Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Allah'ın Ayetlerini Kimler Okuyor?

19 Aralık 2015 - 13:18

Bu yazı, dini bir konuyu öğretmek, vaaz etmek amacıyla kaleme alınmamıştır. Hele asırların hastalığı olan, bilim-din ilişkisini ispatlamak gibi bir düşünceye asla sahip değildir.
            Bu yazı, bilgi ve tefekkür bütünlüğü içerisinde kaleme alınmıştır. Amacı, dikkate sunmak ve dikkat çekmektir. Bilgi ve dayanak çerçevesinde, her türlü tenkite açıktır.
            Başlık mutlaka ilginizi çekmiştir. Aslında böyle bir konu üzerinde, ilk defa çalışıyor değilim. Uzun zamandır Kur'an araştırmaları ve Din- Fıtrat ilişkileri üzerine yapılan çalışmaları takip ediyorum. Israrlı bir biçimde de ders çalışıyorum.
            Nobel ödülü almış bir bilim insanının bir sözü, beni bu yazıyı yazmaya mecbur kıldı. Evet, birkaç cümlelik o açıklama, beynimde fırtınalar estirdi. Kur'an araştırmalarında aldığım mesafe; Allah'a iman, kulluk ve muhabbet konusunda bana tarifsiz keyif veriyordu.
            Bir bilim insanının sözüyle bu keyif, beni daha doruklara taşıdı. Yazmalıydım ve bunu paylaşmalıydım.
           'BEN BİRŞEY BULDUM. BUNU''.'
            Bu yılın Nobel ödülleri açıklandığında, millet olarak büyük bir gurur yaşadık. Kimya dalında Türk bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, Nobel ödülüne layık görüldü. Kuzey Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya ve Biyofizik bölümü öğretim üyesi olan Sancar göğsümüzü kabarttı.
            Ancak, şunu söylemeden edemem. Bu devasa başarı hikâyesinin, ülkemizde sadece iki üç gün gündemde kalması bana hüzün vermiştir. Dünyanın en itibarlı bilim ödülünü kazanan ismin, bir Türk olmasıyla avunduk ve takım taraftarlığı gibi slogan atarak geçiştirdik.
            Bilime ve bilimsel zihniyete oldukça yabancılaşmış Türk toplumunda, Aziz Sancar başarısı aslında boğulup gitti. O günlerde şiddet ve terörle bunalan, siyasi belirsizlikle çalkalanan bir ülkede, Nobel ödülü üzerinde durulacak bir şey yerine geçmedi.
            Onun, yalnızca Türk olmasıyla birkaç gün gururlandık. Ancak elde ettiği bilimsel gerçekliğe kafa yormadık. Aşırı derecede siyasallaşan bir toplumda, bilim dediğin fazla bir işe yaramıyor zaten.
            2007 yılında Aziz Sancar, Koç Vakfı tarafından yılın bilim insanı seçildi. İstanbul'da düzenlenen ödül töreninde, hayat hikâyesini anlatan bir sunum yapıldı. O sunumda, kendi ağzından açıklamalar vardı.
             O videoyu buldum çıkardım. Kendisini Nobel ödülüne götüren buluşu için, eşine şunları söylediğini ifade ediyordu:
            'Bugün bir buluş yaptım. Önemli bir buluş. Bu, biz insanlara ait bir gerçek.
            Bunu şu an, bir Allah biliyor, bir de ben biliyorum. Yeryüzünde başka kimse bilmiyor''
            Aziz Sancar'ın bu sözleri, kamuoyunda kimseyi ilgilendirmedi. En azından dini ve akademik çevrelerden ve özellikle Diyanet teşkilatından, konu üzerinde durulmasını beklerdim. Ama mümkün olmadı.
            Kur'anın isteyip teşvik ettiği; düşünme, anlama, tefekkür, tezekkür adına Aziz Sancar hocanın sesine kulak vermek zorunda hissettim kendimi.
            Neydi bu buluş? Yeryüzünde hiç kimse bilmiyorken, o biliyordu. Üstelik bu bilgi Allah'a aitti ve onu yeryüzünde yalnızca Allah ile birlikte biliyor olmak, hangi kelime ve hangi duygu ile anlatılabilirdi?
            Aslında Aziz Sancar, Allah'ın yarattığı ayetlerden sadece bir kaçını okumuş ve keşfetmişti.
            Nasıl mı?
            Hayatının 30 yılını mikroskop başında gözlem yaparak ve günde en az 16 saat çalışarak. Aziz Sancar, sahasında dünyanın en saygın birkaç bilim insanından birisidir. 1984 yılında ABD'de, yılın en genç bilim adamı ödülünü kazanmıştır. ABD'de genetik mühendisliğinde çığır açan isimdir.
            Bugüne kadar 325 bilimsel makalesi yayınlanmıştır. Her bir makalesine 1000'den fazla referans yapılıp atıfta bulunulmuştur. Bu rakamların, bilimsel düşünceye önem verenler için, ne anlama geldiğini söylememe gerek yok sanırım.
            Onun daha önce keşfettiği 6 büyük buluşu daha var. Nobel ödülü aslında, bu buluşların finalidir diyebiliriz. İnsan vücudundaki hücre sisteminin haritasını çıkarmayı başarmış, buna ‘Biyolojik Saat' ismini vermiştir.
           AZİZ SANCAR NEYİ BULDU?
            1970'li yılların başına kadar, bilim insanları DNA'nın son derece istikrarlı bir molekül olduğuna inanıyordu. Aziz Sancarla birlikte Nobel ödülünü paylaşan üç isimden birisi olan İsveçli Lindahl; aslında DNA'nın yeryüzünde yaşamın gelişimini imkânsız kılacak bir yavaşlıkta bozulduğunu ortaya çıkardı.
            İnsan DNA'sının her gün ultraviyole ışınlar, serbest radikaller ve diğer kansorejen maddeler nedeniyle zarar gördüğü anlaşılmıştı. Bu tür dış saldırılar olmaksızın, kalıtımsal olarak da değişken bir yapıya sahip olan DNA molekülleri, her gün milyonlarca kez bölünür ve yeniden kopyalanırdı.
            Kısacası dış etkenler ve kalıtımsal yapısıyla hücuma uğrayan DNA'da, hasarı tamir eden nükleotid eksizyon onarım mekanizmasını buldu Aziz Sancar. Ve bu mekanizmanın haritasını çıkarmayı başardı.
            Daha basit bir anlatımla şunu söyleyebiliriz. İnsan DNA'sı hasar görürken, bugüne kadar bilinmeyen bir sistem onu tamir ediyor. Bu sistemin nasıl çalıştığının hücre haritasını çıkaran Aziz Sancar, buna biyolojik saat adını veriyor.
            Buluşun bir başka ilginç tarafı var. DNA'yı tamir eden sistem; günün bazı saatlerinde aktif, bazı saatlerinde pasif çalışıyor. Sanırım, bundan sonraki çalışmalar, bu vakitlerin belirlenmesine yoğunlaşacak.
            İlerleyen bölümde, bu konu üzerinde duracağım. Her derdin devasını var eden Âlemlerin Rabbi, 'inşa ettiği insanın' yapısına nasıl şekil vermiş. Bu Allah'ın yarattığı ayetlerden sadece birisidir. Okuyan, bakın nasıl buluyor.
            Evet, DNA'yı tamir eden sistem, acaba hangi vakitlerde aktif çalışıyor. Kur'anda kasem edilen, övülen, teşvik edilen vakitlerle ilgili ayetleri okumaya çalışınca, sanırım sizde hayranlık içinde kalacaksınız.
            Netice itibarıyla Aziz Sancar ve arkadaşlarının bulup çıkardığı sistem, önümüzdeki yıllarda kanser hastalığının tedavisinde devasa bir çığır açacaktır. Bu gerçekleştiğinde, Müslümanların Kur'ana aykırı tesis ettiği ‘kader' anlayışı mutlaka sorgulanacaktır..
            ALLAHIN AYETLERİ NEDİR?
