Altay, Tuva ve Hakasya Gezisi-10

Prof.Dr.Süleyman Sami İLKER ssamiilker@gmail.com

KIZIL’DAN ÇIKIŞ
08.05 gibi Tuva’nın başkenti Kızıl’da kaldığımız Ötüken otelinden ayrılıyoruz.20-25 dakika sonra Yenisey nehri üzerindeki uzun köprüden geçip şehirden çıkıyoruz. Sıcaklık 24C derece. Tuvalı rehber Bahadır Bey Kızıl’da kaldı. Bahadır beye teşekkürler. Burada görüp tanıdığımız insanlardan Türkiye’yi görmüş veya Türkiye’de okumuş insanlarda, hayata, dünyaya, bize bakışlarında çok olumlu, sevgi dolu, ümit dolu (uzun vadede) haller gözlemledik. Yola sadece İgor bey ile devam edeceğiz. İgor beyle bu sabah otelin önünde konuştum. Açık adresini aldım. Türkiye’den kolay okunabilecek, güzel hikâye ve romanlar göndermeyi planladım. Kargolar ne kadar emniyetli bilmiyorum. Eşim, daha önce Kazakistan’a kitap göndermiştim, PTT kargo ile. İki ay sonra geri döndü dese de ben deneyeceğim. Ukrayna savaşı sebebiyle Rusya’ya sadece PTT Kargo hizmet veriyor. Deneyeceğim dedim ve birkaç gün önce önderdim. (Kargo kelimesi de Türkçeye iyice yerleşti. Yük, taşımacılık, nakliyat kelimeleri ikinci plana düştü. İngilizce: Cargo)
İgor bey bazı bilgiler veriyor; “Kuzeye doğru akan Yenisey, 410 km giderek ulaşacağımız Abakan yolunda bize yer yer eşlik edecek. Sayan (Köymen
Kızıl’a yakın çevredeki dağ ve tepeler, Yenisey nehrine rağmen ağaçsız, çıplak iken, 20-30 dk. sonra dağlarda orman başladı. Akarsu kolları boyunca da yine ağaçlar var. Geniş düzlüklerde zemin sarı-yeşile büründü, mera gibi.
Bazen önümüze çıkan tabelalardaki Kiril harfli yazıları eşim okuyor. Dil ile ilgili örnekler konuşuluyor aramızda. Daha önce de bir ara yazmıştım. Tuvacada Ke ve Ka, kelime başı, içinde, sonunda H oluyor. Göl (Köl), Höl; Kurtayak baş (heykelin adı) Hurtayah bas olmuş. Bizde Doğu Anadolu’da ve Azerbaycan’da kelime içi ve sonundaki (başı değil) k>h oluyor. Tabak Tabah / Yok Yoh / Çok Çoh / Saklamak Sahlamah gibi.
TURAN’A GELDİK
Şehrin girişindeki TÝPAH (TURAN) yazısının önünde grup olarak ve ferdȋ resimler çektirdik. Şehrin içine girmedik, yolumuz uzun. 15 bin nüfuslu, tek katlı, avlulu evlerden oluşuyor. Ahşap ve mavi yeşil boyalı yapılar görüyoruz, başka yerlerde gördüğümüz gibi. Arabamızda, uzaktan resimliyoruz. Sol tarafta dağdaki yeşil zemin üzerine Tibetçe veya Hintçe (?) bir yazı gördük. Kiril alfabesiyle değil. Hint ve Uygur yazısına benziyor. Budizmle ilgili bir yazı, belki bir dua dedik. Çok geniş bir meranın ortasından geçiyoruz. Çayırlar kış için makinelerle biçilmiş Balyalar, yuvarlanmış rulolar halinde kuruması için açık alanda bırakılmış, bekletiliyorlar. Mera, hayvanlar yola inmesinler diye ağaç direk ve tellerden oluşan uzun çitlerle çevrelenmiş.
