Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Akdeniz'de Babalar Sofrası

13 Aralık 2015 - 01:20

Her şey Suriye ile başladı. Bahar sevdasıyla esen rüzgârlar Suriye'ye geldiğinde, herkes çığlık atıyordu. Libya halledilmiş, Mısır düzene sokulmuştu. Eh Saddam daha önce nasıl olsa akıbetini yaşamıştı.
            Üç yıl önce yine bu sütunlardan yazmışım. Aman dikkat! Suriye Ortadoğu'nun sigortasıdır demişim.
            Şimdi bakın, o sigorta atınca neler oldu. Sadece Ortadoğu'yu değil, Avrupa'yı ve hatta tüm dünyayı diken üstünde bıraktı.
            Yani gelişmelere baktığımızda, şunu söylememiz gerekiyor: Suriye ve Esad'ın sağlam kalması için en büyük gayreti Türkiye göstermeliydi.
            Biraz geriye gidelim. Fazla değil, üç dört yıl öncesine. Dönemin başbakanı Sayın Erdoğan, Esad ile kol kolaydı. Müthiş ikili ilişkiler içindeydi. 2011 seçimleri öncesi Ak Partinin Gaziantep mitinginde, Sayın Erdoğan'ın konuşması beni heyecanlandırmıştı. Suriye ile dostluğun, Türkiye'ye kazandırdığı imkânları anlatmıştı.
            Bu işlere kafa yoruyorum ya işte dedim Erdoğan için, müthiş bir reel dış politika hamlesi gerçekleştiriyor.
            Sonra şipşak bir şeyler oldu. Anlamak ve akıl erdirmekte mümkün olmadı. Bugün hala anlayabilmiş değilim. Esad devrilsin politikasına birden giriverdik.
            Evet, bu nasıl bir tercihti, nasıl bu işe inanmıştık şu an meçhul. Belki tarih bu soruların cevabını verir.
            Esat gitsin politikası sonucu neler oldu? Kısaca hafızamızı tazeleyelim.
            Dünyadaki tüm cihatçı teröristler sınırlarımıza üşüştü. Sınırlarımız yolgeçen hanına döndü. İsimlerini saymaktan artık gına geldi.
            Bu arada, IŞİD denilen bela sahneye çıktı. Reyhanlı'dan Ankara'ya uzanan bir dizi katliamlara imza attı. Yetmedi eylemler Paris'e uzandı.
             Dört yıl önce hiç konuşmadığımız Suriyeli Kürtleri, PYD namı altında konuşmaya başladık. Kobani olaylarının içeriye yansıması, çok yaman oldu.
            Aynı döneme paralel olarak, PKK terörü azgınlaştı. Dağdan inip, şehirlerde asimetrik savaşa girişti. Çok insan kaybettik ve hala kaybediyoruz.
            Vaziyet ağırlaşınca, Rusya geldi Suriye'ye çöktü. Hem de esaslı biçimde çöktü.
            Derken Bayır Bucak Türkmenleri gündeme geldi.
            Başka? Bu IŞİD petrolü nasıl satıyor sorusunu, cümle âlem sormaya başladı. Kök içinde kök, söke bilirsen sök. İthamların bir bölümü geldi bize dayandı.
            Bölgede sıcaklık artışı Barzani'yi vurdu. Gelirlerde azalma var. Adamlarının maaşını, Türk müteahhitlerin parasını ödeyemez duruma geldi. Bilamecburi soluğu Ankara'da almaya başladı.
            Suriyeli mülteciler sorunu hem bizi ve hem Avrupa'yı sallar hale geldi.
            Hülasa, bunları gördükten sonra, bizim açımızdan Esad ve Suriye'nin ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı.
            Yanlış ata mı oynadık? Aldatıldık mı? Yoksa planlı ve programlı bir stratejimiz mi var bir müddet sonra anlayacağız.
            Aynı soruları Rus uçağının düşürülmesiyle ilgili olarak soruyor ve kayda geçiriyorum.
            Bu Rus uçağı meselesi oldukça kafa karıştırıcı. Mesela, İktidar taraflısı yazarların yaklaşımı dikkat çekici. Yeni Şafak Gazetesinde Abdülkadir Selvi, 9 Aralık tarihli yazısında, neden düşürüldü diye soruyor ve cevap arıyor.
            Bu coğrafyada tarihin akışını bilmezseniz, bu tür olayların cevabını veremezsiniz. İsterseniz ben biraz anlatayım!