            Var eden, âlemleri yaratan Allah'tır. Canlı, cansız tüm varlıklar, O'nun sonsuz ilminin ve kudretinin bir sonucudur. Bu sebeple şu söylenebilir; insan içi ve dışıyla, yerler, gökler ne varsa cümlesi Allah'ın birer ayetidir. Allah Kur'anında şöyle sesleniyor bize:
             'Gece gündüz, güneş ve ay O'nun ayetlerindendir.' (Fussilet–37)
            'O size ayetlerini gösteriyor. Gökyüzünden sizin için rızk (yağmur) yağdırıyor. Oysa O'na yönelen kimseden başkası düşünmüyor' (Mümin- 13)
            Dolayısıyla Allah'ın yarattığı her şey, bir ölçüye göredir. İnsan dâhil var ettiği her şey bir ölçü, bir kanun, bir nizam çerçevesindedir. Şu ayetler bu hakikati gösteriyor:
            'Şüphesiz Allah her şey için bir ölçü koymuştur.' (Talak 3 )
            'Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.' ( Kamer 49 )
            'Allah'ın işi, tam belirlenmiş bir ölçüye göredir. ( Ahzab 38 )
             ' Güneş belirlenen görüntüyü değiştirmeden akıp gider. İşte bu, güçlü ve bilgili olan Allah'ın koyduğu ölçüdür.' (Yasin–38)
             Bereketli kitap Kur'an, Allah'ın indirdiği ayetlerden oluşur. Onun açıklamalarıyla, birde yaratılan ayetlerin varlığından haberdar oluruz. Âlemlerin Rabbi bize; indirilen ayetleri, yarattığı ayetlerle beraber okumamızı emreder.
            Bu o kadar elzemdir ki yaratılan ayetler okunup, bilgi sahibi olundukça, indirilen ayetlerin doğruluğu ve hakikati tam anlamıyla ortaya çıkacaktır. Bunun için Allah, insanı okumaya davet ederken; aklı, düşünmeyi, tefekkürü, tezekkürü kullanmamız gerektiğini söyler.
            Fussilet suresi 53. ayet bu gerçekliği tüm açıklığı ile şöyle bildirmektedir:
            'Biz onlara hem dış çevrede hem de kendi içlerinde olan ayetlerimizi göstereceğiz; sonunda onun (O Kuran'ın ) doğru olduğu onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır.'
            Peki, insan bunu nasıl başaracak? Elbette ilimle. Çünkü Kur'an ayetleri, yaratılan ayetlerin ipuçlarını veriyor. İnsan ilimle buradan yola çıkarak, yaratılan ayetleri okuyacak ve indirilen ayetlerin kudreti karşısında, hayran kalıp Allah'a iman edecek.
            Kur'an devamlı olarak bu metoda vurgu yapıyor. Yaratılan ayetlere sürekli dikkat kesilmemizi, araştırmamızı ve onlara konulan ölçüyü bulmamızı emrediyor. Israrla düşünmemizi, akletmemizi tavsiye ediyor. Kısacası Allah bizi hikmeti öğrenmeye teşvik ediyor. Hikmete talip olmanın, onun yoluna baş koymanın kıymetini Rabbimiz bize şöyle bildiriyor:
            'Allah hikmeti dileyene ( o uğurda çalışanlara ) verir. Kim hikmete ulaşmışsa, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir.
            Onu ancak akıl sahipleri anlar.' (Bakara- 269)
             AYETLERİ OKUMAK AMA NASIL?
            Allah pek çok ayette gücü, kudreti konusunda gayet açık ve net şu ifadeyi kullanıyor: 'Hüküm ve hikmet sahibi'
            Hüküm içeren ayetler rahatlıkla anlaşılabilir. Peki hikmet?
            Hikmet Allah'ın âlemleri yaratıp, var ettiği ve hepsine birer ölçü koyduğu bilgidir. İnsan bu bilgiyi öğrenmeye memur edilmiştir. Allah bu konuda büyük kolaylıklar getirmiş ve insanı teşvik etmiştir.
            İndirdiği Kitap apaçıktır ve hüküm ve hikmet doludur. Okumak ancak bu minvalde yapılırsa, bir kıymet hükmü ifade eder. Zuhruf suresinin ilk 4 ayeti bunu gösteriyor:
            ' Ha, mim; APAÇIK KİTABA ANT OLSUN!; Biz O'nu Arapça (anladıkları dilde) bir Kur'an kıldık. Aklınızı kullanasınız diye!; Şüphesiz o, katımızdaki ana kitapta kayıtlıdır. Elbette şanı yücedir, hüküm ve hikmet (bilim) doludur.'
            Buradan şunu anlıyoruz. Kur'an apaçık bir kitaptır. Sır ve esrar hazinesi değildir. Anlaşılabilmesi için Allah ayetlerin açıklamasını kimseye bırakmamış, kendisi açıklamıştır. Evet, ayetleri Allah bizzat kendisi açıklıyor.
