Kırpıntı
Bizim bölgemizde koyunların yünlerini kesmek için kullanılan makasa “kırklık” denir. Bizim de üç beş koyunumuz ve kuzumuz var. Bunlar iyice tüylendiler. Fakat evimizde kırklık yok. Tarla damımıza yakın komşumuz Softalar var. Benim ortaokul arkadaşım Mehmet Özdemir de Softalar’dandır. Babam bana “Oğlum git Mustafa amcaya benden selam söyle ; Babam koyunları kırkmak istiyor sizden bir günlüğüne kırklığınızı rica ediyor verirseniz babam çok sevinecek de” dedi. Ben de olur baba dedim ve 700-800 m uzaklıkta olan Softalar’ın damına doğru yola çıktım. Mustafa amcanın dört yetişkin oğlu var. Her birisi evli çoluk çocuğu var. Arkadaşım Mehmet Özdemir Mustafa amcanın torunu oluyor.
Softalar zengin. Koyun sürüleri var. Bağları tarlaları var. Hepsi bir arada dayanışma içinde yaşıyorlar. Koyun sürüsü olur da onları koruyan köpekleri olmaz mı? Köpekleri de var. Fakat ben çocuk aklımla hiç köpekleri düşünemedim. Babam da uyarmadı. Damlarının eteğinde verimli olan bağlarının arasından geçerek dama doğru yaklaşıyorum. Fakat, köpeklerin yaz sıcağında bağın içinde gölgeliklere dinlenceye çekilmiş olduklarının farkında olmadan yürürken bir köpek havlaması ile irkildim. Köpekler var güçleri ile üzerime geldiler. Ben ne olduğumu şaşırdım korktum. Beni ısırdılar. Gürültü üzerine damın sakinleri köpekleri dağıttılar.
Benim yanıma gelip bir şey olup olmadığını sordular. Ben korkudan onlara ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum ama köpeklerin beni ısırdığını söyledim. Beni kurtarmaya gelenlerle birlikte kalbim küt küt atarak damlarına vardık. Damın önünde büyük bir incir ağacı bulunmaktaydı. İncir ağacı, yoğun yaprakları ile tek katlı damın önündeki geniş düz meydanı adeta anaç bir tavuk gibi sarmalamış gölgesi ile serinlik veriyordu. Yerlerde koyun yapağısından yapılmış keçeler ve yanlarda şilteler serili idi Gölgelikte benimle bir daha ilgilendiler, köpeğin ısırdığı yere baktılar, şimdi ne olduğunu bilmediğim bir şeyler sardılar.
Daha sonra Mustafa amcanın yanına vardım. Mustafa amca beni “geçmiş olsun oğlum keşke yukardan tedbirli gelseydin gibi teselli edici sözler söyledi. Su ve ayran verdiler. Mustafa amca, niçin geldiğimi sordu. Ben de korkunun verdiği şaşkınlıkla “Mustafa amca babamın selamı var kırpıntınızı bir günlüğüne rica ediyor. Verirseniz memnun olacak ” dedim. Mustafa amca “Oğlum baban ne yapacak kırpıntıyı? ”dedi. Ben de “Babam onunla koyunların tüylerini kesecek” deyince. Orada bulunanlar hepsi birden gülerek tamam anlaşıldı bu çocuk “kırklık” istiyor dediler ve bana kırklığı verip geri gönderdiler.
Fakat şimdi düşünüyorum da annem babam beni kuduz ihtimaline karşı doktora götürmediler. Bir şey olmaz deyip olayı geçiştirdiler. Ne mutlu ki öyle bir olumsuzluk yaşamadım.
Düğün Güreşleri
1950 li yıllarda düğünler pazartesi başlayıp cumaya kadar sürüyordu. Birinci gün damat karşılaması, ikici gün imece ile odun getirilmesi ve akşamına köy meydanında oturma ocağı yapılıp etrafında davul zurna eşliğinde gençler oyun oynar ve arkasından seyirlik oyunlar sergilenirdi. Üçüncü gün kız ve oğlan tarafının çeyizleri herkesin göreceği şekilde sergilenir ve cirit oyunu yapılır. Dördüncü gün horoz kaçırılır ve gençler onu yakalama yarışına girer. Kim yakalarsa horoz onun olur.
Öğleden sonra güreş yapılır. Akşam üstü gelin damat evine törenle gönderilirdi. Bu yöntem yöremizde yapılan bütün köy düğünlerinin vazgeçilmez adetiydi. Bu düğünlerinde yapılan her türlü etkinlik biz çocuklar için ilginç olurdu. Her bir etkinliği izlemek hoşumuza giderdi. Ben özellikle güreşte cazgırın pehlivanlar için söylediği sözleri ezberlemiştim. Bu sözleri evde de tekrarlardım. Bu manileri, cazgırın pehlivanlara söylerken ki vurgularını da benzeterek söylerdim.
Yine güreş yapıldığı günün akşamında pehlivanların dinlendiği odada, beni tanıyan akrabalardan birisi iyi cazgırlık taklidi yaptığımı söylemiş. Bunun üzerine oradakiler “Gelsin burada bize de söylesin” demişler. Bunun üzerine beni evden alıp Pehlivanların konuk edildiği yere getirdiler. Beni meclisin ortasına aldılar ve toplantının sözcüsü benim halimi hatırımı sorduktan sonra “İbrahim, sen iyi cazgırlık yapıyormuşsun. Bizde merak ettik hadi bize de söyle” dedi. Ben de olur dedim ve
İki yiğit çıktı meydana
İkisi birbirinde merdane
Alta geldim diye yerinme
Üste çıktım diye sevinme
Yerdeki karınca ile bir tut kendini
Allah derman versin bu yiğitlere
Hep beraber diyelim Maşallah
manisini okudum. Dinleyenlerin hepsi bana aferin dediler. Gönlümü hoş edecek sözler söyleyip üç beş kuruş verip gönderdiler.
Güreşler “Güreş harmanı” denilen yerde yine davul zurna ile yapılırdı. Bu güreşlerde hevesli olan çocuklar da er meydanına çıkardı. Güreşten sonra yenen ve yenilen güreşçiler kol kola girerek, düzgün bir şekilde hasır üzerine oturup sıralanmış olan seyircilerin en başından en sonuna kadar giderek verilen paraları alırlardı. Burada yenen pehlivana biraz daha fazla para verilirdi. Bunlar madeni para olurdu. Ben de bu şekilde güreştikten sonra rakibimle kol kola girerek seyircilerin avuçlarımızın içine koydukları paraları anımsıyorum.
YORUMLAR