            Uçak düştü, Rusya ile Türkiye arasında kriz başladı. Doğru mu? Evet doğru. Daha doğrusu, görüntü bu şekilde.
            Başta doğal gazı konuşuyoruz, sebze ve meyve ihracatını konuşuyoruz. Yani asıl meseleden uzaklaşıp, adeta gargara yapıyoruz. Belki yaptırılıyoruz.
             Rusya kesinlikle doğal gazı kesemez. Bugün kesilen ticaret, yarın açılır. Bakın göreceksiniz.
            Asıl mesele başka. Biz doğalgaza ve meyve sebze ihracatına kafa yorup uyuşturuluyoruz.
            Mesele Türkiye'nin mimlenmesiydi. Mimlendi mi? Mimlendi.
            Çünkü Doğu Akdeniz'de, babalar toplantıya çağırıldı. Sofra kuruldu. Türkiye'yi o sofraya, mimli olarak oturtmak istiyorlar.
            Zira Türkiye Cumhuriyeti devleti, kurtuluş savaşından sonra en netameli ve en acımasız bir planla karşı karşıyadır. Artık bizimkilerin şu hatası ve bu hatası yüzünden oldu diyecek, zaman diliminde değiliz.
            Demek istediğimi açayım isterseniz.
            Yerli ve yabancı kaynaklı mafya filmlerini seyretmişsinizdir. Benim ilgiyle izlediğim filmlerdir onlar.
            Bazen mafya babaları toplantıya çağrılır. Ya bir ihtilaf vardır çözülecek ya da yeni bir paylaşım vardır üleşilecek.
            Toplantı en asude sofralar etrafında düzenlenir. Şimdi o sahneleri hatırlayın.
            Uyuşturucu babası, bilmem kaç kara mersedesle gelir. Silah babası bilmem kaç ile gelir. Kara gözlüklü, kara elbiseli adamları göz kamaştırır. En ağır baba kimse, en fazla mersedesle teşrif eder. Yani her baba ağırlığına göre icabet eder.
            Bu sahnenin olmazsa olmazı, babaların babası rolündeki barondur. İhtilafın muhatabı, ihtar edilir. Kabul etmek zorundadır. Aksi halde imha edilir.
            Şayet yeni bir paylaşım söz konusu ise herkes taksimata rıza gösterir. İtiraz etmek, saf dışı olmaktır.
            Bana göre, mafya misalinden yola çıkarak gördüğüm şudur:
            Sofranın kurulduğu yer Doğu Akdeniz'dir. Kim ne kadar gelmiş bir göz atalım.
            Rakamlar savaş gemisi itibarıyladır. Rusya 13, ABD 3, Fransa 4, İtalya 2, İngiltere, Belçika, İspanya, Kanada, Portekiz, Yunanistan ve Hollanda 1'er gemi.
             Eee baronun kim olduğunu herhalde anlıyorsunuzdur.
            Bu babalar Doğu Akdeniz'deki sofraya, IŞİD ile mücadeleye mi geldiler sanıyorsunuz.
            Boş verin doğal gazı, boş verin meyve ve sebzeyi.
            IŞİD dediğin tayfa, topu topu 15 bin kişi. 10 bini Irak topraklarında, 5 bini Suriye topraklarında.
            Saddam'ı, Kaddafi'yi yerle bir eden bu amcalar, IŞİD'i halledemeyecek öyle mi?
            Geçelim bu hikâyeleri. Soralım, bu kadar baba Doğu Akdeniz'e IŞİD ile mücadele için mi geldi? Güldürmeyin insanı.
            Sınırlarımız, güvenliğimiz ve dahi bekamız açısından biz o sofraya oturacağız. Buna mecburuz.
            Hem ihtilafı çözmek ve hem paylaşımı dikte etmek istediklerinde, bizim itiraz etmemiz gerekecek.
            Boş verin doğal gazı, boş verin meyve ve sebzeyi. Bunları düşünün.
             Üç yıl önce, Suriye'deki gelişmeler yeni başlamışken, yine şöyle yazmışım. Bu gidişat Suriye'nin üçe bölünmesiyle biter. Lazkiye merkezli ve Nusayrilerin hâkim olduğu, Suriye devletini başında yine Esad olur.
            Bugün istikamet oraya doğrudur. Suriye'nin üçe bölünmesi, bizi nasıl etkiler ona bakmak lazım, meyveye ve uçağa değil.

Bu yazı 1399 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum