Büyük dedemin doğumu yaklaşık 1840 yıllarına denk geliyor. Üçkardeşlermiş: Abdullah, Raşit ve Mehmet. Hayvanların sırtında taşıyarak köyden Manisa'ya sumak bitkisi ticareti yaparlarmış. Kazandıkları ile de köyde bakkal dükkânı işletmişler.
O zamanlar Gördes ve çevresi henüz hiç bir yıkım görmemiş; mükemmel denilecek nitelikte bir kasaba olup, eğitim için okullar da varmış.
Büyük dedem oğlu Abbas'ı Gördes'ten sonra Manisa'da bir okula yazdırmış. Bu arada ticaretten kazandığı paralarla köy çevresindeki tarlaları alarak mülkünü genişletmiş. Sonra da hacca gitmiş. Dönüşünde gördüğü yerleri anlatırmış. Abbas dedem o tarihte on dokuz yirmi yaşlarındaymış. Babasına, hiç gitmediği halde Mekke ile ilgili sorular soruyormuş. Büyük dedem oğluyla başa çıkamamış, onun görmediği yerler hakkında bilgi edinmek istemesi de hoşuna gitmiş olacak ki, oğluna, haydi bu yıl da beraber gidelim kutsal topraklara demiş. Baba oğul hacca gidip gelmişler. Abbas dedem genç yaşta, büyük dedem de ikinci kez hacı olmuşlar. Böylece lâkapları da Hacı Efendiler olmuş.
Büyük dedemlerin giriş katı bakkal dükkânı olan evlerini biz samanlık olarak kullanırdık. Yazın buraya samanları ve kuru otları doldurur kış boyunca beygire ve keçilere verirdik. Samanlığın beyaz badanalı duvarlarında, satış malzemelerinin konulduğu nişe benzeyen yerler bile vardı. Eski günlerden kalan bu odanın içi, toprakla saman karıştırılarak elde edilen malzemeyle pürüzsüz bir şekilde sıvanmıştı. Yetmiş yıl öncesinin tekniği hâlâ bizim köye gelmemişti.
Samanlığın iç görünümü bizim yaşadığımız odadan daha güzeldi. Bu güzel samanlıkta, Abbas dedemin Arap harfleriyle yazılmış fizik, matematik kitaplarını bulurduk. Kitapların bazı sayfalarının kenarları yanmış, orada burada dağılmış haldeydi. Annem samanlıkta çuvallar dolusu Arapça kitaplar olduğunu, yerde durmaları günah olduğu için yakıp yok etmeye çalıştıklarını söylemişti. Bizim gördüklerimiz de bu kitaplardan geriye kalanlarmış.
Ama ne yazık ki, 1900'lü yıllara gelindiğinde savaşlar birbiri ardına patlar. Balkan savaşları, Galiçya, Çanakkale, Trablusgarp, Yemen. Bu cephelere bizim köyden de askerler gider. Gidenlerin birçoğu da geri dönmez. Annemin anlattığına göre, 'eli çomak tutan' yani yaşı on beşe gelenleri bile askere almışlar. Bir de acıklı türküler yakmışlar arkalarından.
Hey on beşli on beşli,
Tokat yolları taşlı,
On beşliler gidiyor,
Kızların gözü yaşlı.
Abbas dedem askerlik yapmamış. Osmanlı'nın son dönemlerinde din adamları askerlikten muaf tutulurmuş. Büyük sınavlardan sonra, bu hakkı kazanmış ve askere gitmemiş. Bana anlatıldığına göre Gördes Yunan ordusu tarafından işgal edildiğinde dedem 60-65 yaşlarındaymış. Yunan subayları Gördes'in merkez ve çevresi hakkında bilgi edinmek amacıyla, Abbas dedemin de içinde bulunduğu grubu zorla yanlarında dolaştırmışlar. Bu esnada dedem yaşananlardan çok korkmuş, akabinde fazla yaşamamış, hakkın rahmetine kavuşmuş. Bu olay, Gördes'in işgalinde bizim ailemizin payına düşen olumsuzluklardan biriydi.
Genelde işgalden Gördes ekonomik ve sosyal olarak çok büyük yara almış ve uzun zaman kendini toparlayamamıştır. Yangında zengin halı depoları ve evler yanmış, insanlar ölmüş. Babam üç yaşında yetim kalmış. Çocukluğu diğer bütün akranları gibi salgın hastalıklar, çekirge saldırıları ve yıllar süren yoksulluk içinde geçmiş.
