1979 yılının ortalarına doğru haber geldi. MHP İstanbul İl başkanlığından beni çağırıyorlardı. Hemen Aksaray'daki il merkezine gittim. İl Gençlik Kollarında, yeni bir yapılanmaya gidiliyormuş.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Kazım Ayaydın, İstanbul İl Gençlik Kolları başkanı olarak görevlendirilmiş.
Namı diğer Demokrat Kazım, o dönemin İstanbul'unda efsane ülkücülerdendir. Hukuk Fakültesinin altın silsilesindeki isimlerden birisidir. Mehmet Gül, Orhan Çakıroğlu, Fethi Yıldız ve diğerleri..
O yıllarda yakasına iğne bile taşımayan Kazım başkan, fikir ve düşünce derinliği ile çığır açan ve on binlerce ülkücüde etkileri olan bir yiğitti. Malatya Pötürgeli idi.
Beraber çalışacağız dedi Kazım başkan. Başkan yardımcım olacaksın. Tüm basın ve halkla ilişkileri, eğitim çalışmalarını sen yürüteceksin dedi.
Fikirtepe Atatürk Eğitim Enstitüsünde yüküm zaten ağır. İşçi sendikalarında konferanslara, teşkilatlarda seminerlere gidiyorum. Durumumu biliyorlar, fakat bir görevlendirme ile karşı karşıyayım.
Bu yükü de taşırım diyerek, görevi kabul ettim.
Ay ve gününü hatırlamıyorum. Rahmetli Türkeş İstanbul'a geldi. Müthiş heyecan ve aksiyon içindeyim. Saat 2'de basın toplantısı yapacak İl Merkezinde. Toplantının bütün detaylarını, en ince noktasına kadar hesaplayarak hazırlandık. Ulusal basının üst düzey yöneticileri ile bire bir görüştüm.
Çünkü Türkeş, çok önemli açıklamalar yapacaktı. Ülkeyi sarsacak bir iddiayı gündeme getirecekti.
İsterseniz Türkeş'in basın toplantısına giden gelişmelerin arka planını anlatayım.
Bir gün elimize küçük bir kitapçık geçti. 3040 sayfa ebadında bir kitapçıktı. Hatırlayabildiğim kadarıyla başlığında, Ülkücünün eylem stratejileri' gibi bir ibare vardı.
Zehir zemberek bir kitapçık. Biz ne ile uğraşıyoruz, nelere karşı mücadele veriyoruz, bu kitapçık neyin nesi oluyor kanımız dondu. Kazım başkan araştır dedi.
İstanbul'da ilçe teşkilatlarına birer adet dağıtılmış. Hepsini toplattırdım. Peki, kimdi bunu teşkilatlara dağıtan. Epey uğraştık. Partinin bir ilçe teşkilatının sekreteriydi. Benim için müthiş bir araştırma oldu. Bütün bilgi ve belgeleri elde ettik.
O sekreteri sorguya aldık. Her şeyi önüne koyduk itiraz bile etmedi. Bu iş için görevlendirildiğini, şimdi açığa çıktığını, ancak yerine bir başkasının mutlaka devam edeceğini söyledi.
Durum Ankara'ya rapor edildi. Türkeş 'MHP içinde MİT mensupları var' diye açıklama yapınca ortalık karıştı.
İşte basın toplantısı bunun için düzenlenmişti. Herkes Türkeş'in yapacağı açıklamaları bekliyordu.
Hiç unutmuyorum, Hürriyet gazetesinden Yıldırım Çavlı sordu Türkeş'e: 'MHP içinde MİT mensupları var dediniz. Bu isimleri açıklayacak mısınız?'
Türkeş: 'şimdi değil, bilahare açıklayacağım' cevabını verdi.
Basın toplantısı bitmiş, rahat bir nefes almıştım. Her şey mükemmel gitmişti. Daha sonra Türkeş, İl Gençlik Kollarını toplantıya aldı.
Kazım başkan ve tüm yönetim kurulu üyeleri, toplantıda hazırdık. Türkeş içeriye girdiğinde, hep beraber ayağa kalktık. Bizimle tek tek el sıkıştı.
