Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Yine Dolar!

10 Aralık 2021 - 16:35 - Güncelleme: 10 Aralık 2021 - 16:36

Ekonomide yaşanan kırılma ve dalgalanmalar, birkaç ayda meydana gelmedi. Yanlış tercihler, kötü yönetimler, piyasa güvensizliği vesair, birikerek bugünlere geldik. Kasım-2021’de başlayan kriz için ne diyeceğiz. Aslında ne diyeceğimizi bir kenara bırakıp, biraz geriye gitmekte fayda var.
            Haziran 2018’de yıllık enflasyon rakamı, resmi olarak 15,39 olarak açıklanmıştı. O günlerde ‘neler oluyor’ sorusuna cevap aranıyordu. Fazla uzun sürmedi, Ağustos 2018’e bir sürü sıkıntıyla girdik. 10 Ağustos 2018 tarihi, ekonomimiz için kara bir gün olarak ilan edildi.
            Dolar/TL 7.2169 olmuştu. Bu rakam için ilgili çevreler, ‘tarihi zirve’ tanımını yapmıştı. Durum vahimdi. Aynı zaman diliminde cari açığımız, 57milyar 386 milyon TL idi. Piyasalar alt üst olmuştu. Bu kara günün etkileri, hemen görülmeye başlandı. Türk Lirası, Dolar karşısında tarihi bir kayıp yaşadı.
            İlerleyen günlerde hatırlayın, şirket iflasları birbiri ardınca gelmişti.
            Dolarlarınızı bozdurun çağrılarına, kimse kulak vermedi. İlginçtir Oda ve meslek kuruluşlarının, bankalardaki hesabı dolar cinsindendi. Suçlu arandı durmadan. Dış güçler hikâyesi hemen devreye girdi. Faiz lobisi tetikteydi. Ekonomik bir mesele, siyasi bir darbeymiş gibi anlatıldı.
            Vatan millet Sakarya nutuklarını, meydanlarda dolar yakmalar takip etti. ‘Dolar dolsa ne olur, dolmasa ne olur’, o günlerde darbı mesel haline geldi. ‘Maaşını dolarla mı alıyorsun’ söylemi de o günlerde söylendi.
            Krizin patlama günü 10 Ağustos 2018 idi. Hamaset nutuklarının gölgesinde, ilginç bir gelişme oldu. 15 Ağustos 2018 tarihinde Katar, Türkiye’ye 10 milyar dolarlık yatırım yapacağını açıkladı.
            Kasım 2021’e girerken, yine yüksek cari açık derdimizdi. Dolar kıpırdıyordu. Bu defa faiz indirme tutkusuna kapıldık. Her indirim, doları azdırdı. Dolar azdıkça enflasyon fırladı. Yine dış güçlerden, yine lobilerden bahsedildi. Hatta ekonomik kurtuluş savaşı verdiğimiz ortaya sürüldü. Unutmadan söyleyeyim, bu defa Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye’ye 10 milyar dolar yatırım yapacağını açıkladı. Bir şey daha söylemek zorundayım, Bankalardaki mevduatın %62’sinin, döviz cinsinden mevduat olduğu ortaya çıktı.
            10 Ağustos 2018 kara bir gün ise Kasım 2021 ne? Kapkara mı? Simsiyah mı?
            Derdimiz yine cari açık, yine dolar, yine enflasyon, yine faiz. Demek ki değişen bir şey yok. Aradan 3,5 yıla yakın zaman geçmiş, hiçbir radikal tedbiri almamışız. Anlaşılan budur.
            Eylül 2018’de gelişmeler üzerine “ANLAMAYANLARA DOLARI ANLATIYORUM” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Derdimizin ne olduğunun daha iyi kavranabilmesi için, o yazıyı burada dikkatinize sunmak istiyorum:
50 yıldır, piyasaların ve ticaretin içindeyim. Adına ister kriz deyin, ister devalüasyon deyin, bir şey fark etmiyor. 10 Ağustos tarihinden itibaren, yeniden yaşadığımız yeni bir hikâye var.
            Türk parası bir şekilde devalüe edildi ve yaklaşık %45–50 civarında değer kaybetti. Yani yarı yarıya eridik, güç yitirdik. Bir ekonomi için, bunun anlamı zaman kaybı demektir.
            Şöyle izah edeyim.