(10.20) Turan kasabasını 5-10 km kadar geçince meralardan uzaklaşıp tırmanışa geçtik. Her yer deniz gibi yoğun genç Akkayın (Akağaç, telli kavak) ve Sibirya çamları ile kaplandı. Çok sık, hepsi genç, ince uzun ağaçlar. Yaban hayvanları bile içlerinde zor dolaşırlar. Yol asfalt, orta-iyi kalitede. Rampadan çıktık. Sayan (Köymen dağları buralar)
TUVA-KRASNOYARSK SINIRI
(10.40) Sınırda durduk. Sınır levhasında rakım 1427 metre olarak yazılı. Yandaki tepede Şaman dilek çaputları (bezleri) ile ipler, ağaçlar rengarenk. Resimliyoruz. Burada bir Tuvalı kadın dağlardan topladığı Yaban mersinini satıyor. Tuvaca buna “Kökat” deniyor. Türkiye’de bunu yiyen pek yok ama ABD’de çok rağbet görüyor, antioksidan özelliği sebebiyle diye konuşuyoruz. Muğla civarında bu meyveye Kara Mersini veya Güvem de deniyormuş. İngiltere ve ABD’de Bluebery olarak adlandırılıyor. Kaynatıldıktan sonra hazırlanan özü soyun içine konulup içecek olarak kullanılabiliyor. Rengini ilk gördüğümde şaşırdım. Acaba boya mı eklendi diye. Hayır. Tam da doğal rengi ve parlak bir gökyüzü kadar koyuya yakın canlı mavi, masmavi bir rengi var. Bitkisel kök boya olabilir diye düşündüm. Tuvacada “kökat” denmesi /kök=gök) veya İngilizcede Bluebery denmesi (Blue=mavi) boşuna değil. Malum ABD’de sağlık hizmetleri çok pahalı, sağlık sigorta primleri hem sınıflı ve pahalı olduğu için insanlar “hasta olmamalıyım” niyetiyle bu tür koruyucu veya destekleyici ürünlere çok iltifat ediyorlar diyoruz. Ayşe Hanım bir küçük plastik bardağı 100 ruble olan kökattan 5 bardak aldı. Eve götüreceğiz. Bizi gören arkadaşlar da epeyce satın aldılar. Tuvalı kadın sevindi, biz de.
Bazen geçmişten ve günümüzden bazı olay ve hatıralar insanın aklına gelir ya; işte öyle kısa konuşmanın ardından bir arkadaşımız “İnsanları kusurları nedeniyle dışlamamak gerek. Konuşa konuşa insanlar birbirini tanıyor. Karşılıklı faydalar hasıl oluyor” diyor. Katılıyorum.
Telefonum bilgiağına (genelağ) açık. Shevelik bölgesindeyiz. Isı 26 C derece. Yol boyunca orman yangını geçirmiş geniş alanlar görüyoruz. Çoğu genç bu yanık ağaçların, kereste değeri yok. Alanda hiçbir yere dokunulmadığını gördüğümüz için, kesim, temizlik ve dikim faaliyeti de yok diye düşünüyoruz. Bizde de büyük yangınlar oluyor ama yanan alanlarda işe yarayanlar kesilir, temizlenir ve sonra yeniden ağaçlandırılır. Her zaman çok başarılı bulduğum Orman Genel Müdürlüğümüz ve mensuplarını çok sever, takdir ederim.
YERGAKİ BÖLGESİNDEYİZ
Bölge göller, nehirler ve orman bölgesi. Akarsularda rafting yapanlar var. Sivrisineğin de buralarda -nasılsa- olmadığını öğreniyoruz. Yazları buralara insanlar konaklamak üzere gelirmiş. Sayan dağlarında bir noktada duruyoruz. İgor bey silsileler halindeki Sayan dağlarından bir kısmı gösteriyor. Sırt üstü yatmış yaşlı bir adam profiline benziyor gerçekten. Efsanesi bile varmış. Bu yüzden bu dağa Uyuyan Sayan dağı deniyor. Yol kenarındaki otlar, ağaçlar, özellikle pembe eflatun renkteki bizim önce Altay adaçayı sandığımız, ama olmadığını öğrendiğimiz kokusu hafif, capcanlı renkli orta uzun boylu çiçeklere hayran kalıyoruz. Müthiş bir doğa manzarası. Dağlarda ayı, geyik, varmış. Yoldan geçenler gıda bıraktıkları için ayılar yola kadar iniyorlarmış.
