Ağır iktisadi şartların, hüküm sürdüğü bir dönemden geçiyoruz. Hayat pahalılığının, sosyal dengeleri alt üst ettiği bir devir bu. Gelir gider dengesinin olabildiğince bozulduğu bu ortamda, insanların yaşadığı, çaresizlikten başka bir şey değil.
Bu hikâye 8 aydır devam ediyor. Nasıl devam ediyor sorusunun cevabı, halkın sıkıntılarında karşılık buluyor. Daha fazla dert, daha fazla kaygı. Herkes bu iş nereye kadar gider diye soruyor. Ancak cevap verecek bir merci yok. İktidar bolca laf üretiyor ve vaatte bulunuyor.
Ana medyanın büyük bölümü, ülkede sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi hareket ediyor. Halkın dertleriyle ilgili tek bir kelime etmiyor. Yalanlar diz boyu. İnsanların aklıyla ve mantığıyla adeta alay ediyor. Gerçekle ilgisi olmayan bir sürü haber ve yorumla, halkın dertlerini unutturmaya çalışıyor.
Gazeteci, halkın içinde olan adamdır. Onun dertlerini ve sıkıntılarını dile getirmek zorundadır. Bu yüzden, siyasi tarafgirlik içinde olamaz. Ama bu ülkede tam tersi oluyor. Anayasal bir hak olan, halkın haber alma özgürlüğü, bu şekilde katlediliyor.
Bunları niye yazıyorum?
Hayat pahalılığının toplumu kavurduğu bir ortamda, gözden kaçırılan iki büyük mesele var. Birisi düğün, diğeri okul. Hayatın pratiğinde ve günümüz şartlarında, yaşadığımız toplumsal travmaya parmak basmak istiyorum.
Bugün bir düğün yapmak, kaça mal oluyor? En garibanı için, alt sınır 200 bin liradan başlıyor. Sonrası için rakam katlanıyor. Aile bireyleri, geceleri uykusuz geçiriyor. Sözlenmiş, nişanlanmış çiftler, düğünü ne kadar erteleyebilir. Kimisi borçlanıyor, kimisi ödünç buluyor düğün yapıyor.
Son zamanlarda, içim sızlayarak gördüğüm başka gelişmeler var. Adam tarlasını satıyor, evini satıyor düğün yapıyor. Bu çaresizliğin sonucu değil midir? Ekmeğini çıkardığı tarlayı satmak, oturduğu evi terk edip kiracı olmak, toplumun sosyal dengesini bozmaz mı?
Ya okullar?
Özellikle yükseköğrenimde okuyan gençlerin, durumundan bahsetmek istiyorum. Üniversitede okuyan çok sayıda öğrencinin, anne ve babalarıyla görüşüyorum. Başka yönüyle, bana gelip dertlerini anlatıyorlar. Aslında ülke genelindeki tablonun, yürek burkan görüntüsü bu.
Yeni öğretim yılı için, anne ve babalar büyük sıkıntı içinde. Yurt, pansiyon, ev fiyatları anormal artmış. Sair giderler aynı şekilde. Bir baba benimle dertleşiyor. Aylık gelirim 8 bin lira. Oğlumun aylık okul gideri, bu şartlarda en az 5 bin lira.
Toprakta elleri nasırlaşmış, bir anne geliyor yanıma iç geçirerek. 200TL yevmiyeye gidiyor. Kuruşuna dokunmuyorum diye yakınıyor. Bütün derdim, kızımın üniversite parasını hazırlayabilmek diyor. Siz ne yiyorsunuz dediğimde, yüreğime hançer misali saplanıyor cevabı: “Bulduğumuzu…”
Bu ülke; bulduğunu yiyen, bulamadığına iç geçiren insanların ülkesi oldu.
Üniversite sınavları yapıldı. Gençler sonucu bekliyor. Aileler hem sonucu, hem nasılı merak ediyor. Çocuğu kazansa sevinecek. Sonra nasıl okutacağım diye kederlenecek.
Toplumun gerçeklerini görmezden gelmek, işin tabiatını değiştirmez. Dış güçler masalıyla, dünyada da pahalılık var hikâyesiyle, biraz daha sabredin, biraz daha şükredin tesellisiyle, toplumsal dertlerin önüne geçemezsiniz.
Hani Türkiye muhafazakâr bir toplumdu?
Necip Fazıl’ın deyimiyle “Güneşi ceketinin astarında solduran marka Müslümanlarıyla” dolu ülke. Din belli ritüellerin yapıldığı bir anlayışa mahkûm edilmiş. Muhafazakârlık, sadece ve sadece siyasetin malzemesi ve geçim akçesi olmuş. Namazı, niyazı geçtim. Yardımlaşma, dayanışma, zekât güme gitmiş. Seçim zamanı geldiğinde, insanların muhafazakârlığı gündeme geliyor.
Yazık ki ne yazık!!
Her Cuma camiye gidip, hutbede okunan Nahl suresi 90. ayetin hakikatini, hayatına geçiren kaç Müslüman var. Başka deyişle, nerede bu muhafazakârlar. Belki siyasi mevkilerde, belki karlı kazanç kapılarında. Belki şatafatlı mekanlarda..
Ne diyor Nahl 90. ayet:
“Allah, adaleti, güzel davranışı, yakınlara veren el olmayı emreder. Fuhşu, kötü davranışları ve saldırganlığı (sınır tanımazlığı) yasaklar. Allah size öğüt verir, belki bilginizi kullanırsınız.”
Yakınlara veren el olmak, ne harika bir buyruk değil mi. Üstelik Allah’ın kelamıyla bir emir. Kötü davranışın içine, ne giriyorsa cümlesi. Sınır tanımazlık, insanlık dramıdır. Bugün mukaddesleri şu veya bu şekilde berbat edenler, aslında sınır tanımayanlardır.
Demem o ki bu ayetin hükmü, Müslümanların hayatında var mı? Hele bizim muhafazakarlar, hiç veren el olabiliyor mu?
Ama lokma döktür, mevlit okut, hayır yaptım diye vaziyeti kurtar. Keşkek dağıt, pilav ikram et, muhafazakârlığını ispat et. Ne güzel bir dünya, ne güzel bir muhafazakârlık.
Darlık ve dert içinde düğün yapan bir yakınını hatırlama, ona yardım eline uzatma.
Okumakla okumamak arasındaki ince çizgide, gidip gelen öğrencileri görmezden gel. Allah’ın sana verdiği nimetlerden, onlara yardım etme.
Sen pilava, keşkeğe, lokmaya devam et. Ha bir de seçim zamanı, sakın muhafazakârlığını unutma.
Bu dertleri kim dile getirecek. Malum medya mı?
Diyanet ne güne duruyor diyeceksiniz.
Siyasi tandanslı hutbe dinlemekten yorulduk. Gerçek Müslümanların, gerçek derdi Diyanetin umurunda değil. Şu Nahl suresi 90. ayeti, sapasağlam anlatabilse Müslümanlara. Darda kalmış düğün yapacaklara yardım edin. Üniversitede okuyan öğrencilere burs verin diyebilse.
Böyle hutbe verebilir mi? Bence veremez. Çünkü siyaseten mahzurludur.
Yaşadıklarımı, gördüklerimi kahırla yazıyorum. Birileri varsın çelik çomak oynamaya devam etsin.
YORUMLAR