Tarihi bütünlüğünden koparılmış bir din anlayışı, günümüz Müslümanlarını çaresizlik içerisinde kıvrandırıyor. Allah'ın indirdiği ve Rasulün tebliğ ettiği dinin yerine, kendi yaşam biçimine uygun bir din anlayışı geliştiriyor.
Bunu neye dayanarak söylüyorum? Çünkü Kur'an, önceki ümmetlerin benzer hatalara düştüğünü açık ve seçik olarak anlatıyor.
Mesela, Mekkeli müşriklerle ilgili çok şey okuduk, çok şey dinledik. Kimdi onlar? Gökten zembille mi inmişlerdi? Bir müşriklikten bahsediyorsak, mutlaka bir sapmanın varlığına işaret etmemiz gerekir.
Zira Mekkeli müşriklerin tamamı müslümandı. Hz. İbrahim'in tebliğ ettiği dinin mensupları idiler. Başta hac olmak üzere tüm ibadetleri yerine getiriyorlardı. Fakat zamanla; kabile ruhunun azgınlaşması, siyasi arzuların keskinleşmesi, sosyal statü ve yapıların kökleşmesiyle beraber, Allah'ın dininden sapmaya başladılar.
Kendi statülerini, siyasal güç ve kudretlerini, iktisadi hâkimiyetlerini korumak adına; yalancı ilahlar edinmeye başladılar. Allah'a inanıyorlardı. Ancak edindiklerdi ilahlar, onların şefaatçileri idi.
Bunları yaparken, son derece masum gerekçeleri halka yutturdular. Menfaat, güç ve iktidar duygularını bir silah olarak kullandılar. Siyasal güçlerinin devamı için, tesis ettikleri dini kullandılar. Ekonomik varlıklarının devamı için dini kullandılar. Sosyal statülerinin bekası için dini kullandılar.
İbrahim'den Muhammed Aleyhisselama kadar olan dönem, yaklaşık 2 bin yıldır. Hanif Müslümanlıktan şirke evrilmeleri, bu zaman diliminin son 45 asrına karşılık gelir.
Şimdi söylemek istediğim bir durum var. Muhammed Aleyhisselamın Allah'ın dinini tebliği etmesinin üzerinden, yaklaşık 15 asır geçti. Müslümanlar ne halde? Müslümanlar Kur'anın neresinde? Müslümanlar Rasullullah'ı ne kadar tanıyabiliyor?
Demek istediğimi, elbette fark ediyorsunuz. Allah'ın dini, rasul ve nebileri vasıtasıyla tebliğ ediliyor. 15 asır sonra şirk hadisesi, kirli yüzünü göstermeye başlıyor.
Yazımın başlığı Müddessir'i merak ediyorsunuz. Biraz sabır diyorum.
Mekkeli müşriklerle ilgili, Tefsir-i Kebir'de anlatılan bir olay var. Onu özetleyerek size anlatmam lazım.
İlk dönemler, Müslümanlar büyük eziyet içinde. Müşriklerden Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Velid bin Mugire, Nadir bin Haris, Ümeyye bin Halef ve As bin Vail bir araya geldiler ve dediler ki:
'Hac zamanında Arap heyetleri gelip bize soruyorlar, her birimiz bir başka cevap veriyoruz. Birimiz deli', birimiz kâhin', diğerimiz şair'dir diyor. Cevapların farklı olmasından dolayı Araplar, bunların hepsinin yanlış olduğu sonucunu çıkarıyor. Gelin, Muhammed'e bir tek isim vermek üzere anlaşalım.'
Birisi; O, şairdir' dedi. Velid itiraz etti. Onun söyledikleri diğer şairlere benzemiyor dedi.
Bir diğeri; O kâhindir' dedi. Velid itiraz etti. Kâhin bazen yalan; bazen doğru söyleyendir. Muhammed asla yalan söylememiştir dedi.
Bir diğeri de; O delidir' dedi. Velid itiraz etti. Deli insanı korkutan kişidir, Muhammed bugüne kadar, kimseyi korkutmamıştır dedi.
Anlaşamadan ayrıldılar böylece. Velid evine gitti. Diğerleri şüpheye düştü. Velid din mi değiştiriyor diye söylendiler. Ve bu şüpheyle Velid'in evine gittiler. Düşünmüş taşınmış ve Velid, aranan ismi bulmuştu. Sonra şöyle seslendi;
Muhammed hakkında düşündüm. O, bir sihirbazdır. Çünkü sihirbaz baba ile oğlun, kardeş ile kardeşin, karı ile kocanın arasını ayırır.'
Ona sihirbaz demek için anlaştılar. Çıkıp Mekke sokaklarında yüksek sesle bağırdılar, halk kendilerine eşlik etti: Muhammed tam bir sihirbazdır..' (Fahrüddin er-Razi, cilt 8,sf: 347)
Bu söz; Rasulullaha öylesine ağır geldi, hemen evine gitti. Üzerine elbisesini örttü.
Çok ağır bir ithamdı bu Mekke toplumunda. Nebimizi fena halde yaralamıştı. Bunun üzerine MÜDDESSİR suresi indi.
1825 ayetlerde Allah şöyle bildirdi:
'O düşündü, ölçtü biçti. Kahrolası ne ölçme biçmeydi o. Vah kahrolası vah, ne biçim ölçme biçmeydi o. Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı ve surat astı. Sonra geri döndü, büyüklendi de şöyle dedi: Bu olsa olsa üstün bir sihir olur. Olsa olsa bir insan sözü olur.'
Tarihi tecrübe bize şunu gösteriyor; insan bir müddet sonra ilahi hükümden sapıyor. Bu sapmada siyasi, iktisadi ve sosyal faktörler bire bir etkili oluyor. Mekkeli müşriklerin yaşadığı, bu tarihi gerçeklikten farklı değildir.
Okuduğum en kapsamlı siyer kitabı; Safiyürrahman Mübarek Furi'nin, Peygamberimizin Hayatı ve Daveti isimli eseridir. Eski dönemler dâhil, devrin tarihi, sosyal, siyasi ve iktisadi yapısını da ele alarak yazılmış muazzam bir eserdir.
Yazar eserinde, Mekkelilerin nasıl müşrikliğe savrulduklarını şöyle açıklıyor:
'Hz. İsmail babası Hz. İbrahim'in dinine davet ettiği zaman Arapların çoğu onun davetine uydular. Artık Allah'a ibadet ediyor, onun birliğine inanıyor ve O'nun dinine teslim oluyorlardı.
Fakat zaman geçtikçe ilahi davetten elde ettikleri nasibi unutmuşlardı. Aralarında sadece Allah'ın birliğine iman ile birkaç ibadet şekliydi ilahi dinden geriye kalan. Huzaa kabilesinin reisi Amr bin Luhay; iyilik etme, sadaka ve dini vazifelere bağlılık gibi bazı şeyler icat etmiş, insanlar onu sevmiş, değerli âlimlerden ve büyük velilerden zannederek ona bağlanmış.
Daha sonra Amr Şam'a gidip, orada halkın putlara taptıklarını görünce, onların hak yol üzere olduklarına inandı. Çünkü Şam, eskiden beri peygamberler ve ilahi kitaplar diyarıydı. Şamdan Mekke'ye dönerken yanında Hübel adındaki putu getirdi ve bunu Kabenin içine koydu. Mekke halkı, onun Allah'a şirk koşan davetini kabul etti.' (age: sf: 4041)
Allah'a inanıp dine bağlanırken, yoldan çıkıp sapmak ne kadar düşündürücüdür. Bu tehlike Âdem'den bugüne devam etti. Kıyamete kadar da devam edecek. Yazar Furi bu konuda, şu ilginç bilgileri aktarıyor: 'Cahiliye ehli bu şekilde olmakla beraber, onlar da Beytullah'a hürmet ve tazim gösterme, tavaf etme, hac, umre, Arafat ve Müzdelifede vakfe, Kabeye kurbanlık hediye etme gibi Hz. İbrahim dininden kalma bazı ibadet şekilleri de vardı. Hz. İbrahim dinini tamamen terk etmiş değillerdi. Ama bu dini batıl itikatlar ve bidatlerle aslından çok uzaklaştırmışlardı.' ( age- sh: 43 )
Bugün Müslümanların dini hayatında, yığınla batıl itikat ve bidat var. Niye? Çünkü dini yaşamak yerine, yaşadığını din haline getiriyor. Sapma önce böyle başlıyor. Sonra arkası geliyor tabii olarak.
İktidar ve güç duygusu dinin önüne geçiyor. Din bu duygunun yaşaması için kullanılır hale geliyor.
Mevki ve makam hırsı zirve yapıyor. Mukaddesler çiğnenirken bile dini kılıf hazırlanıyor.
Netice itibarıyla ilahi hükümler hayatımızdan çıkıyor, beşeri hükümler din haline geliyor.
Hüzünle ifade etmeliyim ki kimse tarihin tekerrür ettiğini fark etmiyor.
YORUMLAR