İş yerimin önüne, yıllar önce bir ıhlamur fidanı diktim. Bahçeli ve iki katlı evimizi sökerek, büyük bir inşaat yapmıştık. Bir tarafta akasya ağacı vardı. Gördes'in yenisi kurulurken dikildiği muhakkaktı. O ağacı diken ellere, hala şükran duygusu içindeyim.
Akasyanın paralelinde, fidan dikmeye uygun bir yer vardı. Ne dikelim sorusuna, en mantıklı cevabı Dr. Süleyman Sami İlker verdi. Ihlamur dikmem konusunda, bana ısrarcı oldu. Manisa'da bir fidan çiftliğine gittik. 2 adet ıhlamur fidanı aldık.
Sami İlker kendine ait olanı, Gördes'teki evinin bahçesine dikti. Ben de işyerimin önüne.
Yaklaşık 18 yıl önce, arzu ve heyecanla ıhlamur fidanını toprakla buluşturdum. Dış etkenlerden korumak için, özel bir kafes yaptırdım. Yaz demeden, kış demeden suyunu hiç aksatmadım.
Fidan toprağını sevmişti. Sanırım, kendisine yaptığımız bakım hoşuna gitmişti. Hızlı bir gelişim göstererek, her yıl biraz daha farklılaşıyordu. O benim, dili olmayan bir arkadaşımdı. Her sabah onunla konuşuyor, ne kadar büyüdüğüne not düşüyordum. Yıllar su gibi akıp gitti. Arkadaşlığımızda aynı şekilde..
Gün geldi, demir kafesin içine sığmaz oldu. Gövdesi gürbüzleşmiş, dal budak salmıştı. Kafes onu sıkıyor gibiydi. Her konuşmamızda, çıkar bu kafesi bedenimden' diyordu. Onu kırar mıyım? Söktüm attım kafesi. Teşekkür eder gibiydi. İnadına büyüyor, dalları caddeye sarkıyordu.
İş yerimin önünde bir ağaç değil, adeta dev bir çadır olmuştu. Gölgesiyle sadece beni değil, gelip geçeni serinletiyordu. Çiçek vermekte biraz nazlandı. Dayanamadı ve son yıllarda bereketli ürün vermeye başladı. Her çiçek mevsiminde, dallara uzandı elim. Torbalar dolusu çiçekleri toplarken, mutluluktan mest oluyordu.
Gölgesi emsalsizdi. Kokusu, başkasına benzemezdi. Hele şifası, kelimelerle ifade edilmezdi.
Onu aramaya ta Manisalara gitmiştim. Tarifsiz heyecan ve arzularla dikmiştim.
Bunları niye anlatıyorum diye düşünebilirsiniz.
Yeni yıla girerken, ona farklı düşüncelerle ve nazarlarla baktım.
Sonbahar geçmiş, mevsim kıştı. Tek bir yaprağı dahi kalmamıştı. Aslında onun, bizim gibi hep yeni yılı vardı. Bahar gelince tomurcuklanıyor, yaprakları yavaş yavaş açıyor ve sonra da meyvesini veriyordu.
Onunkisi bir resmigeçit töreni gibiydi. Vakti geldiğinde gösterisini yapıyor, sonra da yeni gösteriye kadar adeta uykuya dalıyordu. Geride kalan 18 yıl içerisinde ben, onun bu muhteşem gösterisini ibretle temaşa ediyorum.
Hayat ile ölüm arasındaki tenasüp nedir dense, hiç düşünmeden ıhlamur ağacım derim. Bize hayatı bahşeden kim? Yaşayabilmek için yerin altını ve üstünü hizmetimize amade eden kim?
Ölüm asla bir son değil. Yeni bir başlangıcın gerçekleşmesi için elzem olan bir hakikat. Tıpkı ıhlamur ağacı gibi. Mevsiminde canlanıyor, verebileceği her şeyi veriyor. Gölgesiyle, kokusuyla, şifasıyla ikramda bulunuyor. Sonra vakti doluyor. Adeta bir ölüm evresine geçiyor.
Yaratıldık, var edildik. Her şey insanın faydasına sunuldu. Nasıl yaşamamız, nasıl kulluk etmemiz bize bildirildi. Marifet, emredildiği şekilde yaşayabilmektir. Tıpkı ıhlamur ağacının başardığı gibi. Hiçbir yıl yok ki yapraklarını açmasın, kokusunu yaymasın, şifasını esirgemesin..
Ölüm, yeniden dirilişe bir başlangıçtır. Emrolunduğun şekilde yaşayabildin mi? Kulluk edebildin mi?
Yeni yıla, bu yüzden ıhlamurla bakmak istedim.
Yıl yeni diye sevinmenin mantığını, hiç anlamadım bugüne kadar. Aslında her yeni yıl, bir rakamdan ibaret değil mi? Yeni bir rakamla, menzile bir adım daha yaklaşıyorsun. Bunun neyine sevineceksin?
Yapılması gereken; ürpermek ve düşünmek.
Ihlamur ağacım ölüm devresinde. Tek bir yaprağı kalmadı dallarında. Öldüğüm gün, bende aynı olacağım. Bahar geldiğinde, Allah onu yeniden diriltecek. Tomurcuklanıp, yaprakları yeşerecek. Çiçek açıp, koku yayacak.
Ya ben? Yeniden diriltildiğim gün, ıhlamur ağcının ahenginde olabilecek miyim?
Yıla bu gözle bakarım. Yılın yenisine, bu dikkatle nazar ederim.
YORUMLAR