Evet, dostlar yaş 45 olmuş. 45 yıl önce 16 Mart’ta bir pazar günü dünyaya merhaba demişim. Tevafuka bak ki 45. doğum günüm yine bir pazara denk geldi. Yine güzel bir tevafukla bu yılki doğum günüm Ramazan-ı şerife denk geldi. Daha önce hiç Ramazan-ı şerifte doğum günüm olduğunu hatırlamıyorum. Ramazan-ı şerifin 33 yılda bir aynı miladi takvimin aylarına denk geldiğini hesaplarsak bir önceki tevafuk yaklaşık 12. yaş günümde olmuştur.
Bizim çocukluğumuzda doğum günlerimiz kutlanmazdı. Ailemde hiç kimsenin doğum gününü kutladığımızı tahattur etmiyorum. Biz şimdilerde çocuklarımızın doğum günlerini özenerek, hazırlanarak, hediyeler, pastalar alarak, hatta bazen evleri süsleyerek kutluyoruz. Çocukluğumdan hatırladığım tek doğum günüm macerası şöyle cereyan etti: Anneciğim Pazartesi günleri kurulan Gördes’in haftalık pazarından bazen köy tavuğu alırdı. Sonra onu bir güzel pişirirdi. Yine öyle bir pazartesi günü 16 Marta denk gelmiş.
Ben de tam akşam yemeğimizi yerken Anneciğime: Anne bugün benim doğum günümmüş biliyor musun? demiştim. Annem de yemekte köy tavuğu olduğunu vurgulayarak bunun özel bir yemek olduğunu, bu özel yemeği yerken doğum günümün de kutlanmış sayılabileceğini söyledi. Ama bu tavuk benim için hazırlanmamıştı. Ve o gün 16 Mart olduğu için de pişirilmemişti.
Çocukluk işte ben o gün benim için bir hazırlık ile haydi pastayı geçtim bir tatlı yapılabileceğini, bugüne bir değer verilebileceğini ummuştum. Anneciğim o cevabından sonra bir anda içimde büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Ve o günden sonra artık çocukluğumda 16 Martlarda doğum günlerimin kutlanmayacağını anladım ve bu hayali ve umudu artık bir daha açmamak üzere kapattım. Çocukluğumun bu acı doğum günü hatırasını hiç unutmam.
45. yaş günüm benim için özel anlamlar ifade ediyor. Sinn-i kemal denilen olgunluk, kemalat yaşı olan 40 yaşından 5 yıl daha geçmiş olmasına rağmen içimdeki çocuk hiç büyümedi dostlar. Hala Gördes’in sokaklarında oynayan, yüzünde tebessümü, kalbinde heyecanı, yüreğinde umutları, zihninde muziplikleri eksik olmayan, duygusal yönü hep ağır basan, yufka gibi bir yüreği olan o çocuk hala içimdedir. Ve hiç büyümemektedir. Bilemiyorum ama belki de bu içimdeki çocuk büyümeden yaşım kaç olursa olsun bu dünyadan göçer giderim. Bu yüzden ne yaşarsam yaşayayım hep çocuk yönüm kalmıştır. 45.yaş günümde de aynı durmaktadır.
45 sayısının özel anlamları da var benim için. Rahmetli babam 1945 doğumluydu. Bu yüzden 45 rakamına sempati duyardım. Ayrıca ilimiz olan Manisa’nın plaka kodu 45’tir. Yani çevremde gördüğüm handiyse her arabanın plakası 45 ile başlar ve bu rakam hep gözüme çarpar. Bu yıl daha çok anlamlar ifade edecek bana bu plakalar. Hep yaşımı hatırlatacak artık büyü be çocuk diyecek rakamlarıyla. Ayrıca şu sıralar Süper ligde fırtınalar estiren Galatasaraylı Victor Osimen 45 numaralı formayı giyiyor olması da başka bir tevafuk. 45 numaralı formayı giyen Osimen şu anda ligimizde 20 gol ile en çok gol atan futbolcu olarak listenin başında duruyor.
Yazının başlığına intiba ve intibah kelimelerini koydum. İntiba, izlenim demek. 45. yaşımdaki izlenimlerimi anlatmak istedim. İntibah ise uyanma, uyanış demek. İntibah, aynı zamanda edebiyatımızdaki ilk edebi romanın ismidir. Tanzimat edebiyatı döneminde (1876) Namık Kemal tarafından yazılan bu romanın diğer ismi Sergüzeşt-i Ali Bey’dir. Yani Ali Bey’in başından geçen maceraları anlatır. İntibah anlamı ise roman kahramanı olan Ali Bey’in bir gönül macerasından sonra gerçekleri öğrenerek uyanması, hakikati görmesi anlamında kullanılmıştır. İşte ben de 45 yaşımda acaba dünya hayatının gerçeklerini görüp hakikatlerini kavrayıp uyanış yaşayabilir miyim diye bu manalar çağrışım yaptı zihnimde.
İnsan yıllar geçtikçe dünyada birçok şeyin anlamını yitirdiğini, kafaya takmaya değmediğini, gereğinden çok kıymet verilmesinin önemsizliğini daha iyi kavramış oluyor. Dünyanın faniliğini, hayatın geçiciliğini, ecel cellatının pusuda beklediğini, temelsiz bir dünyada yaşadığını, perestiş ettiği metaların, bel bağladıklarının çok da kıymet-i harbiyesi olmadığını daha iyi anlıyor. Fani olan bir dünyada, semeresiz olan bir hayatta, sonunda ölüm olan bir yolda kalbimizi bağladığımız masivanın çok da bir değeri yoktur aslında. Fanilik için bakın Ziya Paşa Terkib-i Bendinde ne diyor. “ Bir katre içen çeşme-i pür-hun-ı fenadan/ Başın alamaz bir dahi baran-ı beladan.” Yani Fanilik kanıyla dolu çeşmeden bir damla içen, bir daha bela yağmurundan kurtulamaz diyor.
Velhasıl kelam sevgili dostlar Rabbini bulan hangi yaşta olursa olsun bahtiyardır, her şeyi bulmuş olur. Onu bulamayan her şeyden mahrumdur, her belaya mahkumdur, her saadetten yoksundur, her şeyini yitirmiştir. Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış, marifet bu gerisi yalnız çelik çomakmış. Sağlıcakla kalın.
YORUMLAR