(12.35) Bu bölgeyi biraz geçince yolda küçük bir kilise görüyoruz. Nedir, nedendir derken öğreniyoruz. Bu bölgede Rusya Cumhurbaşkanı adayı halkın da sevdiği Aleksandır Lebed’in helikopteri düşmüş /düşürülmüş (?) ve ölmüş. Kilisenin onun anısına yapıldığını öğreniyoruz.
SAYAN(KÖMEN) DAĞI ÖZEL KAR YARI TÜNELİ
Kuzeye doğru giderken Sayan dağlarının bu kesiminde kar kayması ile yolun sıkça kapanmasından dolayı 3 km’lik bölümüne özel bir yarı tünel yapılmış. Yolda Çebecek diye bir levha görüyoruz. Yolun sol tarafı yüksek bir dağ, sağ tarafı da derin bir vadi. Ormanlık tabii ki. Bu uzun yarı tünelin üstü kapatılmış, sağ tarafına da sık beton direkler dikilmiş. Tünelin kuzey ucundaki genişletilmiş bir mola alanında muhteşem yemyeşil bir vadi, dağlar ve orman manzarası var. Seyre doyulmuyor. İnsanlar özel araç, nadir seyyah araçları ve motosikletli gruplar burada mutlaka duruyorlar. Her dağ geçidinde olduğu gibi burada da Budist ve Şaman yapı ve anıtları (bezleri) mevcut. İlginçtir bunlara herkes alışık, yadırganmıyor. Biz bile alıştık.
TANZIBEY- JANNAT (CENNET) KAFE
(13.25) Tanzıbey bölgesinde Cennet Kafe yazılı bir yol lokantasında durduk. İki Azerbaycanlı kardeş ve bir de komşularının kurup işlettikleri bir yer burası. Bize nasıl candan davrandılar, anlatılamaz. “Kan çekiyor” dedi bir arkadaş. Novokuznetsk de de benzerini yaşamıştık. Erşen en konuşkanları ve siparişleri de o alıyor. Yemeklerin hepsi de Türk mutfağı. Adana kebap, dolma, Topbaş, Lağman, salatalar (Çoban, havuç) vs. “Bahçedeki kameriyede semaver hazırlattım, mutlaka orada çay içeceksiniz. Davetlimsiniz” diye ekliyor. 2019’dan beri buradalar. Ondan önce İstanbul’da çalışmış. Yemekler nefisti. Çayımızı da içtik.
Buradan böyle gruplar geçiyor mu diye soruyor bir arkadaş. Erşen bey, ilk defa sizi görüyorum dedi. İnşallah bundan sonra daha çok gruplar gelir Türkiye’den buralara diye temenni ediyoruz. Bu arada bizim gezimizin -zaten farkındaydık ama- ne kadar istisnai ve özel olduğu fikri bir kez daha pekişiyor. Erşen bey, kardeşi ve ortakları bizi uğurluyorlar. Erşen beyin bir elini kurt yaparak sallaması da ilginçti. Zaten bu işaretin kaynağının Türkiye olmadığını önceden biliyoruz.
