Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Büyüklük Budur!

07 Aralık 2015 - 01:05

Meseleler ağır roman, konular kalp yorucu. Bugün dünden ağır, yarın bugünden. Şiddet ve kan sarmalında yaşayıp giderken, binlerin iştirakiyle kalkan cenazeler rutin bir iş. Memleketin içi bir âlem, dışı başka âlem.
            Bizim neslin kara yazgısı herhalde. 68 kuşağına eşlik edip, 78 kuşağının mümessili olduk. Huzurlu bir devir görmedik. Hep kaygılar, hep korkularla yaşadık. Bunlar önceki zamanlara aitti.
            Ardından yeni zamanlar geldi. Fakat topyekûn bir sarmalın içinde kıvranmaya başladık. Siyaset kabuk değiştirirken, bin türlü hikâye çıktı ortaya. Dayan dayanabilirsen.
            Bir tutturdular vesayet lafı,  5 sene sallandık durduk. Davalar davaları kovaladı. Mevzilerden kurşun sıksan, bu kadar tahripkâr olmazdı.
            Akıl, mantık, hukuk, yargı, üniversite, bürokrasi vay anam vay hayretine eşlik etti. Vesayet gidecek derken, ne kadar kıymet hükmü varsa, silinip süpürüldü. İçeride çile çekenler, dışarıda kahır çekenler hizaya girdi.
            Kozmik odalara girildi, bağırsaklar temizlendi. Daha bir sürü laf söylendi.
            'Ula gardaşım! Bu davalar davaya, bu mahkemeler mahkemeye benzemiyor' diyenler günahkâr ilan edildi.
            Ol cemaat erbabı herkesi susturdu, vicdanları kararttı.
            Es zaman sonra başka hikâyeler çıktı. Fırtına Aralık ayında şiddetli esti. Hayal mi gerçek miydi? Sahi mi sahte miydi? Derken derin bir inkılâp yaşandı.
            Meğer paralelciymiş bunlar denip, ol düzen sil baştan ıslah edildi.
            Vesayetle mücadele devri kapandı, paralelle mücadele devri başladı.
            Gezi olayları oldu, nelere şahit olduk. Meğer faiz lobileri, dış güçler planlamış diye epey meşgul olduk.
            Vesayetle mücadelede içeri alınanlar; bir zaman sonra dışarıya çıkarılırken, muhatapları bu defa içeriye atılmaya başlandı.
            Bu yeni zamanda siyaset, olabildiğince gergin ve ateşli seyretti. Ayet, hadis, nutuk siyasetin rengi haline geldi.
            Yine aynı zaman diliminde, çözeceğiz diye başlatılan süreçle yattık kalktık. Ha bugün, ha yarın, ha öbür derken birkaç yıl geçti.
            Bu kadar hikâye, bizim gibi büyük millete vızıltı yerine gelir. Esad ile her şey yolunda giderken, iklim birden ters dönüverdi. Gaza mı geldik yoksa yanlış ata mı oynadık, henüz orası belli değil.
            Ama en yetkili ağızlardan duyduk ve heyecana kapıldık. Arap baharı damarlarımızı kabartmıştı. Rol model olacağız diye, Esad'a iki ay ömür biçtik. Nede olsa Şam Emeviye camiinde Cuma namazı kılacaktık.
            Dünyanın dört bir yanından, ipini koparan cihatçılar sınırımıza geldi dayandı. Kim kimdir, kim kiminle oynaştadır hala anlayamadık. Nereden geliyorlar, nasıl giriyorlar sorusuna, stratejist uzmanlar cevap verdi: Sınırlarımız geçirgenmiş.
            Geçirgen sınır tabirini böylece öğrenmiş olduk. Yani sınırlarınız geçirici özelliğe sahipse, adamların geçmesine hayıflanmamak lazımdı.
            Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan oluyor gibi bir duruma girdik. Esad gitmiyor, Emeviye'de Cuma namazı kılamıyorduk. Üstüne üstlük işler Arap saçına dönmeye başlamıştı. Milyonlarca Suriyeli mülteci, memleketi bir baştan bir başa arşınlamaya başlamıştı. Ol dert, derken Avrupa'ya sıçradı.
            Büyük millet olmak için bu kadarı da yetmezdi bize.
            Bu PKK denilen illet, meğer üç yıl boyunca bizi aldatmış. Yığınak yapmış. Bir başladı adamlar, 5'er 10'ar indirmeye. Feleğimiz şaştı bir anda. Sen misin bunları yapan, Allah ne verdiyse mücadeleye giriştik.
            Suriye'nin kuzeyi, Türkiye'nin güneyine doğru tehlikeli bir hal almaya başladı.
            Siyasi gerilimlerle, ayrışmalarla, gezi olaylarıyla, bir sürü vesayet kaldırma davalarıyla, paralelle mücadeleyle, PKK terörüyle savaşmakla, yüzlerce cenaze kaldırmakla, 5 ayda bir seçim yapmakla geçti bu yeni zaman.
            Ehh be kardeşim! Bunca hikâyeye rağmen, toplum bana mısın demedi. Yorgunluk yok, usanç yok. Hala dimdik ayakta. Büyüklük bu imiş demek ki.
            Derkeeen Rus uçağını düşürdük. Nasıl hava sahamızı ihlal edersin sen.
            Vallahi vız gelir tırıs gider, bu büyük millet için.
            Gazımızı keser mi Rus? Bir kessin görelim bakalım. Ne diyor Erzurumlu dadaş: Tezek yakarız diyor.
            Rusya düşünsün birader. Bizden sebze ve meyve almayacaklarmış. Bu kış kıyamet günde nereden alacaklarını sanıyorlar. Hem Rusya'ya bugüne kadar domatesin en kralı gidiyor, döküntüler bize kalıyordu. Hiç olmazsa domatesin kralını yeme imkânımız olur. Üstelik ucuza da yeriz. Yani bunun neresi yaptırım be kardeşim.
            Elektrik üretimimiz, yarı yarıya gaza bağlı olsun varsın. Kullanmayız be amcam. Olur biter. Ula gardaşım, biz almazsak bunlar bu kadar gazı kime satacak. Onun için asla kesemezlermiş.
            Şu sıraları fazla oluyor bu Ruslar. Boğazdan gemilerini geçirip, Suriye'ye gönderiyorlar. Daha bir dur bakim, elimizde Montrö antlaşması var. Haklarımızı henüz devreye sokmadık. Vallahi o gemileri boğazda hizaya dizer, inim inim inletiriz.
            Yaşasın büyüklük, büyüklük budur işte.
            Bizde ha bira yazıp duruyoruz. Yok kaygıymış, yok duyarlılıkmış. Bunca zamandır kendimizi heder edip gidiyoruz.
            Böyle bir büyüklük var olduğu müddetçe; kriz yok, endişeye gerek yok, sıkıntıya girmeye hiç gerek yok'

Bu yazı 1165 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum