Emine ATAMAN KOÇ

Emine ATAMAN KOÇ

52emineataman@gmail.com

Beygirin Yükü 5, Eşeğin Yükü 3.5 Lira(II)

16 Aralık 2016 - 09:06

Eniştem ailenin tek oğluydu. Hem kendi işlerine hem de bizim işlere yetişmeye çalışıyor, işleri de bahane ederek sabah akşam evimize geliyordu. Yine bir sabah bize uğradı. 'Yapılacak bir işiniz var mı? Ben bugün odun satmaya gideceğim' dedi.  Annem 'sağ ol oğlum işimiz yok. Emine de seninle gitsin. Avlu badem odunları ile dolu. Onlardan götürün satın' dedi.
Ben, Gördes sözünü duyunca havaya zıpladım. 'Tamam' dedim. İlkokul dörde gidiyorum. Günlerden Pazar, okulum tatil. Okul ödevimi akşam eve gelince yaparım. Tatil gününde yine Gördes'e gitme fırsatı çıktı bana, çok seviniyorum. Meyve odunu satmak serbest olduğundan geceyi beklememize gerek yok, hemen gideceğiz. Eniştem kendi odunlarını eşeklerine yüklemeye gitti. Annemle ablam odunları beygire yüklediler beni uğurladılar.
Köyün çıkışında güreş harmanında sözleştiğimiz gibi eniştemle buluştuk ve yaklaşık bir saatlik yolculuk başladı. Odun yüklü atın peşinden bayrama gider gibi ayağımda lastik çizmeler heyecanla yürüyorum. Bir an önce çarşıyı, pazarı görmek istiyorum. Hayvanların yükü ağır, hiç durmadan yavaş yavaş, ağır aksak yola devam ettik. Gördes'e girdik.
     Başladık sokaklarda dolaşmaya. Hayvanlar önde biz arkalarında bir sokaktan öbür sokağa dolanıyoruz. Çünkü odunları tanıtmamız lazım. Bir geçtiğimiz sokaktan defalarca geçtiğimiz oluyor. Kapı önlerinde bekleşen kadınlar odunların fiyatını soruyorlar. 'Beygir yükü kaç lira? Eşek yükü kaç lira?' Biz hemen fiyat veriyoruz. 'Beygirin yükü beş, eşeğin yükü üç buçuk lira' diyoruz.
Odun satmak öyle kolay değilmiş. Ben köyden yola çıkarken geziye gidiyor havalarındaydım. İşin bu yönünü hiç düşünmemiştim. Biz odunların fiyatını söyleyince kadınlar,  'odunlar ince, eşeğin yükü az' gibi bin bir bahane buluyorlar. Biz onların sözlerine aldırmadan sokak aralarında gezmeyi sürdürüyoruz çünkü hayvanlar iyice yoruldu, oflayıp pufluyor. Odunlar yükleneli iki, iki buçuk saat oluyor. Bir an önce kararımızı versek iyi olacak.
     Sokak sokak dolaşırken bir taraftan da çevreye bakınıyorum. Tek katlı geniş bahçeli evleri, ahşap kepenkli pencereleri dikkatimi çekiyor. Bizim köyde evlerin çoğu toprak damlı. Hiç böyle güzel ev yok. Ağaçlı sokaklar sonbahar yapraklarıyla süslenmiş gibi. Düzgün yollarda yürümek hoşuma gidiyor. Ah bir de tıngır tıngır kuru badem odunlarımıza bahane bulmasalardı.
     Bereket eniştem bu konuda deneyimli  'Emine şu sokaktan bir daha geçelim en iyi fiyatı o evdekiler vermişti' dedi. Beygirle eşeği o tarafa çevirdik, sokağa girdik evi bulduk. Kadınlar hâlâ evin önünde bekleşiyorlarmış. Bizim tekrar geçtiğimizi görünce seslendiler. Tam bizim istediğimiz fiyattı. 'Tamam, beygir yükü beş, eşek yükü üç buçuk lira olsun, indirin odunları' dediler. Bu ses beni çok sevindirdi. Hemen bahçeye girip, odunları indirdik paralarımızı aldık. Hayvanların urganlarını toplayıp semerlerine taktık. Hayvanların yükleri indirilince kuş gibi hafiflemiştim sanki. Sonunda alıcılar kararlarını vermişti.  Bu kadar düşünmeye ne gerek vardı. Neredeyse bir saattir girmediğimiz sokak kalmadı. Köyden çıkalı ağzımıza bir lokma yiyecek girmedi. Odun satma heyecanımdan yollardaki çeşmelerden su bile içmeden geçmiştim.
     Doğruca çarşıya yöneldik. En sevdiğim yer olan havuzlu çarşıya vardık. Ben bir köşeye oturdum hayvanları bekledim, eniştem dükkânın birine girip, alışveriş yaptı. Bir yük odun parası ile bir kilo şeker, bir kilo zeytinyağı, bir paket çay alınabiliyordu. Sonra da birlikte helvacı dükkânlarının sıralandığı ana cadde tarafına geçtik. Kaç defa sorduğumu hatırlamıyorum enişteme, bugün helvacıya gidecek miyiz diye.
Alışveriş yaparken biraz harçlık ayırmayı unutmamış. Artık helva almaya gelmişti sıra. Ben yine hayvanların çilbirleri elimde onlara göz kulak oluyorum. Kınalı beni dinliyor çilbirini tartınca duruyor. Ama eşek inatçı, yerlerde ne kadar yaprak gördüyse yemek istiyor. Ayaklarının dibindekileri yedi bitirdi. Çüş desem de durmuyor havuzun yanında beklerken de böyle yaptı. Çilbirini asıla asıla elim kızardı. Bıraksam kaybolacak. Nihayet eniştem elinde içi tıka basa tahin helva dolu iki yarım ekmekle dükkânın kapısından çıktı. 'Emine sen hayvanların çilbirlerini bırak yerinden kalkmadan rahat rahat ekmeğini ye. Ben ekmeğimi yerken onları kollarım' dedi. Gördes'in pamuk gibi yumuşak ekmeğini de özlemiştim. Hele içindehelva da olunca tadına doyamadım. Yemek molası bitince, eniştem beni kucaklayıp beygirin semerine bindirdi. Ben beygirde, o eşeğiyle birlikte yürüyerek Gördes'ten çıktık. Köy yoluna girince o da eşeğine bindi. Keyfim yerine gelmişti. Çok yorulmuştum ama sonu güzel bitmişti. Hem para kazanmış, hem de Gördes'in sokaklarını gezmiştim. En önemlisi de odun satmanın yolunu yordamını görmüştüm.
     Eniştem bu mutlu anı kaçırmadı. Elini kulağına koydu o güzel sesiyle 'Cevizin yaprağı dal arasında' türküsünü söylüyor. Sesi ormanda yankılanıp geri geliyordu. O günler de herkesin dilinde olan bu güzel türküyü bilirsiniz:
 Cevizin yaprağı dal arasında
Güzeli severler bağ arasında
Üç beş güzel bir araya gelmişler
Benim sevdiceğim yok arasında.
 
Evlerinin önü zerdali dalı
Pencereden gördüm o nazlı yâri,
Benim sevdiceğim tomurcuk gülü,
Sensiz lokmaları yiyemez oldum.
Sensiz odalara giremez oldum.
 
Evlerinin önü bahçelik bağlık,
Ne güzel işlemiş eline sağlık.
Yar bana yollamış bir beyaz yağlık,
Boynuna dolasın oynasın diye.
      Gördes sokaklarında saatlerce odunlarımızı müşterilere beğendirmek için beygirin peşinde yürümekte ve çevreden gelen soruları cevaplamakta biraz sıkıntı çekmiştim. Ama eniştem gayet rahat tavırla fiyatı söylüyordu. Cevabımız hep aynıydı 'beygirin yükü beş, eşeğin yükü üç buçuk lira'  demek ki ticaret böyleydi. Tanıtım yapmadan satış olmuyordu.  Sevmiştim bu işi. Dönüş yolunda neşem yerine gelince bunları düşünüyordum.

Bu yazı 1908 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum