Yangın-38

Kazım GERMİYANOĞLU kgermiyanoglu@hotmail.com

Şiddetli kış etkisini kaybetmiş; yerini, zaman zaman sert esen tatlı bahar rüzgârlarına bırakmıştı. Gördes'i çevreleyen çıplak badem ağaçları, süslü beyaz elbiselerini giyerek güzellikte yarışmak için yine gün saymaya başlamışlardı. O gün, baharı müjdeleyen güzel bir hava vardı. Gördesliler çok önem verdikleri geleneksel günlerinden birine kavuşmanın sevincini yaşıyorlardı. Yine sepetler hazırlanmış, fırınlara güveçler,  pilavlar verilmiş, helvalar karılmış; Gördes'in güneybatısında, çay manzaralı, yemyeşil geniş bir alan üzerinde bulunan 'Sehra' dedikleri piknik meydanına serdikleri rengârenk halı ve kilimlere oturmuş, kimi, akşamdan soğan kabuklarıyla kaynatıp sararttıkları yumurtalarını tokuştururken, kimi de, sepetlerinden çıkardıkları yiyecekleri sofra bezinin üzerine sıralıyorlardı. S (sin) harfiyle başlayan yedi çeşit yiyecek yemek adettendi o gün; süt, soğan, sarımsak, susam, salça, sucuk, sirke vs. bulunabilen ve akla gelen her yiyecek. Ama günün en heyecanlı ânı ise; ikindi namazından sonra fırınlardan alınarak dumanı çıka çıka getirilen güveçlerin saldığı muazzam kokunun duyulmaya başlandığı andı.  Sırtında gümüş güğümleri ile zil çala çala dolaşan şerbetçilerin seslerine, helva ve macun satıcılarının sesleri karışıyor, çocuklar oradan oraya koşuşuyor, genç kızlar ve delikanlılar birbirlerini görebilmek için adeta yarışıyorlardı. Bu, yüzyıllardan beri süregelen vazgeçilmez bir gelenekti Gördes'te. Düşmana çok yakın, yangına ramak kala olsalar bile terk edemeyecekleri bir gelenek; Mart Dokuzu ya da diğer adıyla Sultan Nevruz'
  Her şey çok güzeldi; Masmavi gökyüzü, şırıl şırıl akan çay, yankılanan kuş sesleri, çığlık atan çocuklar' Ama gelen haberler, hiç de güzel değildi. Gördes, başkent İstanbul'dan gelen kötü haberlerle sarsılıyordu son birkaç gündür:
               -İngilizler Payitahtımızı da işgal etmişler!
               -Meclis-i Mebusan'ı basmışlar!
-Mebusları tevkif edip sürükleye sürükleye götürmüşler!
               -Karakollarımızı basıp birçok Mehmedimizi şehit etmişler!
               -Padişahımız, halifemiz esir alınmış!
               -Hükûmetimizi de dağıtmışlar!
               -Ne kadar münevverimiz varsa tevkif edip hapse atmışlar!
               -Meclis-i Mebusan'ı kapatmışlar, gayri açılmayacakmış!
               -Yunan gâvuru da gene taarruza geçmiş!
 12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul'da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin, uzun müzakerelerden sonra 28 Ocak 1920 tarihinde kabul ettiği Misak-ı Millî ile öncelikle Türk Yurdu'nun sınırları çizilmiş ve Türk Milleti, millet olarak sahip olması gereken haklarını haykırmış idi.
               Misak-ı Millî ile aynı zamanda; Sivas Kongresi kararları da onaylanarak, Türk Milleti'nin tam bağımsızlık ve millî bütünlüğünü kazanması konusundaki kararlılığı bütün dünyaya ilân edilmişti.
               İtilaf Devletleri, Misak-ı Millî' nin kabul edilmesini hiç de hoş karşılamadılar. Hükûmete baskı yaparak bazı bakanların görevden alınmalarını istediler. Bununla da yetinmeyip, meclis başkanını tutuklama girişiminde bulundular. Mebuslardan, Temsil Heyeti üyesi olanların tutuklanıp hapsedileceklerini yaymaya başladılar. Bu baskılar karşısında Ali Rıza Paşa Hükûmeti istifa etmek zorunda kaldı. Yeni hükûmeti kurmakla Salih Paşa görevlendirildi. Padişah Vahdettin İtilaf Devletleri'nin isteği üzerine, hükûmet üyelerinin çoğunu meclis dışından atamıştı. Bu gelişmeler dahi İtilaf Devletleri'ni tatmin etmedi. 13 Kasım 1918'den beri İstanbul'u fiili olarak işgal altında tutan İtilâf kuvvetleri, 9 Mart günü Türk Ocağı'nı basmış, 15 Mart günü 150 Türk aydınını tutuklamış ve ertesi gün 16 Mart 1920'de de başkent İstanbul'u resmen işgal ettiklerini ilân etmişlerdi.
Beş aydır, gerek Ankara'dan ve gerekse İstanbul'dan gelen olumlu haberler ve Yunanlılara karşı Akhisar ve Salihli Cephelerinde kazanılan başarılar ahaliyi bir nebze olsun ümitlendirmiş iken, Payitahttan gelen bu kötü haberler Gördeslileri yeniden kaygılanmaya ve düşünmeye sevk etmişti.
 Peki, şimdi ne olacaktı? Sinirler gergin, moraller bozuk, gözler fersiz, sesler kısıktı'