Babamın diğer köylerden ahbapları
1950 li yıllar ulaşım araçlarının az olduğu yıllardır. Bizim köyümüz Kıran Köy Gördes’in en yakın köyüdür. Yaklaşık 5 km. Fakat bazı köylerin uzaklığı 40 km ye kadar bulunmaktadır. Bütün köylüler Gördes’te kurulan pazara gelerek haftalık ihtiyaçlarını giderirler. Bizim köyümüz Gördes’e yakın olduğu için pazara gitmek sorun teşkil etmezdi. Köylüler eşekleri ile yaklaşık bir saatte Gördes’e varırlardı. Fakat babamın ahbaplarının olduğu Çiçekli (Kıhra) köyünün insanlarının pazara gelmeleri dört saati bulurdu. Ayni gün içinde pazara gelip gitmeleri hava koşulları da dikkate alındığında imkânsız hale gelirdi. O nedenle uzak köylerdeki insanlar bir gece konaklayacakları bir yer teminine giderlerdi.
Bu yüzden babamın Çiçekli köyünden ahbapları (Veli, Hasan), eşekleri ile akşamdan bizim eve gelirlerdi. Bizim evde dinlendikten sonra ertesi günü pazarlarını yapıp köylerine dönerlerdi. Ben kendilerine Veli dayı, Hasan dayı derdim. Hatta ben ilk okula gittiğim dönemde şöyle bir anım olmuştur; Okula gidiyorum ama çantam yok. Bezden bir torba ile okula gidiyorum. Konuşma sırsında çanta ihtiyacı söz konusu oldu. Rahmetli Veli dayı biz yapalım dedi. Gerekli tahta, çivi, keser, testere temin edildi ve bir çanta yapıldı. Fakat çanta bana göre oldukça büyük oldu. Rahmetli Veli dayı “İbrahim bu çanta sana değil beşinci sınıf onuncu sınıfa kadar yeter” demişti. Fakat hantallığı yüzünden kullanamadım.
Öğretmen Olma Hayali
Köylerde çocuklar değişik mesleklerden insanlarla karşılaşamazlar. Gördükleri sadece köyün imamı ve öğretmenidir. Başka meslekten insan görmek çok seyrek olurdu. Öğretmene herkes saygı gösterir. Giyimi kuşamı düzgün, saçları taralı, kravatı bağlı, konuşmasının cana yakın ve aydınlatıcı oluşu, bizlere çok şeyler öğretiyor olması köy çocukları için rol model oluyordu. Bundan dolayı ben de ilerde keşke böyle bir öğretmen olabilsem ve benim de öğrencilerim olsa isteği hayalimde hep canlanmıştır. Bundan dolayı öğretmen olma isteği içimde kartopu gibi gittikçe büyümüştür. Ben çocukluğumda hep öğretmen olmak istemişimdir. Hatta bu isteğimi anneme açtığımda, annem “oğlum, bir şeyi çok istiyorsan onu kırk defa tekrarlarsan bu dileğin yerine gelir “demişti. Ben bunun üzerine aklıma geldikçe kırk defa “öğretmen olmak istiyorum” tümcesini tekrarlardım. Hatta bir yanlışlık olmasın diye ağaç yapraklarını kullanırdım.
İlkokul 1. Sınıfta Sene Kaybım
1956 yılında ilk okula başladım. Fakat o sene dokuz kişilik sınıfta sekiz öğrenci sınıfta kaldı. Sınıfta kalanlardan birisi de bendim. Fakat ben sınıfta kaldığım yılın yaz aylarında artık okuyup yazabiliyordum. Tek odalı evimizde masa olmadığı için ders çalışırken yüz üstü yere uzanarak kandil ışığında çalışırdım. Bu durum ortaokulu bitirinceye kadar devam etmiştir. Derslerimiz, beş sınıfın hepsi bir arada olacak şekilde tek bir sınıf içinde yapılırdı. Öğretmenimiz hangi sınıfa ders anlatıyorsa diğer sınıflar kendi derslerini serbestçe çalışırdı. Birinci sınıfı tekrarladığım yıl içinde bir gün öğretmenimiz 2. Sınıfları çalıştırıyor. Bir okuma parçasını öğrencilere sırası ile okutuyor. Fakat bir öğrenci arkadaşımız okuyamadı. Bunun üzerine öğretmenimiz birinci sınıflara dönerek “Bu parçayı kim okumak ister?” diye sordu. Bunun üzerine ben parmak kaldırdım ve ben okurum dedim. Parçayı baştan sona okudum. Bunun üzerine öğretmenimiz okuyamayan arkadaşımıza “çocuğum ders çalışırken İbrahim arkadaşınızdan da yardım alabilirsiniz bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp “diyerek derslerine devam ettiler. Öğretmenimiz, “Bravo İbrahim başarıların daim olsun “gibi sözlerle beni onore etti.
Yine aynı yıl içinde bir gün öğretmenimizi denetlemek üzere bir müfettiş geldi. Birinci sınıfları denetlemek için, bize yönelik olarak “Birinci sınıflar birer kâğıt kalem çıkarıp masanızın üzerine koyun” dedi. Hepimiz hazırlığımızı yerine getirdikten sonra; “Şimdi benim tane tane söylediklerimi yazmanızı istiyorum” dedi. Müfettişin bize yazdırdığı anahtar kelimeleri bahar, kuş, yeşillik, güneş, dere, şırıltı olan bir konuydu. Müfettiş bu konuya ait cümleleri içinden geldiği gibi yazdırıyor hem de sınıf içinde geziniyordu. Bizler birinci sınıf öğrencileri olarak söylenenleri kağıdımıza aktarmaya devam ettik. Müfettiş yazılmasını istediği konu bitince, bize hitaben “Kağıdınızı kaleminizi masanızın üzerinde bırakın ve teneffüse çıkın” dedi. Biz de söyleneni yaptık. Okulumuzun bahçesine çıkarak teneffüsü değerlendirdik. Verilen aradan sonra tekrar sınıfımıza gelip masalarımıza oturduk. Herkesin yazdığı kâğıt masanın üzerinde duruyordu. Benim kağıdımın üstünde kırmızı kalemle yazılmış bir kelime dikkatimi çekti. Bu kelime “pek iyi” idi. Demek ki Müfettiş, her arkadaşımızın notunu kağıdının üzerine yazmıştı. Birkaç arkadaşımız daha “pek iyi” notu almıştı. Daha sonra müfettişin, birinci sınıfın bu başarısından dolayı öğretmenizi tebrik ettiğini duydum.
Devam edecek
YORUMLAR