            Bu, benim hayatımda yaşadığım 5’nci fırtınadır. Ortalama 15 yılda bir yaşanır bu fırtına. Köylü, esnaf, işletmeci, sanayici ve nicesi canla başla çalışır. Bir güç oluşturur. Diyelim ki 100 birimlik bir güç oluşturdunuz. Fırtına gelir, bu gücünüzü yarıya ve belki daha aşağıya, bir gecede düşürüverir.
            Takatiniz varsa, yeniden başlarsınız. Önceki gücünüze ulaşmak için, bir 15 yıl daha çaba sarf edersiniz. Bir fırtına daha gelir, onu da yarı yarıya alır götürür. Yani bir daha ve bir daha derken, ömrün sonuna gelirsiniz. Artık yeniden başlamaya vakit kalmaz, zira ömür tükenmek üzeredir.
            İşin trajik tarafı şudur; her fırtınada büyük çoğunluk dökülür, yenileri yola koyulur. Onlardan bazıları da, diğer fırtınalarda kaybolur gider. Bu yüzden; bizde 50 yıllık, 60 yıllık ticari markalar, parmakla sayılacak kadar azdır.
            Özetle, derdimiz dolardır. Sadece bizim değil, tüm dünyanın derdidir aslında. Güç ve kudretin simgesidir dolar. Medyasıyla, siyasi gücüyle, askeri kudretiyle ve algı yönetimiyle hükümranlığını sürdürmektedir.
            Bu hükümranlık emeği sömürmekte, toplumların büyük bölümünü perişan etmektedir.
            Merak ettim araştırdım.
            100 dolarlık bir paranın, eni 6,6cm ve boyu 19,7cm geliyor. Ağırlığı ise 1 gramdır.  1 gram ağırlığındaki bir adet 100 dolar’ın, aslında kâğıt özelliğinden başka bir değeri olmamasına rağmen, dünyayı havaya kaldırması ne kadar ilginç değil mi?
            Bugün dünyada petrol dolarla satılıyor. Neye göre? Varil hesabına göre. Altın dolarla satılıyor. Neye göre? Ons hesabına göre. Sporcu transferleri dolarla yapılıyor. Neye göre? Yıllık antlaşmalara göre.
            Dünyadaki tüm ülkelerin Merkez Bankalarında, rezervlerin % 60’ı dolar cinsinden. Dünya ekonomisinin %70’i dolarla dönüyor.
            Yazılıp çizilenlere bakılırsa, bizim borcumuz ne kadarmış? 465 milyar dolar. 1 Yıl içerisinde ödememiz gereken, borç miktarımız ne kadarmış? 180 milyar dolar.
            Hal böyle iken; “benim cebimde dolar yok”, “dolsa ne olur, dolmasa ne olur”, “onların doları varsa, bizimde imanımız var” demenin ne anlama geldiğini, sizin takdirinize bırakıyorum.
            Peki, dünyada emeği sömüren, toplumları köleleştiren bu dolar saltanatı nasıl kuruldu? Hiç merak ettiniz mi acaba? Sizi sıkmadan kısa bir tarihçe vereceğim.
            İranlı gezgin Nasır Hüsrev; 1045–1052 yılları arasındaki seyahatlerini anlattığı eserinde, Basra’da geçen şu olayı nakleder:
            “Basra’da sabahleyin Huzaa çarşısında, öğlen Osman çarşısında, akşam da Kaddahin çarşısında olmak üzere günde üç Pazar kurulur. Herkes parasını sarrafa vererek ondan sakk (çek) alır. Sonra alacağı malları alır ve bedelinin ödenmesini sarrafa havale eder. Müşteri şehirde kaldığı süre içerisinde sarrafın sakkından başka bir şey kullanmaz.” ( Bkz, Nasır Hüsrev, Sefername sf: 96) Not: Çek kelimesinin aslı, Arapça Sakk kelimesinden gelir. İngilizcede Check, Fransızcada Cheque şeklinde yazılır.
            Sonraki zamanlarda, batıda sarrafların işlevini gören bankerler ortaya çıktı. Para sahiplerinin isteği üzerine, üç altın, beş altın yazılı makbuz ve sertifikalar vermeye başladılar.
