Sofrada Çocuk Eğitilmez
Hele evde, akraba dahi olsa, bir misafir varsa. Bir tanıdığın sağlık sorunu üzerinde konuşulurken, nasılsa böyle bir konu açıldı. Şöyle bir söz söyledi eşim. “Babam, sofrada herkesin neşe içinde toplanıp yemeğini yemesini severdi” dedi. Çocuklara pek müdahale edilmezdi. Ancak biz bize isek, çocuk da ufaksa, belki öğretmek için ölçülü sözler söylenirdi. Aklı eren bir çocuğa karışılmaz, söylenecek bir söz veya ikaz gerekiyorsa, sonra, yalnız iken, ölçüyü kaçırmadan kibarca anlatılırdı. Sofrada eğitim olmaz denirdi.
Nineleri (babaanne, anneanne) büyük ölçüde kendi evlerinde bıraktık, kaldılar, vefat ettiler veya bir şekilde bizden ayrılar. Sağ ve sağlıklı iseler, bir zamana kadar tabii ki destek veriyorlar evlâtlarına. Daha sonra onlar da yaş haddinden, bana müsaade deyip işi bırakıyorlar doğal olarak.
MUTLU AİLE OKULU
O halde; bu ilgi ve bağları sağlık ve ömür izin verdiği müddetçe korumak, özellikle çalışan annelere yuva ve anaokulu desteğinin özel ve kamu olarak sağlanması gerekli ve önemli.
Ancak bütün bunlar kadar, geçmişimizde pek olmayan genç anne, babalara Evlilik Okulu, Annebaba Okulu veya Mutlu Aile Okulu gibi bir adla, uygunsa Anaokulları bünyesinde, mesai dışında veya içinde, okullar ve işyerlerinde bu tür Sürekli Eğitim ilkesiyle çalışan programlar yapılmalı, katılanlar ödüllendirilmeli, katılmayanlara da bazı müeyyideler getirilmeli, diye düşünüyorum.
Bunların devlet irade ve desteği ile planlanıp uygulanması en doğrusu. Ancak, kendine bazen iş arayan STK'lar da var. Ne yapsak acaba diyerek. Onlar da bu konularda tek veya seri seminerler düzenleyerek topluma katkıda bulunabilirler. (Yapanlar varsa kutlarım)
Bu tür yapıların -incelemedim ama- Malezya, Endonezya gibi sevimli, kibar, temiz insanların ülkelerinde değişik şekillerde uygulandığı duymuştum. Bizde de artık bunun ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
ÖZEL BİR ZİYARET
Bugün nasılsa bir boşluk oluştu. Ağustos başında vefat eden bir yakın arkadaşımı mezarında ziyaret ettim. Ben konuştum, o dinledi, sessizce. Aynı yaştaydık. Lise ve iş hayatı Almanya'da geçmiş, yurda döndüğünde de lisanslı turist rehberliği yapıyordu. Güzel insandı.
Onun beni her telefonla aradığında sözüne başlarken sarf ettiği, yüksek tonda "Hocaların hocası (iki kez), canım hocam (iki kez), özlettin kendini" sesi ve sözü beynimde kayıtlı. "Bir gelin, yenge hanımla. Size Bergama'yı, şurayı burayı gezdireyim" derdi her seferinde.
Gözlerim yaşlı, sesli olarak (etrafta yatanlar dışında kimseler yoktu) onun sözlerini tekrarladım, mezarına dokundum, dualar ettim. "Sen her şeyi biliyorsun zaten ama, şahitlik istersen, ben onun güzel bir insan olduğuna şahitlik ederim Rabbim" dedim. Definden sonra ilk ziyaretim oldu Tevfik Fikret kardeşimi.
Etrafta binlerce ademoğlu. Geldikleri yere, asıllarına /toprağa dönmüşler. Her yaştan güzel isimli mezar taşlarını gözlerim, beynim okuyor. Kimisi yirmili, kimisi seksenli ve hatta kimi de adı konulmamış bebek iken dönmüşler anavatana.