            Nasıl mı?
            Allah ayetlerini eşleyerek anlatıyor. Her ayetin mutlaka eşlendiği bir başka ayet vardır. Mesela şu ayete bakalım, konunun daha iyi anlaşılacağını umuyorum:
            'Allah kitabını ( Kur'anı ) en güzel kelamla / sözün en güzeliyle ikişerli örnekler vererek indirdi.' ( Zumer 23 )
            Bu konuyla ilgili bir başka ayet şöyledir:
            'İşte Biz ant olsun ki insanlar için; bu Kur'an içinde her türlü misali verdik. Düşünüp ibret alsınlar diye.' ( Zumer 27 )
            Allah ayetlerini ilişkilendirerek anlatıyor. Eşlenen ayetler arasında harika bir ilişkiler bağı kuruyor. Düşünenler için öğrenme fırsatı sunuyor. Aynen şu ayette belirtildiği gibi:
            'Bu bereketli bir kitaptır. Onu sana indirdik ki ayetlerindeki ilişkiler ağını görsünler ve içi temiz olanlar onu kafalarına yerleştirsinler.' ( Sad 29 )
            Allah ayetlerini tafsilatlı bir biçimde açıklamıştır. İyi anlaşılsın ve bilinsin diye. İşte bu konudaki ayetler şöyledir:
            ''Gerçekten Biz, ayetleri bilen bir toplum için geniş geniş açıkladık.'(En'am 97)
            ''Gerçekten Biz ayetleri anlayan bir toplum için geniş geniş açıkladık.'( En'am 98)
            Allah ayetlerini başkasına kul olmayalım diye kendisi açıklamıştır. Zaten bu yüzden ayetlerini muhkem ve mufassal olarak indirmiştir. Şayet bu açıklama insana bırakılmış olsaydı, ortaya indirilen değil, oluşturulan bir din çıkardı. Hüzünle söylemeliyim ki Müslümanların büyük kesimi, günümüzde böyle bir hatanın içinde boğulmaktadır.
            Evet, Allah ayetlerini başkasına kul olmayalım diye kendisi açıklıyor. İlgili ayet bu durumu açık ve net biçimde anlatıyor:
            ' Elif, Lam, Ra. Bu ayetleri hâkim ve habir olan Allah tarafından muhkem kılınmış ve de açıklanmış bir kitaptır. (Böyle olması) Allah'tan başkasına kulluk etmemeniz içindir. ( De ki ) Ben de O'nun tarafından size uyarı yapan ve müjde veren biriyim.' ( Hud 1–2 )
            AÇIKLAYAN O, OKUYAN KİM?
            Hüküm ve hikmet sahibi, indirdiği kitabı hüküm ve hikmetle donatmış. İndirilen ayetlerdeki hikmet, insanı yaratılan ayetleri anlamaya sevk ediyor. Tıbbın bugünkü gelişiminde, Kur'an ayetlerinin insanın yaratılışına ait verdiği bilgilerin devasa rolü vardır.
            Azizi Sancar'ın 'Ben bir şey buldum, bunu bir Allah biliyor, bir de ben biliyorum' demesi sıradan ve asla tesadüf bir ifade değildir.
            Kur'anın ilk ayeti ‘ikra' yani oku emriyle başlar. İlk ayet şöyledir: Yaratan Rabbinin adıyla oku!
            Peki, nedir bu okuma? Yazının bu bölümüne kadar bunu anlatmaya çalıştım. İndirilen ayetlerle yaratılan ayetleri ve yaratılan ayetlerle indirilen ayetleri okumaktan başka bir emir değildir.
            Alak suresinin birinci ayetinden sonra gelen ikinci ayeti, aslında insana istikamet gösteriyor. Ne diyor 2. ayet: 'O, insanı alaktan ( embriyodan ) yarattı.'
            İşin başında, insan bu devasa ayeti okumaya teşvik ediliyor. Allah yukarıda zikrettiğimiz şekilde insanı bir alaktan / embriyodan nasıl yarattığını tafsilatlı bir biçimde sonraki ayetlerde açıklamıştır. Yani Allah ayetini diğer ayetle açıklayacağını baştan göstermiştir.
