Yangın-35
-Hey!!! Görmüyor musun? Kör müsün be adam?!..
-Evet, körüm!
Eğilip yüzüne baktı; İri yarı, esmer tenli, saçlarının büyük kısmı dökülmüş, kırış kırış olmuş traşsız yüzün tam ortasında toparlak büyük bir burun ve hemen üstünde çökmüş büzülmüş iki göz çukuru.
-Sen'Sen sahiden de körmüşsün be dayı!..
-Körüm dedim ya! İnanmadın mı? Peki, sen görüyor musun? dedi bu iri yarı tuhaf adam.
-Görüyorum tabi, ben kör değilim!
Adam güldü:
-Öyle zannediyorsun. Benim gibi iri kıyım bir adamı görmüyorsun ama'
Yutkundu, doğru söylüyordu; nasıl görmezdi koskoca adamı. 'Hadi o görmüyor, ben niye görmedim.' dedi içinden, utandı.
-Bu gün Pazar yeri çok kalabalık, hava da güzel, sen de en güzel elbiselerini giymişsin yakışıklı delikanlı, dedi kör adam.
-!!!?!!! Etrafına bakındı, üzerindeki elbiselere baktı, gerçekten doğruydu, bu gün en güzel elbiselerini giymişti; geçen hafta karşılaştığı 'Köylü güzeli'ni görebilmek umuduyla çıkmıştı çarşıya.
-Hani sen görmüyordun dayı! Nasıl gördün bunları?
-Görmüyorum amma kör değilim ben delikanlı! Güzelleri ve güzellikleri görürüm!
Diyecek laf bulamadı, başını kaşıdı, hep kötü hitaplar işitmiş olan delikanlıya bu tuhaf kör adamın sözleri çok hoş gelmişti;
-Sen hoş sohbet bir adama benziyorsun be dayı; gel seninle şöyle bir oturup hasbihal edelim, ne dersin?
-Hay hay derim, ben de lak lak edecek birini arıyordum zaten. Ama sen geçen hafta gördüğün güzel kızı göremeyeceksin.
-!!!?!!! Bak hele bunu nerden biliyorsun, yoksa sen içimi de mi okuyorsun be dayı?
-İçime öyle doğdu; böyle güzel bir havada, böyle yakışıklı bir delikanlı niçin süslenip gezsin?..
Güldü, başını salladı:
-Tamam tamam sen boş bir adam değilsin; gel hele otur şöyle diyerek kahvenin önündeki boş taburelerden birine oturttu:
-Evvela kendimi tanıtayım; ben Uzunçam'ın sübeksizlerinden; Sübeksiz Rıza! Namı diğer; Fırtına!... Kimi Sübeksiz der bana kimi Fırtına' Ama çoğunlukla birincisini kullanırlar. İnsanların beni sevip sevmediklerini onların bana hitaplarından anlarım.
Kendisini büyük bir dikkatle gülümseyerek dinleyen iri kıyım kör adama baktı:
-Sen kimsin dayı? Seni daha evvel görmedim buralarda!
-Bu gün de görmedin; az kalsın ayağımın altında ezilecektin!
Gülüştüler:
-Ben de Karaçamlılı Mehmet. Eskiden böyle derlerdi; şimdi olduk Karaçamlılı Kör Mehmet. Bu gün de olduk Kör Mehmet Dayı. Güldü ve devam etti:
-Ben aslında dayı denecek kadar yaşlı da değilim.
-Ne'Nasıl'Yaşlı değil misin?
- He ya! Daha otuz beşimde bile değilim.
-Yok ya! Nasıl olur? Dedi Rıza.
-On senedir askerim. İstanbul'da başlayan askerliğim, Rumeli'de, Çanakkale'de, Galiçya'da, Yemen'de ve Arabistan'da devam etti. Yirmi üç yaşında gittim askere hesap et.
-Otuz üç anca eder, peki ama nasıl bu denli yaşlandın sen dayı?
-Uzun hikâye evlât, dedi bir iç çekti Kör Mehmet ve anlatmaya başladı:
-Büyük harp çıktığında gönüllü olarak askere yazıldım. Evvelâ Çanakkale, oradan Galiçya, Yemen derken Arabistan. Hicaz'da Fahrettin Paşa'nın emrinde Medine Müdafaası'nda bulundum. Derken Suriye, Filistin cephesine sevk edildik. İngiliz'e, Fransız'a oraları dar ettik. Tam zaferi kazanacaktık ki; Araplar'İsyancı Arap kabileleri, düşmanla bir olup bizi arkadan vurdular. Aylarca vuruştuk, netice de İngiliz'e esir düştük. Günlerce aç susuz bir kampta tuttular. Sonra uzun bir çöl yolculuğu neticesinde bir dağ başında bizi isyancı Araplara teslim ettiler. Çok büyük hakaretler ve eziyetlerden sonra sayımız eksilmeye başladı. Her gün beş ya da on Türk askeri götürülüp şehit ediliyordu. Nihayet sıra bize geldi. On kişi kadar ellerimiz arkada bağlı olduğu halde bizi götürdüler. Bir çeşme başında yan yana dizildiğimizi hatırlıyorum. Sonra sıcak şişlerle gözlerimizi dağlamaya başladılar. En son bana doğru sırıtarak yaklaşan bir isyancı askeri hatırlıyorum. Kendime geldiğimde bir hastanedeydim. Nasıl olduysa bizim tarafta bizim hastanedeydim. İki hafta kadar yattım. Sonra beni taburcu edip Adana'ya yolladılar. Oradan da buraya memlekete. Yani anlayacağın; sen gayri işimize yaramazsın, git memleketine otur deyip postaladılar bizi?
