Yangın-I

Kazım GERMİYANOĞLU kgermiyanoglu@hotmail.com

Uzak dağların ardından kaybolan güneşin son ışıkları Marmara Gölü'nün mavi sularıyla oynaşırken, dörtnala gelen üç atlı gölün kenarında durdular. Yorgun ve bitkindiler.
            - Henüz gelen yok, ilk biz geldik, dedi kısa boylu esmer olanı.
            Uzun boylu ve seyrek bıyıklı olanı:
            - Pehlivan burayı söylemişti. Şimdi gelirler, dedi.
            Şişman ve gür bıyıklı olanı:
            - Yiyecek bir şeyler bulsaydık. Çok da acıktık, dedi.
            - Kasaba pek uzakta değil. Hele bir gelsinler, hep birlikte gideriz, zaten karanlık da çökmek üzere.
            Atlarını bağlayıp bir süre uzandılar. Uykusuzluktan gözleri kapanıyordu. Sessizce beklemeye başladılar.
            - Şu an da Manisa ahalisi ne yapıyordur acep? Kaçabilenler kaçtı ama ya kaçamayan zavallılar!..
            - Yunan gâvurunun merhameti yoktur. Kim bilir ne zulümler yapıyordur savunmasız Müslüman ahaliye!
            - Pehlivan doğru karar verdi de hepimizi silahlandırıp serbest bıraktı yoksa biz de Yunan'a av olmuştuk keklik gibi.
            -  Şşşt! Gelenler var! Sessiz olun!
            Alaca karanlıkta üç dört atlı göle doğru dörtnala ilerliyorlardı.
            -  Bunlar bizimkiler!
            -  Heyyy! Pehlivan! Buradayız! Bu tarafa! Bu tarafa!
            Atlılar, hızla o tarafa yöneldiler. Gelip atlarından indiler.
            -  Selamünaleyküm!..
            -  Ve Aleykümselam!.. Hoş geldiniz!
-  Pehlivan yok mu aranızda? 
-  Hayır! Sizin aranızda da mı yok? 
-  Hayır! Biz Manisa'dan beri hiç görmedik. 
-  Altı kişi olduk, daha yarımız gelmedi. 
-  Onlar da şimdi gelirler. 
-  Geldiğiniz yerlerde durum nasıldı? 
- Nasıl olsun! İnsanlar perişan, şaşkınlık içindeler. Biz evimizi, barkımızı, tarlamızı, takamızı bırakır da nerelere gideriz? Ne yaparız? diye dövünüp ağlaşıyor divaneler. 
-  Haberleri var mı Manisa'da olup bitenlerden? 
- Var. Kaçanlardan duymuşlar.         
           - Susun! Gelenler var! Bizimkiler olmalı! 
            İki atlı yavaş yavaş yaklaşıyorlardı. İçlerinden tok bir ses:
            - Meraklanmayın kardaşlar! Biziz! 
            Bu Parti Pehlivan'ın sesiydi. Hemen atından indi. 
            - Selamünaleyküm! Eksiğimiz var mı kardaşlar? dedi. 
            Alacakaranlıkta bir sağa bir sola bakındılar.
- Sekiz kişi olduk.
- Kimler eksik?
- Selahattin ile Yakup gelmediler. 
- Onlar, ailelerini göreceklerdi. Biliyorsunuz aileleri Manisa'da. Biraz sonra gelirler.
Bizim Ustrumcalı Halil' le biraderi Necip de geleceklerdi, dedi Parti Pehlivan.
            - Onlar da kim Ağa? 
            - Hemşerilerim! Bizimle geleceklerdi onlar da! dedi ve seslendi:
            - Bre Ali! Şu azıklarımızı getir de şuracıkta yiyiverelim. Kardaşlar açlıktan bayılacaklar. Bakın biz sizden erken geldik de kasabaya gittik. Hem olup bitenden haberdar edelim, hem de yiyecek bir şeyler isteyelim, diye. Hep birlikte kasabaya girmemiz doğru olmaz diye düşündüm. Sağolsunlar! HHHHHiçbir şeyi esirgemediler, fazlasıyla verdiler.      
            Bu arada Ali ile üç arkadaşı, atlardaki torbaları indirip yer sofrası kurdular.
            Güneş ışıkları tamamen çekilmiş, ortalık kararmıştı. Gökyüzünün bulutsuz olması, ay ışıklarının kendilerini aydınlatmasına yetiyordu. Bir ışık ya da ateş yakmaları tehlikeli olabilirdi.
            Gölün kenarında tenlerini okşayan tatlı bahar esintileriyle, gölün karanlık suları içinde oynaşan ay ışıklarına baka baka yemeklerini yediler. 