            Niye? Düşünelim, ders alalım diye
            Niye? Anlayalım yaşayalım diye
            Niye? Anladıkça kitabın bereketinden faydalanalım diye
            Niye? Kitabı okurken ve anlamaya çalışırken, başkalarına kul olmayalım diye.
            Şimdi Alak, 2 ayetini tafsilatlı olarak açıklayan diğer ayetlere bir göz atalım isterseniz:
            ' O'dur ki sizi topraktan, sonra nutfeden / canlı hücrelerden sonra alaktan / embriyodan yarattı.
            Sonrada size bebek olarak hayat veriyor. Sonra güçlü çağınıza ulaşıyorsunuz ve ardından ihtiyarlıyorsunuz ki içinizden bir takım kimseler daha önce ölüyor.
            Ve bir kısmınızda bir süreye kadar yaşıyor.
            Umulur ki aklınızı işletirsiniz / araştırır düşünürsünüz.'
            Bu ayet üzerine çalışırken, Allah'a karşı olan hayranlığımı ifade edecek söz bulamadım. Çünkü Aziz Sancar hocanın buldum dediği şey, bu ayetle müthiş ilişkiliydi. Ayette insanın yaratılışıyla ilgili ölçü, tafsilatıyla anlatılmıştı.
            Daha önce ölmek ve bir süreye kadar yaşamak, insanın hücre sitemiyle bağlantılıydı. Ayetin sonunda bu gerçeklik üzerine, Allah aklımızı işletmemizi yani araştırmamızı istiyordu.
            Çünkü Rabbimiz, DNA'yı tamir edecek bir sistemi yapının içine inşa etmişti. İnsan Kur'anı okuyacak, yaratılan ayetlerin ölçüsünü bulacaktı. Bulamamak insan için asla mazeret değildi. Zira Rabbimiz, tafsilatlı olarak ve geniş geniş açıklamalarını yapmıştı.
            Kısacası Azizi Sancar hocanın DNA'yı tamir eden sistemi bulması, kanser tedavisinde büyük bir çığır açacaktır. O zaman pek çok insan bu illetten Kur'anın ifadesiyle 'daha önce ölmeyecektir' Yani 'bir süreye kadar yaşayabilecektir.'
            Alak, 2 ayetini açıklayan diğer ayetlere devam ediyorum:
            'O ki sizi bir tek nefisten / hamurdan / balçıktan inşa etti
            Sizin için bir kalış yeri ve birde emanet olarak konuluş yeri vardır. Gerçekten Biz ayetleri; anlayan bir toplum için geniş geniş açıkladık.'( En'am 98 )
            Konuyla ilgili ve son derece tafsilatlı ayetler Müminun suresindedir. 12–13–14 ve 15. ayetler şöyledir:
            'Tek gerçek şu ki; Biz insanı ilk önce balçıktan / süzme bir çamurdan yarattık.
            Sonra onu nutfe halinde sağlam bir karargâha (kararı mekin ) yerleştirdik.
            Sonra o nutfeyi alakaya / embriyoya çevirdik. Embriyoyu bir çiğnem et yaptık. Sonra o et parçasını kemiklere çevirdik, bu kemiklere et giydirdik. Sonra ( onun için yarattığım ruhu üfleyerek) onu bambaşka ( akıllı ) bir yaratık olarak inşa ettik!
            Sonra siz bütün bunların ardından mutlaka ölecek olanlarsınız!'
           VAKİT ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
            DNA'yı tamir eden sistemin günün belirli saatlerinde aktif, belirli saatlerinde pasif çalıştığını söylüyor Aziz Sancar. Bundan sonraki çalışmalarında bu zaman dilimleri üzerine yoğunlaşacağını, pasif zamanlara takviye yaparak onarımı hızlandırabileceklerini ifade ediyor.
            Şüphesiz bu çalışmalar yine zaman alacak.
            Ancak elde edilen bilgiler ışığında,  daha çok tefekkür etmek istiyorum. Dikkatimi hemen, Kur'andaki vakitle ilgili ayetlere çevirmek durumundayım.
            Bazı ayetlerde ısrarla zamana vurgu yapılıyor mesela. Bunun bir hikmeti olduğunu düşünüyorum. Söz konusu ayetleri okuyabilmek için, yaratılan ayetleri okumak gerekiyor şüphesiz. Bilim insanları zaten bunun için çalışmıyor mu?
