Hz. İsmail’in çocukları arasındaki siyasi rekabet, uzun asırlar boyunca devam etmiştir. Abdümenafoğulları ile Abdüddaroğulları arasındaki çekişme, Muhammet Aleyhisselam’ın nübüvvetinde kendini şiddetli bir biçimde hissettirmiştir. Son noktada bu anlaşmazlık, vahiy sürecinde Haşimi- Ümeyye çatışmasına dönmüştür.
Ümeyyeoğulları, Haşimilere karşı niye acımasız ve gaddar olmuştur.
Bunun siyasi sebepleri var elbette. Siretün Nebevi’de anlatılan şu hadise çok önemlidir. Velid ve Ebu Cehile ait olduğu söylenen şu sözler, siyaset sosyolojisinin tarihi karakterine ışık tutmaktadır:
“Abdümenafoğulları ile şeref hususunda anlaşmazlığa düştük. Onlar halka yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Kavga edenler arasında arabuluculuk yaptılar, biz de yaptık. Ödeme ve güç yetiremeyenlerin diyetini ödediler, biz de ödedik. Onlar halka bağışta bulundular biz de bulunduk. Ta ki kulak kulağa giden, iki yarış atı durumuna geldik.
Onlar şimdi kendisine gökten haber gelen bir Nebiye sahip olduklarını söylüyorlar. Şimdi biz onun dengini bulup, onlara nasıl yetişelim. Hayır! Allah’a yemin olsun ki biz hiçbir zaman ona inanmayız ve onu tasdik etmeyiz.” (İbni Hişam, cilt 1, s: 316)
Tarih boyunca, insanlığın temel davranışıdır bu gerçeklik. Kralımız, sultanımız, padişahımız mutlaka bizden olmalı değil mi? Bizden olmayan Nebi hiç kabul edilir mi? Buna lider kültü diyoruz. Duygusal bir bağ kurarız. Hata ve kusurlarını örter, görmezden geliriz. Yeter ki bizden olsun.
Bu hatırlatmayı niçin yapıyorum.
Ülke siyasetinin içinde bulunduğu karmaşaya dikkat kesildiğimde, havanda su dövüldüğünü görüyorum. İktidar, bütün hatalarına rağmen işin başında. Ülke devasa bir enflasyon belasıyla uğraşıyor. Mülteci sorunu sadece bugünümüzü değil, geleceğimizi de tehdit ediyor. Deprem felaketinde yaşananlar ruhumuzu acıttı. İlk defa kaybetmeye bu kadar yakın olan bir iktidar, 28 Mayıs’ta yeniden kazandı.
Peki neden?
6’lı masa saçmalığı, geçmişten ders almamak, siyasi hırs ve hesaplar ve en önemlisi, muhalefetin terazinin kefesine denk gelecek bir aday gösterememesi. Bu gerçekliği önemsiyorum.
Uzun asırlar padişahımız, sultanımız vardı. Onlar bizim efendimizdi. Biz ise onların kuluyduk. Cumhuriyet kuruldu, çok partili hayata geçtik. Birçok partimiz oldu. Bin senelik efendi-kul ilişkisini, bir anda kenara atmak mümkün değildi. Hemen uyarlamaya geçtik. Parti liderlerini, efendimiz gibi görmeye ve kabul etmeye başladık.
Partilerimizi bile ismiyle zikretmedik. Menderesçi, İnönücü, Demirelci, Ecevitçi, Erbakancı, Türkeşçi, Tayyipçi olarak tanımladık kendimizi. Liderlikleri hep terazinin kefesine oturttuk. Kim ağır gelirse, iktidar o oldu.
Lider karizmatikse, popülistse, ruhlara hitap ediyorsa, büyük itibar ve rağbet gördü hep. Bu yüzden siyasi partiler yasası, uygulanan ekonomik model, dış politika vesair diğerleri seçmeni hiç ilgilendirmedi.
Girdiği her seçimi kazanan ve 20 yılı aşkın iktidarda oturan, bir Recep Tayip Erdoğan gerçeği var. Seçmenle duygusal ve sarsılmaz bağ kuran bir lider. Pragmatik özelliğinin yanında, popülist uygulamaları ile seçmeni kendisine tabi kılmış.
20 yılda yapılan tüm seçimlerde, terazinin bir kefesinde hep Erdoğan var ve daima ağır çekiyor.
Peki, muhalefet terazinin öbür kefesine kimi koyabiliyor. Onun karizmasına, pragmatik akışkanlığına ve duygudaşlığına denk gelecek bir isim bulabiliyor mu? Bulamadı bugüne kadar. Hem parlamenter ve hem Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bunu başaramadı. Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Ekmelettin İhsanoğlu denemelerinde hep başarısız oldu.
Muhalefet bugün paramparça.
CHP’de yaşananları hayretle izliyorum. Parti tüzüğünden tutun, değişim tartışmalarına kadar havanda su dövüyor. Siyaset allameleri durmadan akıl veriyor, yorum yapıyor. Parti kuruluş ayarlarına dönmek zorundaymış. Benzer tartışmaları yıllardır yaşıyor CHP. Ama hiç kimse, asıl derdin bunlar olmadığını söylemiyor.
CHP’deki asıl mesele, liderlik meselesidir.
Halkıyla duygudaşlık kurabilecek, sesi ve sedasıyla gönül okşayacak, tarihin bütün maraz ve çarpıklıklarını ters yüz edebilecek bir lider lazım CHP’ye. Bugüne kadar yapamadı bunu. Son gelişmelere bakılırsa, yapması mümkün görünmüyor.
Bir kefesinde Erdoğan’ın olduğu terazide; ağırlığını ortaya koyacak bir lideri, diğer kefeye koyamazsan, yüzde yirmi beşe talim edersin. Ülke için iktidar mücadelesi yapmak yerine, parti içi iktidar mücadelesi yapar hale gelirsin. CHP’nin bugün geldiği durum budur.
Ortaya çıkışı, partinin kuruluşu ve ilerleyen birkaç yılda İYİ Parti, terazinin kefesine talip olmuştu. Meral Akşener merkez sağda, bir parti olma yönünde önemli hamleler yaptı. Ancak ittifakların içinde boğulup gitti. Hatalar birbiri ardınca geldi. Türk siyaseti bu hatalar yüzünden, önemli bir şansını ve imkânını kaybetti.
Netice itibarıyla; Türk siyasetinde terazinin bir kefesinde Erdoğan var ve 20 yılı aşkın hala iktidarda. Terazinin öbür kefesinde kim var derseniz, şöyle cevap veririm: terazinin kefesi hala boş.
Peki, hep böyle mi devam edecek bu durum.
Terazinin kefesini dolduracak ve ağırlığını hissettirecek bir siyaset ve lider gelmediği müddetçe, bu hikaye böyle devam eder.. Zira mevcut partilerden ve liderlerden artık hiçbir şey olmaz…
YORUMLAR