            Selahattin ile Yakup hâlâ görünürlerde yoktu. Acaba başlarına bir iş mi gelmişti? 'Yunan'ın eline geçmiş olmasalar bari' diye düşünüyordu Parti Pehlivan. 'Ya Halil'le biraderi Necip! Niye gelmediler acaba?'   
            - Geldiler!.. Geldiler!.. Diye bir ses işitti. Bir ok gibi doğruldu yerinde, sesin geldiği tarafa baktı. Yaklaşan atlıların Selahattin ile Yakup olduklarını fark etti, sevindi.  
            -  Bre kardaşlar! Aklıma türlü şeyler gelmeye başlamıştı. Nerede kaldınız?
            Selahattin:  
            - Sorma Pehlivan başımıza gelenleri! Bizimkiler kenar mahallede olduğundan düşman henüz gelmemiş, evvel onları kaçıralım dedik.
            -  Eee! Kaçırabildiniz mi bari?
            - Evet, yukarılara, dağa, Sultan Yaylası'na doğru kaçırdık. Manisa'nın içinden emniyetlidir dedik. Etrafta az çok silahlı erkekler de vardı. Bize de kalın dediler ancak sana söz verdiğimiz için kalmadık. Dağdan şehre geri indiğimizde Yunan askerleri bizim mahallelere kadar gelmişler. Uzaktan bizi fark ettiler. Hemen bu tarafa yöneldik. Kaçmaya başladık ama Yakup'un atını vurdular. Bir süre benim atımla kaçtık. Hele ki peşimize takılmadılar. Biraz ileride baktık ki bir Rum, iki atla dolaşıyor, birine el koyduk. Ve buraya geldik.
            - Yani çaldık desenize şuna apaçık!  
            - Şey! At boştaydı, Yakup bindi, ben de deh dedim. Rum baktı kaldı. Bir şey diyemedi.       
            Parti Pehlivan kızdı:   
            - Yoo! Olmadı' Olmadı kardaşlar. Ben size ne dedim? Çalmak, çırpmak, kapmak yok. Artık bu işleri bırakacaksınız demedim mi?     
            -  Şey! Pehlivan! Biz!!!
            Parti Pehlivan güldü:
            - Gâvurcukların atı çalınır. Başka çareniz yoktu. O deyyuslar bizim vatanımızı çalmaya geldiler, biz bir atlarını çalmışız çok mu?
            Bu sırada iki atlının daha hızla yaklaştıklarını gördüler. Gelenler, Halil ile biraderi Necip'ti.
            Parti Pehlivan'ın yüzü biraz daha güldü, keyiflendi:
-  Nerde kaldınız bre Halil?
Halil Efe: 
-  Halledilecek bazı işlerimiz vardı dayı, onları hallettik.
            Pehlivan'ın yüzü birden değişti, Halil'in verdiği cevap hoşuna gitmemişti. Ancak onu çok severdi, bir evlat gibi severdi. Birden yerinden kalktı, bir şey söylemedi, yürüdü.
Parti Pehlivan; Makedonya'nın yetiştirdiği, uzun boyu, geniş omuzları, iri cüssesi, gür bıyıkları ve kartal bakışlarıyla tam bir erkek güzeliydi. Yunan ordusu Manisa'ya girince; gardiyanlık yaptığı hapishanedeki mahkûmları serbest bırakıp; 'Kardaşlar! Gün vatanı kurtarma günüdür. Durmayın, kendinize bir at ve bir silah bulun, dağlara çıkıyoruz, düşmanla vuruşmaya, kalleşlerle, hainlerle çatışmaya, namusumuzu, iffetimizi korumaya, vatanımızı kurtarmaya' Vatanını seven arkamdan gelsin! Şimdi dağılıyoruz, sakın ola gâvurcuklara yakalanmayın. Buluşma yerimiz Marmara Gölü'nün doğu yakasıdır. Yarın akşama kadar sizi orada bekliyorum. Artık bugünden itibaren sizler, birer mahkûm değil vatan yolunda çarpışan birer nefersiniz. Unutmayın! Çalmak, çırpmak, kapmak, boş yere adam öldürmek yok. Birbirimizle dalaşmak yok. Haydi, Allah yardımcımız olsun.' Diyerek serbest bırakmış ve kendisi de silahlarını kuşanıp atına atlayarak hızla Manisa'dan uzaklaşmıştı. İşte, neferlerinin hepsi de tam kadro yanındaydı. Tam on iki nefer, daha nice neferlerle tarihe unutulmayacak nice zafer ve destanlar kazandırmak için tarih köprüsünde ilerliyorlardı.
                                                                                                          (Devam edecek)