Tanzıbey, Cennet Kafeye veda edip Abakan’a doğru yola devam ediyoruz. 5-6 km sonra Maloya Calama yazılı bir levha görüyoruz. Yol boyunca zengin Akkayın ormanları şaşırtıyor bizi. Köy gibi küçük yerleşimlerden geçiyoruz. Bahçesi alçak çitlerle çevrili bu evler küçük ama sevimli. Özellikle mavi boyalı olanlar. İgor bey, “Yol boyunca buralar polis kontrol alanı, herkes kemerlerini taksın” diye uyardı. Ancak durduran olmadı. Biz bütün seyahatimiz boyunca minibüs veya otobüste kemerlerimizi hep taktık. Etrafımızdaki arkadaşlara da birkaç kez hatırlattık. Genelde arkadaşlar taktılar. Allah korusun, bir yan yatma, takla atma durumunda ölüm veya sakat kalmayı önleyecek kadar değerli bir tedbir bu kemerler. Unutulmamalı derim.
İKİNCİ TÜRK GRUBUYUZ
Bu yollardan ve aynı güzergâhtan Kadir bey ve 16 kişilik ekibi 2018’de geçmişler. Biz böyle biliyorduk ama 1993’de Turan Yazgan başkanlığında 106 kişilik bir Türk ekibi çok daha zor şartlar ve zamanlarda buraları gezmişler. Bunu da sağ olsunlar A.Yağmur Tunalı beyin feys hesabıma düştüğü not ile öğreniyoruz. O on altı kişiden ikisi Fatma hanım ve Dr. Filiz hanım da bizimleler bu gezide. Dün Tuvalı kadının “Türkiye buradan on bin kilometre. Nasıl, neden geldiniz” sözü de mesafe ve zorlukların bir başka ifadesi.
KADİR BEY ANLATIYOR
Yıl 2004, Başkurdistan’dayız. Bir adam beni nereye gitsem takip ediyor, farkındayım. Sonunda bir lokantaya girdim. Adam geldi karşıda bir yere oturdu. Gittim yanına. Açsanız buyurun beraber yemek yiyelim dedim. Masama geldi. “Ben sandığınız gibi Rusya’ya zararlı bir adam (casus) değilim. Sadece bir gezginim. Biraz sohbet ediyoruz. Adama bizim Türk Okullarını neden kapattınız dedim. Adam, “Onlar birer CIA merkezi idi. Tespit ettik, kapattık. Siz de kapatın” dedi. Sonra bizdeki 15 Temmuz 2015 olayları olunca konuyu net anladık.
MİNUSİNSK ŞEHRİ
(16.12) Sıcaklık 29C derece. Trafik biraz arttı yolda. Şehre ulaştık. Doğrudan merkezi bir yerde olan Şehir Müzesine gidiyoruz. Etrafta yeşil bir park ve bir meydan var ve de eski olduğu anlaşılan eski Rus mimarisi tarzı yapılar. Bunlardan biri de bölgenin en eski müze binası (1875). Müzeye girdik. Genç bir erkek rehber bize Rusça anlatıyor, İgor bey tercüme ediyor. Önce taş yazıt ve resimleri anlatıyor. Bu bölgede 44 bin yıl önce Neolitik devirde (Cilalı Taş devri) insanlar vardı diyor. Mamut, bizon, geyik avlarlardı, diyor. Müze orta düzey zenginlikte. Genç rehber de hevesli ve gayretli. Biraz uzadı. 18.15 gibi müzeden ayrılıyoruz. Evlerin birçoğu tuğladan ve iki katlı. Ön cepheler sıvasız, sanatsal süsleme ve tasarımlı. İki kez farklı yerlerde süt aldık. Soğuk süt içimi oldukça lezzetli. Bazı zevksiz apartman bloklarını da görüyoruz.
YENİSEY VE ABAKAN NEHİRLERİ
Yenisey nehri bütün yol boyunca bazen kayboldu, bazen ortaya çıktı. Şimdi Yenisey nehri üzerindeki büyük bir köprüden geçiyoruz. Buradan itibaren Hakasya başladı. Kuzey Buz denizine doğru akmaya devam ediyor. Arada bilgi ağına bakıp, hatalı bilgi aktarmayayım derken yeni ilginç bilgilere de erişiyoruz. Mesela; Kuzey buz denizinin altında (Güney kutbundaki kara üzerine buzullar bilgisinin aksine) hiç kara olmadığını, komşu ülkelerin sahip olduğu alanların devasa buzul kütleleri olduğunu öğrenmek ilginçti. Yani buzullar bir kara üzerine oturmuyorlar.