            Kur'an ayetlerinde, en çok vurgu yapılan vakit fecr'dir. Mesela Kadr suresinin sonu ‘fecre kadar' ibaresiyle bitiyor. Bakara 183 ile 187. ayetleri oruçla ilgilidir. İmsak vakti fecr olarak belirtilmiştir. Sabah namazı yine bu fecirdedir. Yine mesela Asr suresinin başında, Allah 'asra kasem olsun!' diyor. Burada ikindi ile akşam arasında geçen vakit söz konusudur. Allah bu vakte kasem ediyor. Bunun mutlaka bir kıymeti olmalı ki Allah kasem ediyor. Yine teheccüd namazı için, 'Gecenin ilerleyen bir vaktinde kalk'  ifadesinde, yine vakte vurgu var. Bunları daha çoğaltmak mümkündür.
            Seher vaktinde insan fizyolojisinin biyoritminde, 5 önemli faktörün belirleyici olduğu tıbben ortaya konmuştur. Bunlar; insülin hormonu, kortizon hormonu, adrenalin hormonu, vücud ısısı, uyku fizyolojisidir.
            Bu 5 faktör, seher vaktinde en ideal düzeyde çalışmaktadır. Hem fizyolojik, hem ruhsal ve hem de zihinsel olarak, insanın en zirvede olduğu bir zaman dilimidir fecr.
            Özellikle ABD kaynaklı bazı filmlerde ve izlediğim haberlerde karşılaştığım bir durumu sizlerle paylaşmak isterim. Amerika'da çok önemli devlet toplantılarının seherde, sabah kahvaltısı adı altında yapıldığını biliyoruz. Büyük şirketlerin yönetim kurulu toplantıları da, yine bu seher vaktinde sabah kahvaltısı olarak yapılıyor.
            Yani onlar çok önceden Allah'ın ayetlerini okuyarak, bereketinden faydalanmaya başlamışlar.
            Müslümanların hayatında ise fecr iptal edileli ne kadar oldu bilmiyorum. Sabah namazı terk edilmiş. İnsanlar kaçta kalkıyor, saat kaçta kahvaltı yapıyor. Allah'ın ayakta olunması ve ibadet edilmesini emrettiği saatlerde Müslümanlar uyuyor.
            Mamafih bu uyku hali devam ediyor.
            Netice itibarıyla; Kur'anda zikredilen vakitle ilgili ayetlere kafa yormaya devam edeceğim. Bilim insanlarının da bu konudaki çalışmalarına yani ayetleri okumasına dikkat kesileceğim.
            Demem o ki DNA'yı tamir edecek sistemi insan fizyolojisinin içine inşa eden Âlemlerin Rabbi, onun hangi saatlerde aktif çalıştığını da Kur'anında mutlaka belirtmiştir.
           SONUÇ:
            Allah hüküm ve hikmet sahibidir. Hem indirdiği ayetlerde, hem yarattığı ayetlerde bunu tafsilatlı olarak bize göstermiştir.
            Dolayısıyla ilmin sahibi O'dur. Onun var etmediği ve ölçü koymadığı hiçbir şeyi, insanın keşfetmesi mümkün değildir. İnsan ve kâinat bir bütün olarak O'nun ayetleridir. İnsan bunu okuyup anladığı, aklını işlettiği sürece ilim sahibi olur.
            Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; bilim bir bütündür. Onu dini ve pozitif kategorilere ayırmak Kur'anın beyanına aykırıdır. Müslümanlar ne yazıktır ki asırlardır böylesi bir yanlışlığın içinde kıvranmaktadır.
            Müslümanlar uzun asırlar boyu hüküm- hikmet bütünlüğünü bozarak, hikmeti iptal etmişlerdir. Bu durum bir zaman sonra, onların hayatlarında hüküm konusunda da şiddetli tartışmaların yaşanmasına sebep olmuştur.
            Hikmet kaybolunca, Müslümanlar çözüm üreten değil, çözülmeye mahkûm bir hayat tarzına mecbur kalmışlardır.
            Dünyada en çok okunan kitap olmasına rağmen, en az anlaşılan kitap Kur'andır. Hikmet terk edilince, Müslümanlar Kur'anı kendilerinden uzaklaştırmışlardır. Kur'anın ifadesiyle Müslümanlar, O'nun bereketinden faydalanamaz hale gelmiştir.

Bu yazı 3219 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum