Hayatın bizatihi kendisi hikâyedir. Yaşadıkça, daha ne hikâyelere tanık olursunuz. Bunların çoğunu, bu gazetenin sayfalarında kaleme aldım bugüne kadar. Aslında bizim insanımızın, bizim kültürümüzün paha biçilmez birer vesikasıdır onlar.
Daha geçen hafta birebir yaşadığım, ilginç bir hikâyeyi anlatmak istiyorum.
Olayın bir Manisa, bir Gördes tarafı var.
Bir müşterim, 2 yıl önce verdiğim kanepelerinde arıza olduğunu söyledi. Gidip kontrol ettim. Haklıydı şikâyetinde. Bunlar fabrikaya gidecek dedim. İş prensibi olarak evden aldığım ürünü, 24 saatin içinde tamirini yaptırarak teslim ederim.
7 Kasım günü akşamüstüne doğru, ürünü müşterinin evinden aldırdım.
8 Kasım sabah saatlerinde, EFSANE Çekyat, Koltuk fabrikasının önündeyim. Yetkililer hemen ürünleri araçtan alarak, servis bölümüne götürdüler.
Mustafa servis bölümünün şefiydi. Her zaman olduğu gibi, beni yine samimi bir selamla karşıladı. Şikâyeti sordu, anlattım. Merak etme ağabey, gerekeni yaparız, öğleden sonra teslim ederim dedi.
Yıllardır bu fabrikayla çalışırım. Sahipleriyle müşteri ilişkilerinin çok ötesinde, sıkı bir dostluğum vardır. İmalatçılığın ne demek olduğunu burada öğrendim. Üretmenin, üretimle istihdam sağlamanın, katma değer yaratmanın önemini burada kavradım. Müteşebbis insan gücümüzün ne demek olduğunu burada gördüm.
300'e yakın çalışanıyla; Efsane firmasının iş prensipleri, müşteri ilişkileri mükemmeldir. Aynı değerlere sahip olduğum için, yıllardır büyük bir ahenkle çalışıyorum onlarla.
Ancak Mustafa'yı bu defa biraz yorgun gördüm. Gözlerinde sanki uykusuzluk hali vardı. Hayrola Mustafa dedim.
Çalışkan, son derece dürüst, taşı sıksa suyunu çıkaracak kadar azimli bir isimdi Mustafa. Eşi, çocukları için geceli gündüzlü çalışıyordu. Onların deyimiyle mesaiye kalıyordu her gün. Yani iş bittikten sonra gece de çalışmaya devam ediyordu.
Akşam mesaiye kalmış, sabah biraz yorgun gelmişti. Gençti, gam değildi. Helal lokmaya inanmış, alın terine iman etmiş yiğit bir delikanlıydı. Çalışacak, mesaiye kalacak ailesinin maişetini temin edecekti.
Kısa sohbet ve talimatların ardından, ben İzmir'e geçtim. Mustafa, 'ağabey dönüşünde kanepeler hazır olur' dedi.
Yoğun bir günün ardından, akşamüstü saatlerinde Manisa'ya döndüm. Kanepeleri alıp, Gördes'e hareket edeceğim. Arızanın ne olduğunu öğrenmeliyim. Servise geçerek Mustafa'ya sordum. Gerekli açıklamaları yaptı.
Sonra ilginç bir şey oldu. Mustafa, mahcup ve korkak bir ifadeyle konuşmaya başladı: 'Ağabey kanepelerden birinin içinden kırmızı bir kese çıktı. İçinde altınlar vardı. Hemen Fabrikanın sahiplerinden Ahmet Beye teslim ettim..'
Şaşırmıştım. Hâlbuki kanepeler müşterinin evinden alınırken, sandıklar tamamen boşalttırılmıştı. Bizim çocuklar, kontrolü yaptıktan sonra kanepeleri paketleyerek araca sarmışlardı.
Fabrikadan yola çıktım Gördes'e doğru. Kafamda bin bir türlü düşünce, yanı başımda içi altın dolu kırmızı kese.
Gördes'e geldiğimde çocuklara, kanepelere hemen müşterinin evine götürüp kurun ve sonra beni bekleyin dedim.
Yarım saat sonrada müşterinin evine gittim. Yaşlı annesi vardı evde. Onu üzgün gördüm. Bir şey söylemek istiyor, söyleyemiyordu.
Teyze altınların nerede diye sordum.
'Kanepenin içine naylon torbayla saklamıştım' dedi.
Hatice teyze; yıllardır terle emekle biriktirdiği altınlarını ve paralarını, kırmızı bir keseye koymuş ağzını bağlamıştı. En emniyetli yer olarak, kanepenin sandığını görmüştü.
Kanepeler boşaltılırken, naylon torbayı çekmiş, ancak kırmızı kesenin düştüğünü fark etmemişti. Kanepeler poşetlenirken, kırmızı kese kanepenin makas arkasına sıkışıp kalmıştı.
Kırmızı keseyi teslim ettim Hatice teyzeye. Ne söyleyeceğini bilemiyordu. Kesenin ipini çözdü. Her birini ayrı ayrı kâğıtlara sarmıştı. Biraz para da vardı. 'İyi gün var, kötü gün var. Torunların düğünü var diye biriktirmiştim' dedi. Kontrol etti. Hepsi tamamdı.
O gece uyuyamadım.
Kırmızı kese uzun süre gözümün önünden gitmedi. Birde Maişet uğuruna her gün mesaiye kalan Mustafa'nın yorgun gözleri'
YORUMLAR