Toprakla Nişanlandık
Son Kurban bayramı içinde, Eski Gördes'i ve mezarlığını ziyaretten dönerken, bir taşın üstüne keçesini yayıp oturan ve bir kaç koyununu da otlatan yaşlı bir adam gördük. Oturduğu yer, yola çok yakındı ve biz arabayla ağır ağır seyrediyorduk. Onu gördüğümüzde arabayı durdurup selam verdik. Selamımızı alan seksenlik yaşlı çoban, hal hatırdan sonra bizim kimlerden olduğumuzu sordu. Biz de kendimizi tanıttık. Bu yaştaki bir insana hal ve hatırdan sonra ne sorulur' 'Sağlığın nasıl, halin keyfin nasıl?' dedim. İyi olduğunu söyleyip şükretti. 'Biz artık toprakla nişanlandık oğul', dedi.
Bir çırpıda söylenen ama müthiş etkileyici bir söz. Bu söz beni çok düşündürdü. Nişanın ardı düğün. Yani ölümü, toprakla buluşmayı düğün kabul etmek, ancak bizim kültürümüzde vardır. Yaşlı adamın tasavvufla bir ilgisi var mıdır, bilemem ama bu sözün tasavvuf kültürünün incelikleriyle dolu olduğu kesin. Mevlana'nın 'Şeb-i Arus' dediği, öldüğü günü düğün gecesi olarak kabul eden anlayış, başka hangi inançta vardır ki' Allah'a kavuşma, O'nunla buluşma. Demek ki ölüm yok oluş değil. Kültürümüz ona vuslat diyor. Rumi'nin ölüm yıl dönümlerinde, 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda yapılan ve Konya'da Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri olarak isimlendirilmeye başlanılan törenlerin, halk arasında "Şeb-i Arus" olarak da anıldığı bilinir.
Bu bakış açısı, çok önemli bir ölçü ve inancın ipuçlarını veriyor. Biz ona bir de 'ölüm bilinci' kavramını ekliyoruz. Bu bilinç, bir temel bilgiye dayanır ve hayatımızı tanzim eden ölçü ve istikametimizi belirler. Efendimiz, 'Ağzınızın tadını bozan, ölümü çok hatırlayın' diyor. Ölüm ve sonrası ile ilgili hesap günü inancı olmayan insanı, bu dünyanın beşeri yasaları ancak frenleyebilir, durduramaz. Halbuki bu inanç ve ölçülere sahip, samimi bir insanın güzel bir sıfatı vardır: Emin insan. Diğer insanların kendisinden emin oldukları, kendini bilen, üzerine aldığı sorumluluğu veya verilen güç ve yetkileri bilgi, adalet ve vicdan imbiğinden geçirerek kullanan, dünyaya hak ettiği kadar değer veren insanlar. Ve böyle insanlardan oluşan toplulukları dünyada huzur ve saadet bekleyebilir ancak. Ötede de, rızaya erilirse, orada da benzer, hatta daha güzel ödüller'
Eskiler, nasihat olarak ölüm yeter, derler. Ama bu düşünen insan için geçerlidir. Mukaddes kitabımızda, çok sayıda, 'ne kadar az düşünüyorsunuz, düşünmez misiniz, akıl etmez misiniz', gibi uyarılar yer alıyor. Çünkü insanlar çok az düşünüyor. Düşünsek de saniyeler ve dakikaları aşmayan kısa ve sathi düşünmeler. Derin düşünmeden bilince ulaşmak, o ölçüler ile ahlaklanmak ve rızaya uygun yaşamak mümkün değil. Daha önce ifade edildiği gibi, bilgiye dayanmadan bilinçli de olunmuyor. Bazen, doğrudan bilgi sahibi olmadan, sezgi yoluyla doğruya ulaşmak mümkün olabilir ki, buna irfan deniyor. Ancak, kültürümüzde irfandan bahsedilirken, başına ilim kelimesi de eklenir. Yani,' ilim irfan sahibi' kavramı şeklinde, bir arada kullanılır.
Burada, Yahya Kemal Beyatlı'nın 'Rindlerin ölümü' şiirini anmadan geçmek olmazdı. Rind, dünyanın parasında pulunda gözü olmayan, olgunluğuyla, kalender davranışlarıyla öne çıkan ve eski şiirimizde sıkça görülen bir insan tipi. Hiçbir şeyde taassup göstermeyen rind için dünyevî olan birçok şey anlamsızdır.
Büyük Edebiyatçımız Mehmet Kaplan, rind için şu olumlu ve iyimser ifadeleri kullanır. Rind; içi sevgi dolu, anlayışlı, müsamahalı ve günahkâr olsa da dindar, kendisini Allah'a yakın hisseden bir insandır. Rind aslında, dünyanın maddî şartlarına uymayan bir ruh adamıdır. İçindeki aşk, güzellik ve yücelik duygusu, onu alelâde insanlardan ayırır. O, (...) kendi şahsiyetinde iki zıt unsuru birleştirir. Maddî değerleri reddedişi dolayısıyla o, kaçınılmaz olarak fakir kalmaya mahkum, bütün ruhu ile sevdiği güzellikler ile de zengindir. Rindin hayatta önem vermiş olduğu değerler ise, özetle; aşk ve dostluk, tabiat ve sanat sevgisi, mistik din duygusu. (*)
İşte o güzel şiir:
RİNDLERİN ÖLÜMÜ
Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle.
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.