Hüzün, düşünce ve huzur. İyi ki dua var ve iyi ki inancımız var. Ara sıra uğramam gerekiyor buraya, diye düşünüyorum.
GÖZ VE DİZ
Bizim evde hiç beddua edilmezdi. Ninem rahmetli, evdeki çocuklara ve gençlere "Aman yavrum hiç kimseye beddua etmeyin, döner dolaşır, sizi de bulur" der, başından geçen bir hadiseyi anlatırdı. Biz de can kulağı ile dinler, ikna olurduk. O nedenle hiç kimseye beddua etmedim. Beraber büyüdüğümüz halamın kızı Dilek ablam da aynı sözü söyler hep. Kardeşimin de beddua ettiğine hiç şahit olmadım.
Şimdi, evler ayrıldığı veya büyükler terki hayat ettikleri için onların yerini "sosyal medya" aldı desek de, nineler, dedeler ve diğer büyüklerin yeri dolmuyor. Kaldı ki sosyal medya ortamları bile yaş düzeyine göre farklı tercihlere yoğunlaşmışlar. Genç anne babalar, çocuklarının ilerideki ruh, beden, hatta akıl sağlıkları ve mutlulukları için akraba bağlarını güçlü tutmalılar, ufak kusurları için bu nimeti feda etmemeliler, derim. Çünkü insan yalnız yaşayamaz.
Neyse, bunu bırakalım.
Çocukluk döneminde duyardık, kadir kıymet bilmeyen veya nankörlük edene "gözüne dizine dursun" diye ilenirlerdi, kimileri. Bir başka ifade ile gözün görmesin, dizin tutulsun, yürüyeme. Bir canlı için, hele insan için çok zor bir hal. Ya ölüm getirir ya da sürünme. Bazen de eklerlerdi, "sürünsün". Nasıl bir öfke ise.
Öfke de insani bir duygu ve tepki ama, kontrolü büyük bir erdem. Meşru olduğu nadir durumlar da vardır. İstisnadır. Öfkelendiğiniz zaman yere oturun, diyen bir hadis hatırlıyorum. “Öfkelendiğiniz zaman, ayakta iseniz oturun. Oturuyorsanız, uzanın. Yine öfkeniz geçmediyse.... "
Bitmeyen, sık yaşanan öfke durumlarında ise, psikolog veya psikiyatri uzmanlarına başvurulmalı. Hele uyku düzensizliği de varsa.
ĶİLO
Konu dönüp dolaşıp yine kilo, yüksek kan basıncı hastalığı (hipertansiyon) ve şeker hastalığı sorununa geliyor. Bilgi ve bilinç sahibi olunması halinde -sağlıkla ilgili kitaplar okumak gibi- geriye biraz irade ve azim kalıyor. Şeker hastalığı yüzde seksen kilolularda ortaya çıkıyor. Ailede kalıtımla ilgili yatkınlık olsa bile bilinçli beslenme, kilonun önlenmesi ile çoğu önlenebiliyor veya tedavi daha kolay ve başarılı oluyor.
DİZLER
Dizler, kilo sorununda genç-orta yaşlardayken idare etse de, sonraki yaşlarda iş zorlaşıyor. Dizler bütün beden yükünü çekiyor. Kemikler arasındaki kıkırdak önce ezile ezile inceliyor, kolayca hasar görüyor. Kıkırdaklar normal ağırlığa göre tasarlanmış. Sonra ise diz ağrıları, yürüme zorluğu vs. Yürüyememe halinde ise, kilo alma daha kolaylaşıyor. Diz protezi var diyenleri duyar gibiyim. Doğru var, ama daha kolayı ve emniyetlisi varken neden işi buralara getirelim ki.
GÖZLER
Alanım olduğu için, çok şahit olduğumuz bir konu. Şeker düzgün götürülebilirse hiçbir göz sorunu yaşanmıyor. Bu kadarlık yazayım da, hatırda daha çok kalsın, diye düşündüm.
Bilgili, bilinçli, dengeli, sağlıklı ömürler dilerim.