Ailenin en küçük oğlu olan babam Abdullah'ı annesi, 1928 yılında açılan okuma yazma okuluna göndermiş. Bir yandan da Kuran okumayı, Arap harflerini öğrenmiş. Türkçeyi, hem Latin alfabesiyle ve hem de Arap harfleriyle yazar ve okurdu. Derslerimize hep yardım eder, okumamız için bizi teşvik ederdi. Dedemi-ninemi bizler görmedik. Babamla annem, bizlere ad koyarken ablama Meryem ninemin adını, ağabeyime Abbas dedemin adını, bana Emine halasının adını, kardeşime Atike ninemin adını, en küçük kardeşime de Hüseyin amcasının adını vermişler. O zamanlar aile büyüklerinin isimlerinin verilmesi çok önemsenirmiş. Bir de Kuran'da geçip geçmediğine bakılırmış. Bizim beş kardeşin de isimleri verilirken hem Kuran'da geçmesine dikkat edilmiş, hem de ailenin büyüklerinin isimlerinden seçilmiş.
Babam orta boylu, kumral, güler yüzlü biriydi. Gerçekten hoşgörüsü genişti. Öyle kızıp sağa sola bağırıp, çağırıp, komşulara kızdığını görmedim desem, abartmış olmam. Boş oturmazdı. Halıcılıkla ilgili işlerde olsun, tarla işlerinde olsun kimseyi rahatsız etmeden çalışırdı. Ben babamı hep alçak sesle türküler mırıldanarak çalışırkenki haliyle hatırlarım. Sonra da arkadaşlarıyla birlikte uzun yıllar sürdürdüğü okuma saatlerini. Ya da geceleri kuran okurken veya seccadenin üzerinde ibadet ederkenki haliyle gözümün önüne gelir.
Fıkra dağarcığı da çok genişti. Bitmez tükenmezdi. Her zaman anlatacak bir şeyler bulurdu. Tarla işlerini komşularla yardımlaşarak yapardık. Onlar bize çalışmaya gelir, sonraki günlerde biz de iş gününü ödemek için onlara çalışmaya giderdik. İşlerine gittiğimiz komşular 'Abdullah dayı da gelseydi ne iyi olurdu. Bize hikâye anlatırdı' derlerdi. Sevilen biriydi. Duruma göre gençlere Nasrettin Hoca fıkralarını anlatırdı. Yaşlılara ise bilgi düzeylerine uygun Battal Gazi'yi, Firavunları v.s. anlatırdı.
Babam evlendiğinde evde annesi ve büyük ablasının dört öksüz küçük çocuğu varmış. Bir yıl önce vefat eden halamın dört çocuğuna (Emine, Bayram Ali, İsmail ve bir yaşında Fethiye'ye )Meryem ninem bakıyormuş. En küçüğü bir yaşında olan bu çocukların babaları ve evleri varmış, ama henüz kendi başlarına yaşayacak çağda olmadıklarından bütün sorumlulukları bizim ailedeymiş. Annem böyle çok çocuklu, kalabalık bir aileye gelin gelmiş.
En küçükleri kız bebek iki yaşına gelince, kasabada birine evlatlık vermişler. Bir süre sonra Meryem ninem vefat etmiş. Ninemin ölümünden beş altı ay sonra dünyaya gelen ablama ninemin adını koymuşlar. Annemle babam, genç yaşlarında bebeklerinin büyütülmesi ve üç öksüz çocuğun sorumlulukları ile baş başa kalmışlar.
Ben büyüdüğümde öksüz kardeşlerden üçü evlenip çoluk çocuğa karışmışlardı. İşlerini kurmuş aile yaşantılarını düzene koymuşlardı. Babaları da köyün bir numaralı marangozu idi. Ama ne tesadüftür ki evlatlık verilen kız çocuğu on yedi yaşına gelince tekrar bize döndü. Ablamdan önce onu evlendirdik. Evin büyük kızı olarak ilk düğün ona yapılmıştı. İki yıl sonra yapılan ablamın düğünü kadar şenlikli geçmişti. Artık dört kardeş de yuvalarını kurmuş, babamla annem de rahatlamıştı. Kızların evleri bir iki mahalle uzaklıktaydı. Ama erkek kardeşler evlenince gelinler gelmiş, ailemizin nüfusunda bir eksilme olmamıştı. Evlerimiz de yakın olduğundan birlikte yemek yeme alışkanlığımız azalsa da devam ediyordu. Babamın yeğenleri ile arası iyiydi. Annemin bazen ayranı kabarır kızar, bir küser bir barışırdı. Ama öyle büyük dargınlık olduğunu hatırlamıyorum. Devam edecek'
YORUMLAR