Abakan’a 21 km levhasını görüyoruz. Yakındaki Zafer tepesi denen bir yere gidiyoruz. Burada bir Meçhul Asker anıtı var (genelde 2.dünya savaşında ölenler için). Etrafta da başka heykeller. Buradan Abakan nehri ile Yenisey nehrinin buluşma yerini görüyoruz uzaktan. Kuzeye doğru akıyorlar. Bu coğrafyadaki bütün nehirler, -istisnası var mı bilmiyorum- hep Kuzey Buz denizine doğru, hep kuzeye akıyorlar.
İKİNCİ MÜJDE
Yine Kadir beyden. İlk günler önce Gorno Altaysk’taki Grant Altaysk otelinin iade ettiği para idi. Şimdi ise farklı. Kadir bey arka sıradan seslendi. Burada bir çanta var, sizin kayıp çanta olmasın dedi. Biz Askiz’deki Sovyetski Otelinde kaldığından o kadar emindik ki “Bana vermiştiniz” dedi ama yine de hafızamızda bir yere oturtamadık. Gidip baktım, evet bizim kayıp çanta. Askiz’deki gecikmede aceleyle odayı terk edip otobüse koşarken ya odadan çıkışta ya da binerken Kadir beye vermişiz. O da arka taraftaki bir koltuğa koymuş ve belli ki unutmuş. Hep arka tarafta oturduğu halde çanta uzun günler hep orada kalmış. Baktık bizim çanta. İçinde ballar, harita ve Ayperi’ye aldığımız oyuncak geyik var.
“TOK KALIYORUZ”
Çocuklar ilk ve orta okula giderlerken sabahları çoğu zaman ben, bazen de eşim arabayla bırakırdık. Üçü birden aynı anda çıkacaklar. Kapının eşiğinde bekliyorum. Sonra mesaiye yetişeceğim. Bazen birisi geç kalır, o zaman kelimeleri uzatarak, nağmeli şekilde “Geç kalıyooruuuz” diye seslenirdim. Şimdi o sesleniş, beynimde başka şekle büründü. “Tok kalıyoruz” şeklinde. Günde iki kez yemeğe alışık olduğum için, öğle yemeği için ekiple birlikte durmak tuhaf geldi. Sürekli tam acıkmadan yeni öğün gelince beynim böyle konuştu.
SON OTEL
Hakasya’nın başkenti Abakan’da iki gün kalacağımız oteldeyiz. Otelin adı Hakasya. İgor bey “Arkadaşlar bu otelde asansör var” deyince hep birlikte bir “Ooooo” çektik. Sıra dışı. Akşam yemeği için geldiğimiz bir lokanta bizim ekip için kapatılmış, sadece biz varız (20.32). Yemekte kaymak ve un karışımı kavrulmuş, bizdeki “Kuymak” a benzer bir yemek var. Ayrıca salata ve çorba. Orta alanda Hakas millȋ müziği icra edecek iki genç müzisyen var. “Çathan” adı verilen bir millȋ aletleri var. Dikdörtgen şeklinde, iki yanında tutacak kıvrımlı geniş sapları olan bir alet. Üzerinde “Santur” müzik aletine benzer çok sayıda teli var. Sesi santur sesine benziyor ancak, santurdaki gibi vurmalı değil. Biraz kanuna da benziyor, ancak üçgenimsi değil, dikdörtgen. Her iki elin işaret ve baş parmakları ile telleri titretilerek ses çıkarılıyor. Altında üçgen şeklinde uçları birleşen dört ayağı var. Belki bu sehpası. Sağ ön köşeden sol üst köşeye doğru her telin sesini ayarlayacak, yeri değiştirilebilen dört noktadan enstrümanın yüzeyine oturan perdeleri var.