Derin bir nefes alıp verdikten sonra devam edecekti ki; Sübeksiz Rıza tabakasını uzattı:
-Sar bir sigara dayı! dedi, o arada kahveler geldi. Kör Mehmet sigarasını sararken anlatmaya devam etti:
-İşte ben de böyle avare avare dolaşıp ezecek insan arıyorum evlat!
Kör Mehmet sardığı sigarasını ağzına götürüp tam yakmaya hazırlanıyordu ki;
-Kör Mehmet sen misin?
Kör Mehmet sesin geldiği yöne doğru başını çevirdi, bir süre durdu, sonra:
-He ya! Ne var?
Gelen bir jandarma eriydi:
-Beni kumandan gönderdi, şubeye kadar gelecekmişsin.
Kör Mehmet sigarasını yaktı bir nefes çekip dumanını üfledikten sonra:
-Ne yapacakmış kumandan bey beni? Tekrar askere mi alacak yoksa! diyerek güldü.
-Bilmem, acele gelsin, dedi.
-Herhalde senin askerlik daha bitmedi Mehmet Dayı. Tamamlamak için mi çağırıyorlar ne? Dedi Rıza.
Kör Mehmet güldü, elindeki kahve fincanını peş peşe yudumlayarak bıraktıktan sonra:
-Hele bir gidip anlayalım nedir kabahatimiz?
Ayağa kalktı:
-Haydi, eyvallah Fırtına Rıza! Görüşürüz inşallah yine, diyerek askere:
-Gir hemşerim koluma! Kimseyi ezmeden, kırmadan, dökmeden gidelim bakalım kumandan bey ne diyecek?
Hızlı adımlarla şubeye vardılar:
-Sen burada bekle! Diyerek odaya girdi asker ve bir süre sonra dışarı çıkarak:
-Gel! Dedi.
Kör Mehmet yavaş adımlarla odaya girdi, topuklarını vurup bir asker selâmı verdikten sonra:
-Buyurun!.. Emrinizdeyim kumandanım! Dedi.
Kumandan güldü;
-Otur Mehmet, dedi.
-Sağ olun kumandanım, ben bir kumandanın karşısında asla oturmam, müsaade edin ayakta durayım!
-Peki, dedi kumandan devam etti:
-Mehmet, birçok cephelerde çarpışmış, Filistin de esir düşmüşsün, bu esaret esnasında gözlerini kaybetmiş daha sonra memleketine dönmüşsün, büyük kahramanlıklar göstermişsin.
-Estağfurullah kumandanım, ben vazifemi yaptım.
- Hizmetlerinin bedeli asla ödenemez. Bu hizmetlerine karşılık olmak üzere sana bir madalya gönderilmiş, diyerek ayağa kalktı ve elindeki küçük torbadan çıkardığı madalyayı Kör Mehmet'in göğsüne taktı. Kör Mehmet bir heykel gibi duruyor, hiç kımıldamıyordu.
-Vatan sana minnettardır! Dedi kumandan. Kör Mehmet titrek bir sesle:
-Sağ ol Kumandanım! Vatana canım feda! Müsaade ederseniz ben gideyim, diyerek kımıldandı. Kumandan:
-Dur bakalım Mehmet ! Daha henüz bitmedi. Heyet-i Temsiliye; Vatan savunmasında kahramanlık gösterip uzvunu kaybeden gazilerin maaşa bağlanmaları hususunda bir karar almış. Bu karar muvacehesinde sana da yüz elli lira maaş bağlanmış, işte cüzdanın. Diyerek eline tutuşturmak istedi. Kör Mehmet'in yüzü birden değişti, geriye çıktı ve tok bir sesle:
- Vatan müdafaası parayla yapılmaz Kumandanım! Ben vatanım ve milletim için cephe cephe dolaştım, asla karşılık düşünmedim. Milletim fakr ü zaruret içinde kıvranırken ve ordumuza para gerekliyken ben bu parayı alamam, dedi
-Ama bu uğurda gözlerini kaybettin, bu para seni hakkın, dedi kumandan.
-Bir gözüm daha olsa onu da feda ederdim, yeter ki vatan felaha ersin!
-Geçimini neyle sağlayacaksın, al bu parayı Mehmet! dedi Kumandan.
Kör Mehmet'in yüzü sapsarı kesilmişti, heyecandan göğsü kalkıp iniyordu.
- Kumandanım! Çapalanacak bağınız bahçeniz var mı? Yevmiye; yirmi beş kuruş!
Kumandan donup kalmıştı, bir şey diyemedi, elini Mehmet'in omzuna attı sıktı sıktı:
-Peki Mehmedim, anladım. Allah senden razı olsun! Dedi.
- Müsaadenizle kumandanım, diyerek yine sert bir selâm verdi ve geriye dönüp odadan çıktı Kör Mehmet.