Önce derin bir sessizlik oldu. Türkeş söze şöyle başladı: '9 Işık Doktrinini kim sayacak?'
Hepimiz cereyana çarpılmışa döndük. Hiç kimse kafasını kaldırıp, ezbere bildiği 9 Işık doktrinini saymaya cesaret edemiyordu. Böyle bir şeyi beklemiyorduk doğrusu. Bildiğimiz bir şeyi bize sorduğuna göre, bir başka maksadı olmalıydı.
Göz ucuyla arkadaşlarıma baktım. Kimse kafasını kaldırmıyor. Türkeş dimdik bizi süzüyor, sabırla bekliyordu.
Beynimde fırtınalar koptu o an. Anlık bir refleksle elimi kaldırdım. Türkeş; say dedi.
Nasıl saydığımı bugün bile bilmiyorum. Türkeş teşekkür etti ve otur dedi. Sonra söze şöyle başladı:
'Ülkücü, medeni cesaret sahibi olacak. Ülkücü, eleştirmekten asla korkmayacak!!'
Türkeş bize şunu öğretmişti. Medeni cesaret sahibi olursanız kişilik kazanırsınız. Eleştirmeyi bilirseniz karakter kazanırsınız. Bu dava kişilikli ve karakterli ülkücülerin omuzlarında hedefine ulaşacaktır.
Millete hizmet yolunda siyaset en meşru zemindir. Ve ötesi asla yoktur. Milliyetçi Hareket; kişilikli ve karakterli ülkücü kadrolarıyla, siyasette duruşun ve onurun temsilcisi olmuştur.
Bir ülkücü için 'duruş' ve 'onur', yaşamın varlık sebebidir.
Onlar; binlerce arkadaşını toprağın bağrına verirken bile sükûtlarını bozmamışlar, istikballerini feda ederken bile şikâyetçi olmamışlardır. Bir milletin kaderini kendi kaderleri ile paylaşmışlar, 12 Eylülün zulümlerine rağmen devlete buğz bağlamamışlardır.
Bu kader çizgisi onları, kardeşlik hukuku' denilen devasa bir hakikatte buluşturmuştur.
Bu yüzdendir ki hiçbir ülkücü, hiçbir ülkücüye bırakın yüksek sesle konuşmayı, kötü nazarla bile bakamaz.
Onlarınkisi uzun ince ve zahmetli bir yoldur.
Gün olmuş, kurt taklidi yapan çakallarla uğraşmışlardır.
Gün olmuş, puşt yataklarında aslan postu giymiş sırtlanlarla uğraşmışlardır.
Derin ve kadim bir gelenekten, bir terbiyeden geldikleri için, samimiyetleri ve fedakârlıkları çokça istismar edilmiştir.
Bir müddettir devam eden inkisarları, bugün paramparça olma noktasına gelmiştir.
Türkeş'le çıktıkları yolda; bugün geldikleri nokta itibarıyla yaşadıkları çelişkiye ve akıl çatlatıcı sorulara, bir cevap bulamamanın acısı içinde kıvranıyorlar.
Siyasette baş tacı ettikleri 'duruşun' ve 'onurun' yerlerde sürünmesine isyan ediyorlar.
Bugünü bana soruyorlar. Ülkenin dört bir tarafından ülküdaşlarım, yarenlerim, okuyucularımın telefonları hiç dinmiyor.
Türkeş'ten aldığım terbiye ve öğreti ile bugüne kadar medeni cesaret sahibi oldum, eleştiride bulundum. Ancak farkına varılmadı. Varılamadı. Yaşanacak olan yaşanacaktı ve bugüne gelindi.
Yine Türkeş'ten aldığım terbiye ile bugünü kısaca özetleyeyim:
Bu şarkının güftesi bize ait değil. Biz hiç böyle şarkı sözü bilmedik.
Bu şarkının bestesi de bize ait değil. Bizim bunca yıl, hiç böyle bestemiz olmadı.
Bu orkestra bizim değil. Biz hiç böyle bir orkestra ile çalışmadık.
Ve evet ve bu orkestra şefi de bizden değil.
YORUMLAR