            Bankerler bir müddet sonra, altına talep olmadığını ve sertifikaların ilgi gördüğünü fark etti. Kasalarındaki altın miktarını dikkate alarak, borç vermeye başladılar. Zamanla verdikleri borç, ellerindeki altın rezervinin birkaç katına çıktı. Piyasayı bu makbuz ve çekler sardı.
            Daha çok borç verebilmek için mevduat aramaya başladılar. Verdikleri faizle, aldıkları faiz oranlarının birbirine yakın olmasına rağmen, zenginliklerinin nasıl arttığını çoğu kimse anlayamadı. (Geniş bilgi için bkz, Feridun Ergin, Kredi Sistemi, 1980, sf: 9–10)
            Bankerlerin sırrını ilk keşfeden İngilizler oldu.
            Peki, İngilizler ne yaptı? Bu sorunun cevabını birlikte dinleyelim:
            “1694 yılında Merkez Bankasını kurdu. Ellerindeki altına karşılık olduğunu söyleyerek, çok miktarda sterlin bastı ve ekonominin lideri oldular. Yeterli miktarda altınlarının olmadığı, 250 sene sonra anlaşılabildi ve sterlinin saltanatı sallandı.
            1944’te Bretton Woods anlaşmalarıyla Amerikan doları, sterlinin yerini aldı. Doları altınla değiştirenler yüzünden, Amerika’nın altını azalınca; Başkan Nixson 1971’de, doların altına çevirilebilirliğine son verdi.
            Artık kâğıt paraların değeri, hurda değeri kadardır. Bunların para sayılması için inanılmaz bir algı yönetimi yapılmaktadır. İktisat Fakülteleri, ekonomi kurmayları, basın ve yayın organları bu yönetimin başoyuncularıdır. Bu algı kaybolduğu anda o paraların yeri çöplüktür.
            İnternetin keşfi ile iş iyice çığırından çıktı. Bankalar; kendilerinde kayıtlı rakamdan başka bir varlığı olmayan, hayali paralar üretmeye başladı. Plastik kartlarla ve hesaptan hesaba nakille kullanılan bu paralar, kâğıt paranın 200 katını geçmektedir.
            Bunlar faizli borç olarak verildiği için, sömürü inanılmaz boyutlara çıkmıştır.” (Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, Çağdaş Kölelik başlıklı makale, Kitap ve Hikmet Dergisi, sayı:18, sf: 6)
            Bunları anlamadan, ülkede ne olduğunu anlayamazsın.
            Devletin bekası; kuru hamaset ve nutukla korunmaz. Hele mehter marşıyla, salâvat getirmekle hiç korunmaz. Milliyetçilik nutuklarıyla, muhafazakârlık gösterileriyle, çağdaş köleliğe karşı duramazsın.
            Milliyetçilik, paranı para yapabilmektir. Onu, dünya piyasalarında geçerli kılabilmektir.
            Petrolümüz yok. Kömürden başka stratejik madenimiz yok. Geriye bir tek yol kalıyor.  Bir toplumsal seferberlik ilan etmemiz gerekiyor.
            Az uyuyup çok çalışmak, az harcanıp çok biriktirmek zorundayız. Lüksü ve şatafatı ve gösterişi bir kenara bırakmak zorundayız. Ürettiği ile sattığı ile ülkeye kazandırdığı ile mutluluk duyan bir toplum olmak zorundayız.
            Bu halimizle yapabilir miyiz? Soru işaretleri üst üste elbette.
            Her 15 yılda yeni bir hikâye, yeni bir darbe ile daha nereye kadar gidebiliriz?

Bu yazı 1022 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • TÜRK DİL KURUMU **PARODİ
    3 yıl önce
    Türkiye'nin tek sıkıntısı bir olay olduğu zaman o an çevrede kim varsa bütün suç ona atılır. mantık çerçevesi içinde incelemek önemli ülke olarak her zaman dışa bağımlıydık ama bu meyvelerini yeni yeni veriyor çünkü teknolojik olarak üretken olmadık hiç bir zaman yurt dışında yeni bir şey çıkar ve Türkiye'ye gelmesini bekleriz. ama devir teknoloji devri ve bizi batıran şey bu oldu . umarım bir şeyler geç olmadan toparlanırız yoksa hiç iyi görmüyorum. Bu arada kabahatsizler demiyorum ama bu bakış açısından bakmak da önemli..