı, yüzü buruştu, bakışları sertleşti:
-Eee! Hani olduydu bu iş Halil! Hatice ne diyecek? Annesi, biraderleri ne diyecekler bakalım!
Abdullah Çavuş:
-Molla Mehmet Efendi iyi bir aile reisidir Pehlivan. Ailesinin ona karşı büyük hürmet ve sadakati vardır. Onun he' dediğine hayır' diyeceklerini zannetmem, diyerek Pehlivan'ı yatıştırmak istedi. İbrahim Ağa da onu destekledi:
-Senin gibi birine hayır' diyeceklerini hiç zannetmem Pehlivan. Hatice Bacı olsun, validesi ve biraderleri olsun ne babalarını ne de seni kırmak istemeyeceklerdir.
Bu sözler Pehlivan'ı rahatlatmaya yetti:
-Ehh! Bekleyelim bakalım.
Gözlerini tekrar gökyüzüne çevirdi. Ay gülen yüzüyle, Çoban Yıldızı'ndan daha yükseklerde olanca güzelliğiyle parlamaktaydı.
***
Molla Mehmet Efendi, Pehlivan'ı fazla bekletmedi. Beşinci gün beklenen cevap geldi. Ancak, beş gün beş yıl gibi geçmişti Pehlivan için.
Cevap olumluydu; gelsinler hemen yüzükleri takalım, diye haber göndermişti Molla Mehmet Efendi. Pehlivan'ın çatallaşan kalbindeki sevda daha da büyümüş sanki dağları hatta bütün bir memleketi kaplamıştı. Daha bir dik yürüyor, daha da canlı gülüyor, konuşuyordu. Hazırlıklar yapıldı ve hediyelerle birlikte Gördes'e doğru yola çıkıldı. Bir beyaz at ve süslü bir mavzeri hediye olarak götürüyordu Pehlivan. Akşam ezanı okunmadan Gördes'e girdiler. Doğru Çarşıbaşı'na çıkıp henüz kapanmamış olan bir manifatura dükkânının önünde durdular. Pehlivan rengârenk kumaşlar aldı Hatice için. Şanslarından helvacı dükkânı da açıktı. Değişik tatlılar hazırlattılar paket paket. Ve dolu dolu bir halde Molla Mehmet Efendi'nin evinin yolunu tuttular. Sıcak bir karşılamadan sonra yenilip içildi, yüzükler takıldı. Pehlivan düğünü ne zaman yapabileceklerini sordurdu Abdullah Çavuş'a:
-Molla Efendi! Düğünü fazla uzatmasak da yapıversek hemen ne dersiniz?
-Yangından mal kaçırma gibi olmasın. Şöyle bir hazırlanalım, eksiklerimizi tamamlayalım, yaparız hayırlısıyla dedi Molla Mehmet Efendi.
-Meselâ dedi, Abdullah Çavuş.
-Meselâ gelecek ay içinde, yağmur kar düşmeden yaparız hayırlısıyla diye cevap verdi Molla Mehmet Efendi.
-Peki, Allah hayırlı eylesin, tamamına erdirsin! Biz müsaadelerinizle kalkalım, dedi Abdullah Çavuş ve hep birlikte kalktılar. Musafaha yapıp kucaklaşarak evden ayrıldılar. Pehlivan'ın yüzü gülüyor, kalbi daha hızlı çarpıyordu. Çevik bir hareketle atına bindi:
-Haydi Kardaşlarım, gidelim! Diyerek atını sürdü. Diğer atlılar da peşinden yürüdüler. Engin dağlara doğru dörtnala at koşturdular.
***
Bir ay çabuk geçti, düğün dernek kuruldu, Pehlivan ile Hatice evlendiler. Pehlivan için yeni bir hayat başlamıştı. Hiç de alışık olmadığı bir hayat; bir yanda Gördes, diğer yanda dağlar. Pehlivan bu hayata çok kolay alıştı. Çok sevdiği ve hürmet gösterdiği kayınbabası Molla Mehmet Efendi ile daha sık görüşebiliyor, Gördeslilerle daha fazla beraber olabiliyordu. Gördesliler de bu durumdan memnundu. Ancak, memnun olmayan bir kesim vardı; Yerli Rumlar. Pehlivan'ın Gördes'te olmasından son derece rahatsız olmuşlardı. Hemen Manisa'ya, İzmir'e haberler uçtu, Yunan İşgal Kumandanlığı haberdar edildi; 'Türk çeteleri Gördes'ten kız almışlar ve Gördes'e yerleşmişlerdi.' Bu Yunanlılar için çok önemli bir olaydı. Dolaylı olarak ikazlar ve tehditler gelmeye başladı Gördeslilere. Ama Gördes, bu yiğit damadını bağrına basmıştı ve tehditlere pabuç bırakacak kadar da korkak değildi.